25 Ekim 2024 Cuma

     


         Bazen buraya gelip bir şeyler karalama ihtiyacı duyuyorum. Ancak ülke gündemi o kadar yoğun ki, kendi hayatımdan meseleleri paylaşmak bazen bana çok saçma geliyor. Bu ülkede yaşayan, bu ülke insanı için en güzelini isteyen, çalışan, çabalayan kimseler olarak kendimizi gündemden ayrı tutup nasıl sağlıklı kalacağız onu da bilmiyorum. Bilmiyorum. Uzun zamandır sağlığıma dikkat etmeye çalışan, gluteni azaltan biri olarak bu sabah yaşadığım karbonhidrat atağını açıklayamıyorum. İhtiyacım varmış demek ki diye kendime şefkat gösteresim filan da yok :) Daha dibe batamayız, daha kötüsü artık olmaz dediğimiz her olayda daha kötüsünü duyuyoruz, daha kötüsünü sindiremeden bir diğerine geçiyoruz. 

       Okulda psikolojik danışmanım. Okula geliyorum ve gençlerle şiddeti konuşalım, düşünelim istiyorum. Akran zorbalığı yaşanmasın diye çeşitli çalışmalar yapıyorum. Gündemden uzak kalmak için gençlerin tiktok dünyasına kendilerini kaptırdıklarını, orada gördükleri ve şaka zannettikleri şiddet olaylarını okulda tekrarlamalarına şahitlik ediyorum. Zorbalık yapan öğrencinin ailesine ulaşmayı denediğimde terk edilmiş bir çocuk buluyorum karşımda. Gerçek anlamda terk edilmiş. Anne baba bırakıp gitmiş, babaanne ve dede bakıyor çocuğa... Deniz yıldızı hikayesini bilirsin, her gün bir öğrenciye bile dokunsam yeter diye okula geliyorum. Sessiz çığlığını duyduğum gençlere yetememenin verdiği tükenmişlikle günü kapatıyorum. Ha bir de, tüm iyi niyetli çalışmalarımı kendi dünyasında kötü görüp karalayan velilerin CİMER şikayetlerine cevap veriyorum. Geçen gün velinin bir tanesi teşekkür etmiş, bak ona şaşırıp duygulandığım doğrudur. Şiddet simülasyonunun içinde gibiyiz. Kimi zaman mağdur hepimiziz.

      Ancak 29 Ekim için hazırlıklar yapılıyor okulumda. Az önce gençlerle birlikte bir takım süslemeler yaptık. Hazırlık yaparken sohbet ettik. Anlattılar, gündemden konuştuk, hayatlarından konuştuk. Birlikte olanlara bakma cesareti bulduk. Her şeye rağmen onların gözlerindeki ışıltı var ya, işte o bana "Kalk Merve, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, bitemez." diyor. O ışıltıda tüm karanlığı yok edip ferah bir nefes alabilirmişiz gibi hissediyorum. Tükendiğim yerde güç buluyorum.

     Biliyorum sen de yoruldun. Her yeni günde başka birinin yasını tutmaktan...Öfkeni ifade edecek kelimeleri açıkça sarf edemediğin, çaresizlikten ne yapacağını bilemediğin için instagramdan ve çeşitli sosyal medya mecralarından gönderi paylaşmaktan yorgun düştün. Ancak kötülüğün sesi daha yüksek çıkıyor diye sanma ki yalnızsın, azsın. Biz çoğuz. Çoğunluğuz. Bir gün hep birlikte gür sesimizle şarkı söyleyeceğimiz, gençlerimiz  çocuklarımız ve kadınlarımızla neşeli günleri kucaklayacağımız günlerimiz de olacak. Bunu 29 Ekim'lere, çocuklara, gençlere, gelecek günlerimize ve kendimize borçluyuz. Kendime dediğim gibi sana da diyorum: 

" Kalk, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, böyle bitemez."


Bu Son Olsun

    

16 Eylül 2024 Pazartesi

Babaannemden İnciler

     Babaannem derdi ki" Erkeğin hiç iş bilmeyenini at gitsin. Çok iş bilenini de at gitsin. "  E ben de tüm ergenliğimle " Eee babaanne iş bilmeyenini atalım da çok iş biliyorsa ne güzel işte. Onu niye atıyoz ki? " Diye sordum bir gün ve o da dedi ki " Öylesi de baş ağrıtır. Sen beni dinle " Dedi. 

   O zamanlar ağzımı yaya yaya güldüğüm bu mevzu, akşam saatlerinde kocama sinirlenmem sebebiyle aklıma geldi. Ey babaanne ne büyük kadınsın sen dedim içimden. 

     Benim eşim evlenene dek uzun süre tek başına yaşamaya alışmış, ev işlerini de severek yapan bir bey. ( Bu özelliğini hep takdir eder ve desteklerim tabiki :) Ama bazen işler yolunda gitmezse, bu herhangi bir iş olabilir, mutfağa girer ve düzenlemeye başlar. Ve onun düzen anlayışına göre dağınık görünen şeyler atılmalıdır. Ya da bunu yaparken transa geçiyor ve fark etmiyor bilmiyorum. Bir keresinde benim üniversite diplomasının ve eğitim sertifakalarımın yer aldığı dosyayı atacakken yarı yolda fark etmiş de " Ehhh yeter artık gerçekten bakar mısın, neyi attığının farkında mısın? " Demiştim de transtan çıkmışçasına bir şok yaşamıştı. ( Evet bu yaşandı) 

        Tabi bu olaydan sonra ben de artık farkındalık alarmı gibi bir şeye dönüştüm. Ne zaman modu düşük mutfağa girse ya da diğer odalara girse antenlerim tepemde onu gözetliyorum. Ama son düzenleme girişiminde evde yoktum sanırım çünkü dolapta yer alan kakaolarım tam kek yapacağım sırada yerinde değillerdi. "Kakao nerede? " Diyorum. Bilmiyorum diyor. Bilmediğine o kadar eminim ki, adam bunu cidden trans halinde yapıyor. Sonra hemen ekliyor " Hadi ne lazımsa söyle, bir koşu gidip alayım" Diye. Yani ben de alırım almasına da, mevzu bu mu? Ona babaannemin sözünü söyledim. O da: " E o zaman beni atman mı gerekiyor? " diye düşünceli bir hale büründü. Ben de yine babaannemin sözüyle cevap verdim: "Pembenin canı badem ister, kırmaya Adem ister. Otur oturduğun yerde" Dedim. Sonra ikimiz de gülmeye başladık. Yaşa babaanne! 🤣🤣

5 Eylül 2024 Perşembe

Küçük , Ölümsüz Bir An

    
 


        Hayatın anlamı hakkında çok düşünürüm. Yürürken, müzik dinlerken, güzel bir akşam vaktinde gökyüzünü izlerken...Fakat bazı anlar var ki, onları bir şişeye koyup saklamak istiyorum. Hissiyle, kokusuyla, sesiyle o anı ölümsüz anlar dolabına kaldırıyorum.

     Dün çalışmak için oturduğum kafede genç bir çift gördüm. Çift diyorum ama belli ki henüz adı konulmamış. Sevgileri birbirlerine olan bakışlarından belli. Birbirlerini öyle güzel dinliyorlar ki, sanki o sırada dünyanın en önemli konusu konuşuluyor. Arada gülüşmeleri bu ciddi havayı yumuşatıyor. Biliyorum böyle gözümü dikip bakmamam lazım ama ne mümkün? Göz ucuyla da olsa onları izlemekten kendimi alamıyorum.  O sırada Eylül rüzgarı bu ortama yardım ediyor adeta ve kızın saçları uçuşuyor. Genç adam kızın gözünün önüne gelen saçları yumuşak bir şekilde kulağının arkasına alıyor. Küçük ama çok özel bir an. Onlar da farkındalar belli ki bu durumun. Susuyorlar. Susmak bazen ne çok şey anlatıyor değil mi? 
 
     Eşimle ilk buluştuğumuz zamanlar geliyor aklıma. Adı henüz konulmamışken ve biz birbirimizi dünyanın en acayip varlığıymış gibi merak ve ilgiyle tanımaya çalışırkenki zamanlarımız... Bir baloncuğun içinde ve gökyüzünde uçarcasına duygular hissederken hissettiğimiz  hafiflik ve o heyecan. Gülümsüyorum. Sadece dudaklarımla değil, tırnak uçlarıma kadar gülümsediğimi duyumsuyorum. 

    Sevgi ne harika bir şey. Birbirini seven iki insana şahitlik edebilmek bile kalbimi yumuşatıyor, günümü güzelleştiriyor. Ve fonda  dünyanın en harika şarkılarından bir tanesi çalıyor: 






20 Ağustos 2024 Salı

Dipteyim, Sondayım, Depresyondayım


     Bu akşam bu resme bakınca aynada kendime bakıyor gibi hissettim. Halet-i ruhiyemi bir resim anlatıyor olsaydı bundan başkası olamazdı çünkü. Böyle bir giriş yaptım ve bundan sonrası talihsiz serüvenler dizisi tadında olacak. O yüzden kemerlerinizi bağlayın, bu sefer sizi dibe götüreceğim: Olduğum yere. 

    Efendim bildiğiniz üzere bu sene kızıma kendim bakma kararı aldım  ve ücretsiz izne ayrıldım. Ustalıkla da bu işin hakkından gelemedim. 
     
     Ücretsiz izne ayrıldığım zamanların başıydı. Mutfakta kahvaltı hazırlıyordum ve birden o malum sessizliklerden bir tanesinin yaşandığını fark ettim. Hemen salona gittim ve bana gülümseyen kızımın suluğunun baş kısmını dişiyle koparttığını ve bununla da kalmayıp ortalığı suladığını gördüm. "Ayy aman bu suları sileyim. Şimdi kayar düşer" Diye işe girişmişken kızım yere yüz üstü kapaklandı. Meğer arkada bir yere daha su dökmüş ve ben onu görmedim. Ve yere kapaklanınca dudağını kanattı diye düşünerek sarıldım, öptüm. " Özür dilerim oradaki suyu önceden fark edemedim. " Dedim. Sonra kızım bir sakinleşti, oyuncağını gördü ve birden gülümsedi. O da ne? Ön dişinin yarısı yok. Kırılmış. Önce bildiğiniz oturdum ağladım. Üzüldüm. Kötü hissettim. Sonra yakınlardaki bir diş kliniğini aradım, durumu anlattım. :" Süt dişi zaten sorun olmaz. Dişini fırçalamaya devam edin. " Dediler. Küçük yaş grubu genelde dişçi koltuğunda oturmazmış zaten ve bu dedikleri kızıma çok uyduğundan dolayı "Tamam o zaman. " Diye düşündüm. 

   8 ay sonra o diş apse yaptı ve üç gün ateşten sonra üç farklı pedodontist görüşü alarak öğrendik ki, bu dişin çekilmesi lazımmış. Dişçi koltuğunda bu işi yapmak çocuğu travmatize edermiş o sebeple anesteziyle uyutarak, ki bunu donanımlı  bir özel hastanenin ameliyathanesinde yaparak dişi çekiyorlarmış. Ve tabiki biz anesteziden deli gibi korksak da bu işlemi yaptırdık. Haziran ayımız bunun kaygısıyla geçti. Oldu bitti şükür. 

    Temmuz ayında ben tercih danışmanlığını yaparken eşim izin kullandı ve kızıma o baktı. Çok güzel günlerdi gerçekten. Ben işe dans ede ede gidiyorum, kızımla eşim gayet keyifli vakitler geçiriyorlar, arada bana fotoğraf videolar da atıyorlar, ohh diyorum... Müthiş bir çalışma süreci. Tercih danışmanlığımın son günü eşim aradı. Daha beş dakika evvel oyun alanında Miray'ın videosunu atmıştı. Keyifle açtım. Eşim:" Sana bir şey söyleyeceğim ama korkma. Miray top havuzuna atlamak isterken dengesini sağlayamadı kolunun üzerine düştü. Kırılmış olabilir. Arabayı sakin sürmeye çalış, bizi al, hastaneye gidelim. " Dedi. Oradan nasıl çıktım, nasıl araba kullandım bilmiyorum. Hastaneye gittiğimizde korktuğumuz başımıza geldi, kızımın kolu kırılmıştı. Hem de dirsek kısmından ama Allah'tan kırılma şekli kötü değildi ve alçıyla kaynar dedi doktor. En az üç hafta alçıda kalacağını söyledi. 

     Ah şu sıcaklarda bu üç haftanın sonuna zor bela gelebildik. Cumartesi benim doğum günümdü ve gerçekten çok mutluydum. Kızımın alçısı önümüzdeki hafta perşembe günü çıkacak diye seviniyordum. 31 yaşla ilgili esprilere çoktan başlamıştım. Ailecek güzel bir doğum günü yemeği sonrası kızımın o gece ateşi çıktı. Yarını, yani pazar günü ishal ve kusma da tabloya eklenince acile gittik. Test yaptılar, serum taktılar çocuğuma. Bu sabah sonuçlara baktık. Bebekliğinden  beri en çok korktuğum olay başıma geldi: rotavirüs pozitif. 
Kızım bağırsak tepkili süt alerjisi olan  bir bebekti ve alerji uzmanının önerisiyle tek yaptırmadığımız aşı rotavirüs aşısıydı. Bu konuda araştırmamı yapmıştım ve bu hastalık lanet bir hastalıktı ve beni inanılmaz korkutmuştu anlatılanlar. Test sonucunu görünce elim ayağım titredi. Doktorumuzu aradım hemen ve bir nebze de olsa rahatladım. Ne yapacağımı biliyordum en azından ve evet bu gerçekten lanet bir hastalıktı. Çok şükür kızım  düne göre daha iyi diyebilirim. Yine de çok halsiz kaldı ve şimdi uyuyor. Ben  uyuyamıyorum tabiiki. Yaşadığımız şeyleri idrak etmeye çalışıyorum. 

    Buraya kadar okuduysan sevgili okur, bu hikayeden çıkarılacak ders ne olurdu dersin ? (Toto şemsiye ilişkisini düşünmemeliyim, düşünmemeliyim) 

 Ne kadar çabalarsan çabala bazen en korktuğun şey başına gelir ve sen şöyle dersin :" Hey bu gerçekten zor ama hayal ettiğim kadar da korkutucu değilmiş. " Olacaklar olur. Bu kadar. Korkmanın, söylenmenin bir yararı yok. Evet bazen geldi mi üst üste gelir. Neyseki sen bu işte ustasın :)) Mörfi, kanunlarını yazadursun; bir şekilde her şey olacağına varıyor. İnsanız ve bunlar sadece senin başına gelmiyor. İnsan olmanın basitliğine sarıl. Acizliğine sarıl, kendini daha fazla örseleme gözünü seveyim! 

    Evet yukarıdaki resimde kendi yansımamı gördüm ve ona bu konuşmayı yaptım. Umarım etkisi olur :)


15 Ağustos 2024 Perşembe

Nerede Kalmıştık?

     Kendine ait bir zaman dilimi... Belki de hayatın en önemli saatleri. Gençken bol bulduğumuz ama kıymetini bilemediğimiz, yaş aldıkça değerini anlayıp nadiren bulabildiğimiz zamanlar... Evet sonunda buldum! Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet gibi "Buldum, buldum! " 
    
     Ne zamandır içimde yazmaya dair bir dürtü duymuyordum. Durup incelikli şeyler üzerinde kafa yoracak vakti bulamazken yazmaya da uzak hissettim kendimi. Rutinin içinde kalmam gerektiği kadar kaldım, şimdi uzun zamandır hasta yatağında bilinçsiz yatan hastanın uyanışı gibi hissediyorum. Dışarıda güneşli bir gün var ve ben bugün dışarı çıkmak istiyorum. 

      Buradaki sevgili dostların bir araya gelip buluşmaları, güzel bir sofrayı ve neşeli gülüşleri paylaşmaları beni çok etkiledi. Orada olmak istemenin yanı sıra, insanlar arasındaki bağ beni yine kendisine hayran bıraktı. 
   
      Öyle değil mi ama? Bazen yakınındaki insanlara derdini anlatamazken, izlediğin bir filmden ya da okuduğun bir kitaptan keyifle paylaşımlar yapamazken; daha önce görmediğin sesini duymadığın insanlarla bu bağı kelimeler yoluyla kuruyorsun. Ve yüz yüze geldiğinde hissiyatın seni yanıltmıyor. İçinde bir yer güvende olduğunu, senin duygularının karşındaki kişide de bir yansıması olduğunu biliyor. Bir şekilde biliyor işte! Kimbilir belki de bu bağlar sayesinde yaşam amacı ve gücü buluyoruz. Evet bazen seni anladığını hissettiğin bir kişi bile yetiyor nefes almana. 

    Buluşmaya katılamayan, ( içten içe kıskanan) biri olarak bunları düşündüm. Ve kimbilir belki de bunları düşünmek beni buraya getirdi. Bazen güzel bir olaya şahitlik etmek bile yetiyor mutlu olmak için. 🤗 Güneşli günlerde, belki bir günbatımında sevdiklerimizle bir araya gelip uzun saatler konuşup güldüğümüz nice sofralarımız olsun hayatımızda. 


      

31 Aralık 2023 Pazar

Yeni Yılda Umut Bizimle Olsun


     2023... Senenin son gününde ben de bir şeyler yazmak istedim galiba. Günlerim öyle dolu dolu bir şekilde geçiyor ki, bazen ne hissettiğimi ve ne yaşadığımı düşünmeye fırsatım olmuyor. Kafamda bir düşünceyle gelmediğim gibi yazarken düşünmek istiyorum. Düşüncelerim burada kalsınlar, otomatik pilotta yaşarken bana yön versinler de istiyorum.

      

     Bu sene çok zordu be. Tamam zor iyidir, gelişim için bir fırsat doğurur dedik; konfor alanında uzun süre kalmanın olumsuzluklarından bahsettik falan filan da; kardeşim bu kadar üst üste gelir mi bütün felaketler yahu?! Her yıl biterken o seneyi çok kötülemeyeyim sonra daha kötüsü olursa diye bir korku oluyor içimde ve her yeni yılda bu korkum doğrulanıyor sanki. Ülkecek doğal afetiyle, siyasi olaylarıyla, ekonomisiyle, kontrolsüz göçüyle, tüm bunların biz vatandaşların psikolojisine olan negatif etkisiyle; kafayı sıyırdığımızdan sebep mi bilinmez Gülseren Budayıcıoğlu'nun elinin değdiği kasvetli ve de şiddet içerikli televizyon dizileriyle, içimiz şişti biraz magazin bakalım bari dediğimizde de vay anasını sayın seyirciler diyerek ağzımızın açık kaldığı zincirleme suç işleriyle, kara para aklama olaylarıyla, kaybettiğimiz değerlerle, lanet olsun artık bu kadarı da olmaz artık dediklerimizle... Oyyy bit artık be 2023, inşallah senle son bulsun yaşadığımız tüm negatiflikler...

      Her zorluk bir şey öğretir insana ya, bence bu ülkede yaşarken en çok da belirsizliğe tahammülü öğreniyoruz. Ânı yaşamayı öğreniyoruz, çünkü elimizde net olan bir o var. Yarın belirsiz, Allah'a emanetiz her anlamda. Böyle negatif bir giriş yaptım ama bu kısmı negatif şekilde söylemiyorum bak. Bence çok önemli bir kazanım bu.

     Her durumda mizah yapabilme yeteneğimiz gelişti. Her sansasyonel olay sonrası gir bak sosyal medyaya, ohaa diye şaşırır kızarken birden bir tweete denk gelip gülmeye başlıyorsun.

     Almak, parayı biriktirmekten daha makul olduğu için alışverişimiz arttı. Çünkü bilirsin, bugün almadığın güneş kremi bir ay içinde iki katına çıkabilir ve bu durum seni asla şaşırtmayabilir. Fiyat algımız hepten kaybolduğu için satıcılar da bu işten memnunlar bence. Birilerinin de yüzü gülsün yahu :))

     Yalnız olmadığımızı biliyoruz öte yandan. Geçenlerde biri "Hevessizleştirildik." Yazmış. Benim hissiyatımın tek kelimelik ifadesi bu olurdu herhalde.


     Öte yandan Sabahattin Ali diyor ya :" Perişan haldeyim ama içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var. " Diye, İşte içimde kendimden saklayamadığım dolu dizgin ümitlerimin bambaşka hikayeleri var.

      Her yeni günde, hele de gün güneşliyse, içime çektiğim nefeste içtiğim suda saklı umut. Kızımın gülüşünde, her yeni gün bana göstermeye çalıştığı sevgisinde, avuçlarımın içindeki küçük parmaklarında gizli... Yorgunluktan tükendiğimde eşimin elime tutuşturduğu bir fincan kahvede, sevdiklerimle birlikte paylaştığım sofralarda gizli...

     Zor duygular yaşarken ve bu duygulardan kaçmak istercesine hırsla yürürken denk geldiğim manzarada, tenimi okşayan serin havada gizli...

     Balkonda otururken duyduğum çocuk seslerinde ve neşesinde, 100. Yıl Cumhuriyet kutlamaları için karşıdaki okulu canla başla süsleyen ve özenle bu kutlamalar için çalışan öğrencilerde, Atatürk'ün gençliğe hitabesinde ve Atatürk'ün kırmızı çizgimiz olduğunu vurgulayan her olayda gizli....

     Güzel bir kitabın ilk paragrafında, yeni keşfettiğim o harika şarkıda, izlerken beni mest eden o filmde gizli... Bir dost sohbetinde, günü olan komşumun beni de düşünüp getirdiği tabakta, bazen tanımadığım birinin tebessümünde gizli...

     Umut o kadar değerli bir duygu ki... 2024'ten kendim, sevdiklerim ve siz sevgili dostlarım adına  UMUT diliyorum. Bolca umudumuz hayalimiz olsun. Sağlığımız yerinde olsun. Doğal olaylar afetlere dönüşmesin, iyilikler çoğalsın, kötülükler azalsın ya da belasını bulsun. TV'de neşeli programlar, sağlıklı karakter tiplemeleri artsın. Kendimize çok şey kattığımız, gönlümüzü çok yormadan dersimizi aldığımız, bolca güldüğümüz, gülüşünün içimizi ısıttığı insanlarla birlikte olduğumuz bir yıl olsun. Mutlu yıllar! ❤🥳

Sezen Aksu- Şahane Bir Şey Yaşamak

21 Aralık 2023 Perşembe

Seçimlerim Başka Türlü Olsaydı Hayatım Nasıl Olurdu?

    Yaşamın bir noktasında bulunduğun noktayı ve seni o noktaya getiren seçimlerini değerlendirirken buluyorsun kendini. Ve tabi şu soru seni meşgul etmeye başlıyor: " Onu değil de bunu seçseydim acaba nasıl bir yaşamım olurdu? Şu an nerede ve nasıl bir insan olurdum? "

    Seçimlerimiz ve hayatımıza olan getirileri, kendimizin başka türlü versiyonlarını da gündeme getirirdi hiç şüphesiz. Mesela ben lisedeyken asla evlenmeyeceğimi söylerdim. Mesleğimi elime alıp dünyayı gezecek bir planlama yapacaktım. Kendimi hep sırt çantamla o ülkeden o ülkeye, o maceradan ötekine atlarken hayal etmek beni aşırı mutlu ediyordu. Bu motivasyonla çalıştım derslerime de. Henüz hiçbir ilişkim yokken ilişki insanı olmadığıma karar vermiştim her nedense. 
    
     Sonra hayalimdeki bölümü okudum, mesleğimi elime aldım. Ancak hayatımın o evresinde dünyayı gezme fikri bana sıcak gelmedi. Bekletmeye aldım, belki korktum tek başıma bilmediğim bir ülkeye seyahat etmeye, benle aynı hayali kuran bir arkadaş bulamadım belki yanıma vs vs. Evlilik fikri bana o kadaar uzaktı ki eskiden, gelinlik seçmek filan hiç sevmediğim olaylardı. Evliliği isteyerek gelinliği mecburiyetten seçerken buldum kendimi sonra. Şimdi mesela tam o noktada evliliği istemeseydim yahut hiç evlenmeyeceğim fikrimde diretseydim nasıl olurdu? Bu seçim beni nasıl bir insana dönüştürürdü?

     Ya da sırf bu hayalim nedeniyle düzenli işimi bıraksaydım başka ülkelere gidip başka işlerle meşgul olsaydım bu beni nereye götürürdü? 

      Çok heyecan verici geliyor bana tüm bunlar... Hatta böyle o seçimlerimizin sonrasında da neler olacağını görmek mümkün olsaydı keşke diyorum. Şu anki halimden çok memnunum ama diğer seçenekleri de aşırı merak ediyorum bazen. Kimbilir belki gençlik hayallerimi şimdiki hayatıma adapte etmek mümkün olur zamanla ( Ülke olarak ekonomik durumumuzun düzelmesi şart tabi :)) 

     Şimdi bu tarz konuları siz de merak ediyorsanız ve bu konuda bir şeyler izlemek ya da okumak hoşunuza gidiyorsa size bir film bir de kitap önerim olacak. Elbette sevgili arkadaşlarım buna ekleme yaparlarsa çok mutlu olurum. Zenginleştiririz bu temayı. :) 

Film olarak Mr. Nobody' ye şans vermenizi öneririm. Bu temayı çok mutlu bir havada işlemiyor, aksine sizi sarsan kısımları elbet olacaktır. Ama gerek konuyu işleme şekliyle gerek sonuyla aklınızda yer edecek bir film. 

Kitap olarak da Matt Haig'in Gece Yarısı Kütüphanesi kitabını öneririm. Bu kitap benim sorularımı daha iyi karşılıyor aslında. Kitap akıcılığıyla sizi sıkmadan ve de  yormadan bu soruları çok güzel ele almış. 

Kimbilir belki siz de daha evvel düşündünüz, kiminiz üstünde durdu, kiminiz bu düşünceye kafasını sallayıp zihninde yeni bir düşünce sekmesi açtı. Hepsi kabul :) Konuyu düşünmek isteyen arkadaşlarım için şimdiden iyi seyirler ve iyi okumalar diyorum. :) 

    

29 Kasım 2023 Çarşamba

"Saç" deyip geçmemek lazım

      Kendimi bildim bileli kaküllerim var. Yaklaşık 13 yaşındayken kuaförüm ön saçlarıma az da değil bayaa perçem attı ve "Vaov Aman Allahığğmm!!! " harikalığında bir etki yaratınca bende ve çevremde, vazgeçilmezim oldu kendisi.
   

      Efendim perçem dediysek de öyle kolay bir iş değil kendisi. İşini bilmeyenin elinde sıçana dönebilirsin. Daha önce öyle deneyimlerim olmadı ama olanı gördüm ve üzüldüm.. O sebeple 13 yaşından sonra hep aynı kuaföre kestirdim saçlarımı. Kuaförüm Ercan Abi zaman içerisinde benim hayatımdaki en önemli insanlardan bir tanesi oldu. İlk saçımı boyatmayı, ombre deneyimimi de kendisinde yaşadım ve hepsinde de "OMG" dedim mutlulukla. Neden öyle tepkiler verdim. Çünkü ergendim ve benim için tüm harika şeylere tepkim "OMG" İdi. Buraya kadar Ok? Devam ediyorum beybisi... (Tamam tamam çıkıyorum ergen dilimden:)) 

        Heh, Ercan Abi'nin benim için öneminden bahsediyordum. Yeri geldi eşiyle beni sarmayan muhabbetlere dahi Ercan Abi'min gönlü kırılmasın diye girdim. Kimi zaman kabuslar gördüm Ercan Abi sigaradan dolayı ince hastalıklara kalıyordu. Gittiğimde hemen laf arasında uyarıyordum kendisini, sigara sağlığa zararlı bir meretti sonuçta. Şakayla karışık dedim de hatta, "Ercan abi sana bir şey olursa ben kime giderim bu perçem ve ombre için, lütfen rica ediyorum o sigarayı azalt. " Dedim de bayağı bir gülmüştü kendisi. Bilse ben bunun kabuslarını görüyorum kaç gece... Ayy inanır mısın, düğün saç ve makyajıma bile ona gittim ben. Eşine makyaj konusunda pek güvenmediğimden iki ay önceden attım nasıl bir makyaj istediğimi. Hakkını yemeyeyim o da istediğim gibi yaptı makyajımı, ki normalde çok ağır bir makyaj stili vardır kendisinin. Düğünüme Bülent Ersoy olarak katılmak da vardı. Kendim olarak katılabildim çok şükür :)) 

      Bak ben aslında perçemden devam edeceğim ama Ercan abi benim için nasıl önemli bir insan ki, burada da bahsetmeden geçemedim. Şimdi sen soracaksın, eee bu Ercan Abi memleketteyse ve sen uzaktaysan nasıl yapıyorsun işleri? Ona geleceğim şimdi. 

      Efendim pandemide artık kırdım zincirlerimi. Malum yasaklarla dolu günler... Değil şehirler arası yolculuk, markete diye zor çıkıp  gelebiliyoruz evimize, değil saç için kuaföre gitmek filan. Hani filmlerde kadın karakterimize anlık bir "Perçem kesmeliyimmm! " Dürtüsü gelir de o makası eline alır ya. Ben de artık rutinden ve de yasaklardan bunalıp, perçemimin uzunluğunu mu bahane ettim nedir, aldım o elime makası. Ne mi oldu? Olmadı arkadaşlar. Ben zannettim ki aynı filmlerdeki gibi o saç mükemmel olacak, fönün dumanı bile üstünde tütüyor olacak. Nerdeee.. Eşim saç ve de giyim konularında dikkatli bir erkektir, fark eder. 
Beni görünce: " Hayatım saçlarına nolmuş öyle?dedi. Ben de tüm agresifliğimle:" Nasıl ne olmuş? Ne demek istiyorsun? " Dedim. 
" Yok her zamanki gibi çok güzel de, sanki sağ tarafa bakması gerekenler sol tarafa bakıyor gibi... " Durdu bi baktı bana on saniye kadar... " Belki de benim gözümde sıkıntı vardır. Zaten şu yasaklar bi kalksın göz doktoruna gideceğim, uzağı da göremiyorum ya pek. " Dedi. 
Tabi ben başladım söylenmeye: " Ayy ben de kuaföre gitsem iyi olacak, sözde perçemimi kesecektim, şu hale baaağğk! "Diye bir de oturdum ağladım. Eşim halen arada der, gülmemek için kendimi en zor tuttuğum anlardan biriydi o an, diye. İyi ki gülmedi tabi. 

       Şimdi bu anılara nereden girdim. Merak etmeyin Ercan Abi'me bir şey olmadı, maaşallah turp gibi kendisi. Kabus filan da görmüyorum çünkü burada da bir Adnan Abi'm oldu.( Üzgünüm Ercan Abi, uzaktan ilişkimiz süresince bu kadar vefalı olabildim, merak etme ombre için halen sendeyim. Parantez içi parantez ( Çünkü sen daha uygun ve güzel yapıyorsun:))

       İnanır mısın, bugün aynı "perçem kesmeliyim perileri" yine geldiler bana. Başta bi " Bu sefer olmaz canım, ben almayayım. " Filan dediysem de, a ah o da ne? Elimde makas aynanın karşısında buluverdim kendimi. ( Bir hafta içinde sırasıyla ben, eşim ve kızım hasta olunca ondan sebep galiba) Elime makası alıp bir iki kırptım uçlardan. Bir rahatlama geldi bana anlatamam, bu sefer yaptığım işi de fena bulmadım bak.  Eşim de sağa sola bakmadan gayet beğendiğini söyledi. Ya o duygularını maskeleme konusunda ustalaştı ya da ben perçem kesme konusunda bir tık daha iyiyim, bilemiyorum. Tek bildiğim, biz kadınlar için saçın çok önemli bir mevzu olduğu. 



20 Kasım 2023 Pazartesi

"Hayır" lı Günler



     Gün içerisinde zaman buldukça uğradığım, uğradığımda siz değerli dostlarımın yazılarını okudukça mutlu olduğum, kimi zaman yorum yapabildiğim kimi zaman çok istesem de bir yazının bütününü dahi okuyamadan sonraya bırakmak zorunda kaldığım, evet evet annelik mesaime giriş yapacağım burada, Shakira kemerlerinizi bağlayın başlıyorum :)) 
     
     Efendim daha önce dersini görmüştük, duymuştuk, sevgili annelerin gözü yaşlı (özlemden değil hee) andığı, psikoloji bilim dünyasının "Aman efendim kriz demeyelim fırsatlar diyelim. " Dediği ki muhtemelen bunu diyenin bir erkek olduğunu düşündüğüm dönemdeyiz: Kızımın 2 yaş evresindeyiz. 

      Bak yeminle söylüyorum ben dünyada bu kadar "I ıh" "Hayır" ı ve bunları ifade eden envai çeşit beden dilli iletişimi duyduğum bir dönem yaşamadım. Henüz tam anlamıyla kelimeleri söyleyemiyor, kimisini yutuyor kendi dilinde çok güzel uzun uzun anlatıyor. Hani " Anneler anlar çocuğunun dilinden. " Derler. Bazen böyle bana bakarak uzun uzun bir şeyler anlatıyor, misafirler de bana bakıyor: " Ne dedi?" diye. Vallahi anlamıyorum dostlar. " Aaa sen oyun hamurlarınla şimdi de yıldız yapmak istersin değil mi? " Diyorum bazen durumu kotarmak için, o küçük parmaklarını gözüme gözüme bir sallıyor :) Hepimiz anlıyoruz bu sefer ne demek istediğini: "Hayır". 

        Eskiden " Dikkat Bebek Var" Diye bi dizi vardı. Orada bebek içten içe konuşur, yetişkinlerle dalga geçerdi. Benim kızım da diyor mudur acaba: " Allah'ım ben kimlerin eline düştüm? Bu şaşkalozlar beni bir türlü anlamadı. Anneme bir şey anlatıyorum o tutuyor başka bir şey söylüyor. Babam desen beni sürekli dans ettirme derdinde şarkı söyleyip duruyor. E ben de arada eğlenmiyor değilim ama çok kızıyorum çok. Babam mutfakta gizli gizli ne yapıyor? Kek mi ooo? Amanııııınn!!!" diye ağlayarak o keki de yiyordur kesin. 

       Bu düşüncelerimi bazen eşimle paylaşıyorum ve iki farklı cevap alıyorum. Bazen kahkaha atıp " Saçmalama aşkım, biz harikayız. Daha ne yapalım? " Diyor. Bazen de kızıma uzun uzun bakıp, duygusal bir moda giriyor. Ben size söyleyeyim, babaların lohusalığı bizimkinden uzun sürüyor :)) 
 
      Bunlar bu sürecin tatlı maceraları diyelim... Gelelim bana... Çalışmaya, dışarıda olup sosyalleşmeye, insanlarla etkileşim içinde olmaya o kadar alışığım ki evde olmak farklı hissettiriyor. Vaktimin çoğunu kızımla geçiriyorum. Kızım öğle uykusundayken spor yapmayı, dizi izlemeyi, kitap okumayı deneyimledim hepsi de kısa sürdü :) Neden? Çünkü uykusu bölününce yanında beni istiyor kızım uykusuna devam edebilmek için. Akşam da o uyuduktan sonra sözde eşimle film izleyecek oluyoruz, hiçbir film bize kalan değerli vaktimizi harcayacak yeterlilikte görünmüyor. E kısa bir dizi izleyelim diyoruz. Böyle ilk bölümden itibaren bizi saran bir yapım bulamıyoruz. İlk bölümde bizi sarmayan diziye de kızım gibi parmak sallayıp iki hayırla yolcu ediyoruz, ya da uyuyakalıyoruz :)) 

    Geçtiğimiz hafta kızkardeşim buradaydı. Sayesinde eşimle uzun zaman sonra bir akşam yemeğine çıkabildik. Onda da sürekli kızımızı konuşurken bulduk kendimizi, fark edince de güldük çok :)) Eve düşen yıldırım gibiler bu bebişler. Onunla birlikte değişir dönüşürken yeni benliklerimizle de tanışıyor gibiyiz  çoğu kez. 
      Şimdi galiba biraz da bunun durgunluğunu yaşıyorum. Duruyorum ve izliyorum. Bebeğimi, kendimi ve eşimi... Öncesinde nasıldık, anne baba olunca nasılız, peki ben kendim olarak ne hissediyorum ve ne bekliyorum yaşantımdan? Kendime daha başka katmak istediğim zenginlikler neler? Ya da eksikliğini hissettiğim bir beceri varsa o ne? Fazla yaptığımda beni yorduğunu gördüğüm davranışım neydi tam olarak? Senin anlayacağın, bu su hiç durmuyor. 



        

     

13 Ekim 2023 Cuma

Belirsizlikle Flört Hallerim

       

                       

   

           Düşünüyorum da biz böyle yaşarken; çok heyecanlıyken, mutluyken ya da dibine kadar depresif hissederken.... Bazen ne hissettiğimizi dahi bilmeden öylesine durup dalmışken...Sonbahara teslim olmuş doğanın aynı kabullenişle yapraklarını döküşünü izlerken mesela duruma uygun bir müzik çalsaydı fonda. Ne hoş olurdu değil mi? 

       Geçtiğimiz yıl hayatımın en koşturmacalı, en yorucu evrelerinden bir tanesiydi. Hani böyle bilgisayar oyunlarında kahraman atlar, zıplar, envai çeşit  silahlarla kendisini koruması ve ilerlemesi gerekir. Her level'ın sonunda tam rahatlayacak gibi olursun, sonra diğer level başlar ve daha da zordur artık kahramanın devam etmesi... Geçen sene bir nevi öyleydim. Doğumdan sonra işe başlama sürecim, bakıcıyla sağlıklı iletişim kuramayışımız ve bakıcının tavırlarının insanlara olan güvenimi dahi sorgulatması sorunlarından sonra onunla yollarımızı ayırışımız, sonra kızkardeşimin gelmesi ve desteği ile iş hayatıma devam etmiş olmam; ama iş hayatımda çok zorlu iş ilişkileri ve vakalarla çalışmam, bütün bu değişkenlerin özel hayatıma olan yansıması....derken ne kadar yorulduğumu hiç fark etmedim. Genelde öyle olmaz mı zaten? Şöyle bir dursan, durabilsen, soruların içinde gizlidir cevaplar bazen. Yüzleşme fırsatın olur kendinle. Ama durmadan yol aldığında sadece önüne bakman gerekir. Nitekim geçtiğimiz yıl benim de durmadan, önüme bakmam gereken bir süreçti. 

       Yaz tatilinde vücudum sinyaller vermeye başladı. Yorgunluğumu göz ardı edemedim. Durdum ve cevabı gördüm; dinlenmem gerekiyordu. Çocuğuma ben bakmak istiyordum bir süre daha. Ücretsiz izin alıp onunla vakit geçirmek bana çok iyi gelecekti. Eşim de her kararımda olduğu gibi bu kararımda da beni destekledi ve bu şekilde bir karar aldık.

      Sonra ağustos ayında bir mail geldi. Evden iş yapabileceğim, kitapları pedagojik olarak inceleyebileceğim bir proje için başvuru duyurusuydu. Evet çalışma saatleri esnekti, bazen ekiple gece 22.00'de toplantıda oluyordun. İyi tarafı ise en az bir iki sene sürecek bir proje olduğundan kızımı rahatlıkla büyütürüz dedim. Başvurdum. Ağustos ayının başında başvurdum. Sözde en geç eylül ayında sonuçlanacak proje daha dün sonuçlandı: Eski ekiple yola devam etme kararı almışlar :)) Hayır, o zaman neden başvuru aldınız demedim, çünkü neyimiz doğru ki gerçekten ? :) 

     Ağustos'tan bugüne kadar olan süreçte belirsizlik yaşattı bu durum bana. Sonuçta bu işe başvurum onaylansaydı ücretsiz izne başvurmam saçma olacaktı. O arada ben rapor aldım, yalandan da rapor almam gerekmedi cidden hasta oldum. Dışarıda hazırda bekleyen bütün virüs ve enfeksiyonlar insanın böyle stresli zamanlarında sızıveriyorlar sistemine. Miray'ın da nazlı bir evresine denk gelince, e madem ben de kendi anneme nazlanayım dedim :) Annemi çağırdım. Yaşasın analar :) Annem gelince çok daha iyi oldu. O torunuyla hasret giderirken ben işe gidip biraz işleri toparladım. Bir kez daha ne kadar doğru bir karar verdiğimi teyit ettim :) Bi de belirsizlik sürecinde bir işle meşgul olmak çok iyi geliyor insana. Öyle zamanlarda kesinlikle insan kendisine bir meşgale bulmalı. İşteyken çok daha hızlı geçti günler ve evet proje ekibinde yoktum. 

        Geldiğimiz noktada "Ohh" diyorum. Nihayet artık belli oldu ne yapacağım. Bu sene kızımla birlikte bir sene ev deneyimi yaşayacağım bakalım :) Bu seneki hedefim: durmak. Bolca durmak, okumak, yazmak, arada sizin kapınızı tıklatmak, kağıttan yaptığım uçaklarla yazılarınıza küçük yorumlar bırakmak :)) 

         Şimdi mesela arkada bir fon müziği çalsaydı ne çalmasını istediğimi biliyorum. Yönetmenime yardımcı olayım değil mi ama :) Şuraya da iliştiriyorum: 

Bitter Sweet Symphony


            

27 Eylül 2023 Çarşamba

Eylül Notları

    Ben gerçekten bir eylül insanı olduğuma karar verdim. Nitekim bu eylül benim açımdan belirsizliğin yoğun olduğu, şansımı fazlaca zorladığım, hastalıklarla haşır neşir olduğum bir ay oldu. Ama yine de eylül ayına karşı duyduğum sevgiyi yok edemedi. 

     Yaz ayının tüm o canlılığı, serkeşliği ve de zeytinyağlılarını ayrı severim o ayrı. Ama böyle eylül ayı gelince doğaya da ruhuma da bir durulma, dinginlik ve huzur hali tesir ediyor. Yine aydınlık günlere uyanıp güneşi bolca tadıyoruz, balkonda kahvaltı keyifleri tam gaz devam ediyor ve fakat güzel bir serinlik de geliyor. Hava bile bir "ohh bee" diyor sanki. "Ne iyi oldu da yolladık Afrika'dan Arabistan'dan gelen çöl sıcaklarını. Gidin ve en az bir sene daha gelmeyin anam. " 

     Bu eylül ayında da yürüyüşlerime özel bir zaman ayırdım. ( Meali: Kızımı babasına bırakıp hoplaya zıplaya kendimi dışarı attım:)) Yürürken podcast dinlemeyi çok severim ve "Anlatamadım" Podcast yayını bebişim oldu adeta. Ayşe Balıbey'i nasıl daha evvel keşfetmemişim dedim. Cidden kadındaki enerji dalga dalga yayılıp beni de pozitif anlamda etkiledi. Hemen takibe aldım kendisini ve Youtube'da Kaan Sekban'la yaptığı "Gömercin Kuşları"  yayınını da yemek yaparken  çok keyifle dinliyorum. Sizlere de öneririm. 

      Gömercin Kuşları demişken... Eskiden sinir olduğum, hoşuma gitmeyen şeyleri ve de insanları ne güzel gömerdim yaa.. Şimdi biraz düşününce herkese ve her şeye hak verebiliyorum. Bu kadar düşünmek de iyi değil mi acaba? Bazen insan sadece hoşuna gitmeyen durum veya kişi hakkında saydırıp "Oh ne güzel konuştum. " rahatlamasına ermek istiyor yani. Bunun da bir dengesi olmalı dostlar.

      Belirsiz bir süreçten geçiyorum ve böyle zamanlarda Miray'la eşimi parka yollayıp rahat rahat yemek yapmak bende inanılmaz bir rahatlama sağlıyor. Soğanları doğramak, sebzeleri doğramak, doğramak...:))

      Benim yemeklerim  beğenilir ama ben genelde bir eksik bulurum. Ama bugünki yaptığım biber dolmasına kaşık atasım geldi bak. Hemen gittim defterime tarifi not ettim. Muhtemelen defterime not ettiğimi dahi unutacağım ama olsun. Tarih attım ki unutulmasın, kocam bir gün unutacak olsa bile tarih hep hatırlatsın :)) Kocam da hep güzel şeyler söyler yemeklerime ama durduk yere atar yapasım mı geldi nedir? :) 

        He bugün biraz da sinirliyim. Hem kendime hem de tanımadığım bir adama. Kocama değil yani :) Miray'la yolda yürürken, ki Miray 2 yaşında bireyselliğini ilan etme çabasında olduğundan benden iki adım geriden geliyordu, bir adamla kadın yanımdan geçti. Adam bana bi değişik baktı sonra eğildi kızımı öptü iki yanağından. Tabi Miray şaşırdı durdu, ben de şaşkınlıktan donakaldım. Çünkü daha önce başıma hiç gelmedi, üstünde dahi düşünmediğim bi konuydu, ama adamın bu kadar rahatça bunu yapabilmiş olmasını anlamadım gerçekten. Ben böyle donakalınca geçip gittiler zaten. Kendi kendime sabahtır kızıp duruyorum. " Beyefendi keşke öncesinde bir sorsaydınız, izin isteseydiniz. " Gibi nezaket cümlesinden daha kaba ifadelere kadar saydırıyorum içimde adama, çünkü adamın bakışı, tavrı o kadar irrite etti ki beni anlatamam. Eylül ayı güzelliğinden konu nerelere geldi diyeceksiniz, haklısınız. Yine de bu eylül kendimi bu tarz insanlara karşı donakalmadan tepki verebilme konusunda eğitmem gerektiğini de öğrendiğim bir ay oldu diyeyim. 

     Belirsizlik bulutlarının açılıp güneşin kendisini gösterdiği, rüzgarının kasvetli duygularınızı sizden alıp uzaklara götürdüğü, güzel lezzetler deneyimlediğiniz, tanımadığı insanların kişisel alanına küstahça giren  insanlarla yolunuzun kesişmediği günleriniz, Eylül'leriniz olsun dostlar :) 
      
       
       

8 Eylül 2023 Cuma

Başımıza Gelenler

        Eskiden Türk filmlerinde sıkça duyduğumuz bir teyze repliğidir bu: "Ayy aklıma gelen başıma geldi, görüyor musun!? " Der canım teyzem filmde. Benim de öyle oldu dostlar. 
       Şöyle ki benim  kızım, kendisi 23 aylık, tam bir kedi aşığı. Köpekleri de seviyor esasen ama Golden türü tatlış bir köpek yüzünü hiç beklemediği bir anda yalayınca onlarla mesafeli bir ilişki kurmaya başladı. Ama kediler öyle mii... ?? Ahh nerede bi kedi görsek peşinden koşturuyoruz. Bi de yakınına gelip cilve yapıyor kedilere, bi gülüyor bay bay yapıyor elleriyle öpücük gönderiyor filan. 
       He beni sorarsan ben de hayvanları çok seviyorum, ama uzaktan. Dokunmaya korkarım, birden üstüme atlayacak olsalar avazım çıktığı kadar istemsiz bağırır ve kaçarım filan. Elimde değil. Fobik bir durum. 
       Kızım babasından aldığı cesaretle seviyor, dokunuyor da. Bir hafta önce aklıma geldi : " Bak kızım dokunuyorsun ama korkup seni ısırırsa aşı olmak zorunda kalırsın ona göre hee" Dedim. Tabi ben yine kendi kendime söyledim, hanımefendi anlamazlıktan geldi. 
       Bunu demenin üzerinden iki üç gün geçmedi ki ( böyle de ileri görüşlülük benimkisi işte) Miray bir kediye mesafeli bir şekilde bay bay yapacakken kedi birden tırmaladı. O kadar anlıktı ki, çeksem de bebişimin bileğinde kırmızı bir çizgi belirdi. Tabi sitemizin çok bilen annelerinden bir tanesi olay mahalline giriş yapıp hemen tecrübesini konuşturdu: " Ayy benim kızımı sürekli tırmalıyorlar bir şey olmaz. Sakın ha kuduz aşısı vurdurayım filan diyip, çocuğu yorma. Bir tane de değil en az üç tane aşı yapıyorlar. Ne gerek var, Türkiye'de kuduz vakası mı var sanki? " Dedi ağzını yaya yaya. 
      O bunları derken ben çoktan eşime akşam hastaneye gideceğimizi ve doktora göstermemiz gerektiği mesajını atmıştım tabi :)) Yine de aşı denince insan üzülüyor, umuyor ki doktor kedinin tırmaladığı yere  baksın "Gerek yok bu sorun oluşturmaz. " Filan desin. Hem ben tırmalamanın akabinde hemen bol su ve sabunla da yıkadım. Bunu yeterli bulsun diye dua ede ede hastanenin yolunu tuttuk. Tabiiki doktor umduklarımın dışında bir planlama yaptı. Baktı çiziğe, hikayeyi dinledi ve iki hafta içerisinde dört tane aşı vurulacak dedi. İlkini o geceye verdi. 
      Aşı sonrası birtakım ağlamalar, krizler yaşadık tabi. Ateşi de olmadı gece, rahatladım. "Ohh böyle geçip gidecek herhalde. " Dedim. Sabah parka gidip geldik. Bi bakayım ateşine dedim, "38.1" Amanın hemen bir duşa sokayım dedim, zor bela ikna etmeye çalışırken bi daha baktım 39! O korkuyla birden duşa soktum tabi. Tam çıktık, ateş düşürücü şurup vermeye çalışıyorum, bi baktım balkondan dumanlar çıkıyor. "Aman allahım yoksa evim mi yanıyor!!! " Diye bir telaş balkona çıktım. Balkonum değil ama karşı bloktan çıkan dumanlar siteyi sarmış resmen. Üç tane itfaiye aracı gelmiş aşağıya. Bir telaş var. Tabi hemen eşimi arayıp telefonda carladım adama "Hemen gel! " Diye. Bir yandan "Kimseye bir şey olmasa bari. " diye dua ediyorum bi yandan "Bizi de tahliye etmeleri gerekir mi acaba?" diye düşünüyorum. O sırada bebeğin ateşini ölçüyorum. Öyle karmaşık bir durum. 
        Eşim geldi sonra, gelirken araba motor arızası vermiş ki, böyle bir güne bu yakışırdı zaten. Senin anlayacağın bazen geldi mi her şey üst üste geliyor. Şükür geldikleri gibi de gittiler art arda. Önce ateş düştü, sonra sitenin içindeki yangını söndürdüler, motor arızası halen devam ediyor ama olsun.  Kuduz aşısının da 3. Dozu bugün bitti şükür. Kaldı geriye son aşı, o da artık haftaya😅 
          İyi haber, bu aşının en az 5 yıl koruyuculuğu varmış ve halen kedileri kovalayan kızım için en azından içim bir süreliğine de olsa rahat edecek. Aa yangında eşyalar dışında kimse zarar görmedi şükür, onu da ekleyeyim. Bir de işimle alakalı beklediğim bir haber var, inşallah o da gönlümce olsun. Valla olursa süper olacak. Bende haberler böyle dostlar... Eskiden msn vardı ve orada durum paylaşırdık. Gece gece aklıma o geldi, benim durumumda hep şu yazardı: "Hayat zor ama ben de kolay biri sayılmam" :)))) 

23 Ağustos 2023 Çarşamba

Yeni Rollerin Getirdiği Bazı Güzellikler

     Evlilik çok farklı bir olay değil mi yaa? Düşünsene, ömrünün belli bir zamanına dek tanımadığın, varlığından habersiz yaşadığın birisiyle karşılaşıyorsun. Böyle içindeki tüm güzel duyguların ona doğru aktığı bir süreç yaşıyorsun, iyi biriyse ve şanslıysan onun duyguları da senin duygularınla bir ahenk yaratıyor ve bingo! Evleniyorsun. Sonra ömrünün o vaktine dek tanımadığın insanlarla akraba oluyorsun, daha önce hiç görmediğin yer ikinci memleketten sayılıyor, hatta kadınsan kütüğün bile bir anda oraya kaydoluyor filan( Bu durumu anlamakta halen zorlanıyorum ve aşamıyorum dostlar, kütüğüm eşimin bile hatırlamadığı bir yere kaydoldu, sebebi neydi ki?) 

      Efendim tatilden dönüşte iyileşince memleket turuna çıkalım dedik. Eşimin memleketi Erzurum'a gidecek oradan da benim memlekete geçecektik. Benim memleketin . eskiden Adana'ya bağlı bir ilçe olduğu düşünülecek olursa sıcaklardan dolayı elbette benim memlekete geçme düşüncesini rafa kaldırdık, iki hafta Erzurum'da kaldık. Çünkü serindi. Çünkü geçtiğimiz hafta ülkece yaşadığımız sıcaklar resmen cehennemin fragmanı gibiydi. Neyse bu sıcaklık mevzusundan çıkayım, Erzurum'a döneyim. 

      Bi kere bu kadim şehirde yeni gelin olayı önemli bir hadiseymiş dostlar. "Ben dört senedir evliyim ama, yeni gelinliğim mi kaldı Allasen :))) " Yeni gelin olmaktan tahminen ne zamana mezun olurum? " "Usta gelin sertifikası veriliyor mu burada:))? "esprilerim eşliğinde akraba davetlerine katıldık. Kayınvalidemle botoks yaptıran, dudağına dolgu yaptıran akrabaları gözden kaçırmadığımız gibi yakışmış mı yakışmamış mı değerlendirmelerimizi pas geçmedik. Elbette benim bu insanların çoğunu daha önce hiç görmediğim gerçeğini eledik. Kayınvalidem beni doğal güzel ilan etti, kalbimi bir kez daha fethetti. Mantı ve su böreği dahi yaptı bana. Ben de yeni gelini en iyi ağırlama ödülünü ona verdim tabi :) Bak dalgasını filan geçtim ama sevdim de ben bu yeni gelin işini he :)

      Sabahtan akşama kadar çay demleniyor bi de bu şehirde, ama çay bizim buraların çayı gibi değil. Gördüğüm kadarıyla insanlar çay damlatılmış sıcak su içiyor ve içine limon dilimi koymayı da ihmal etmiyor. Erzurum'un en sıcak günlerini yaşadıklarını söylerken ( 31 derece civarı) çaylarını yudumluyorlar. Ben de eşlik ediyorum onlara tabi, yeni gelin olmak uyum sağlamayı bilmeyi gerektirir çünkü. 

       Eşime dışarıdan bakma olayı da çok güzel oluyor bu ziyaretlerde. Bir anne babanın evladı, bir amca ve bir kardeş olarak eşimin farklı yönlerini keşfediyorum ya da birlikteyken anlam veremediğim bir davranışı konusunda aydınlanma yaşadığım anlar oluyor. Eşimi olduğu gibi kabul etme noktasında aşama kaydediyorum adeta. Onu bir insan olarak, bir bütün olarak ele alıp kabullenmek sevgimi de arttırıyor. ( Sonrasında eşime espri yapmak istediğimde de bolca malzemem oluyor :)) 

       Kalabalık, sevgi dolu aileleri hep sevmişimdir, nitekim kızım da çok sevdi. Herkesin onu sevip ilgilenmesine bayıldı. Dili çözüldü çocuğumun iki haftada, ilk net "Anne"sini topluca duyduk ve o kadar müthiş bir histi ki anlatamam 🤗🥺 
 
       Dönüşte Kırıkkale'de bir gece kalıp öyle Bursa'ya geçelim dedik. Kırıkkale'yi ilk kez görmüş oldum böylece ve cidden sevdim. İnsanları çok yardımseverdi, İç Anadolu şehrine göre yeşillikli yerleri hiç de az değildi. " Belediyesi güzel çalışıyor olmalı. "diye düşündüm çoğu kez. Öncesinde önyargımın olduğunu dahi fark ettim ve kendime önyargılı olmamam, daha esnek bakabilmem konusunda bir konuşma yaptım. 

      Bol gezmeli, çay içmeli, serinliğinde uyumalı memleket gezisi oldu senin anlayacağın. Arabayla yolculuk zordu, yol uzadıkça uzadı adeta. Ama  bir başka ailenin parçası olmak, onlar tarafından sevildiğini ve önemli olduğunu hissetmek çok güzel duygulardı. Dahası bu güzel duyguların daha çoğunun kızıma gösterilmiş olması, kızımın sevgi dolu ortamlarda bulunduğuna şahitlik etmek ne hoştu! :) 
     
       Bu tatilde 30 yaşıma da girdim çok şükür. Çok şükür diyorum, çünkü ben kendimi bir senedir 30'a girmiş gibi hissediyorum. Ve 30'lu yaşların kadınlar için daha anlamlı ve güzel yaşlar olduğunu söylüyorlar. Beklentimiz yüksek :)) Bu yaşımda önyargılarımı  fark edip daha esnek olabildiğim versiyonuma erişmek istiyorum. Booolca sevgi diliyorum. Kendime, aileme ve de herkese. Ve hatta dünyaya. Sevgi dolu ortamlar öyle iyileştirici ki, herkes kendi payını ihtiyaç duyduğu kadarıyla alabilsin istiyorum. Bir de yeni gelin olarak kalmak istiyorum :))) 
      
     

27 Temmuz 2023 Perşembe

Tatil Maceramız

 

   Geçtiğimiz hafta tatile gittik Kuşadası'na. Normalde Fethiye'ye gitmeyi planlarken havaların sıcak olacağını düşünerek rotamızı bu şekilde değiştirmeyi uygun gördük. 

      Bebeğimizle ilk tatilimiz olacağı için de hem heyecanlı hem meraklı bir parça da kaygılıydım. Ana olunca kaygı da hep ikincil duygun oluyor.  Hatta bazen tüm duyguları alt ediyor bu duygu. Neyse ki kaygıyla bir problemim yok. 30 senedir kaygılı bir insanım zaten :)) Alışığız birbirimize. Demem o ki, bebekle tatile çıkmadan evvel tabiki öncesinden araştırma yaptım. Güneş kremi ( elbette temiz içerikli olanından :) , mayosu, deniz ayakkabısı, ateş ölçeri, Calpol'ü, aman sıkılmasın sonra diye oyuncağı, gece uyuturken yardımcı olsun diye kitabı... Derken hanımefendinin eşyaları neredeyse bir bavul etti zaten. Ki kıyafetleri küçük oluyor bu bebelerin, kıyafetlerin fazla yer kaplamadığını da düşünürsek baya baya eşyası varmış yavrumun. 

      Bu arada siz bu hazırlanma konusunda nasılsınız bilmem, ama ben galiba son dakika insanıyım biraz. Yani genel olarak kafamdaki şeyleri alırım, ütüler, hazırda tutarım. Son gün valize eklerim, unuttuğum bir şey var mı diye de son gün bakmış olurum. Ki genelde unuttuğum bir şey çıkar ve "Hadi dışarı çıkıp şunu alalım !!! " Diye eşimi darlamış olurum. Ki eşim benim tam zıttımdır. O öncesinden her şeyi hazır eder, lüzumlu bulduğu şeylerden iki tane koyar. Son gün sadece dinlenmek ister. Benimleyken bu mümkün olamadığından içten içe bana söylendiğini bilirim. Sonraki günler sesli de dile getirir. Ben de ona hak veririm tabiki yine de " Ama sen genel şeyleri düşünürken ben bir dolu detay düşünüyorum hayatım, biraz da ondan oluyor bunlar. " Diye kendimi savunmaktan da geri durmam, duramam. 

      Ha ne diyordum? Efendim zor da olsa yola çıkmayı başardık çok şükür. Her şey dahil otel tercih ettik, bebek bakımı devam ettiği müddetçe başka seçenekleri denemeyelim, dinlenelim istedik. İyi de oldu. 

      Otel güzeldi, Antalya'daki oteller gibi donanımlı değildi ama samimiydi. Çalışanları çok ilgiliydi. Kızım kendiyle aynı yaşta İngiliz bir kız arkadaş edindi. Onlar sayesinde biz de ebeveynler olarak tanışma, çat pat ingilizcemizle konuşma imkanı bulduk. Bu arada bence çocuk gerçekten de sosyalleşme açısından bir fark yaratıyor. ( Sigara içmenin de sosyalleşme aracı olduğunu düşünürüm bu arada, ki ben bu yolu tercih etmiyorum) Onların bu arkadaşlığı otel çalışanlarının da sempatisini kazandı. Onlar da bazı oyunlara dahil oldular , ki Miray bayıldı bu duruma. Tatile gitmeden önce sosyal açıdan çekingen olan evladım, şimdi yolda hoşuna giden herkese öpücük atıyor, göz kırpıyor, el sallıyor filan. Vallahi şaşkınım dostlar. 

       Ben genelde havuz olayına karşıyımdır, tercih etmem. "Gitmişken denize gireyim, güneşleneyim; havuz her yerde var. " Diyen biriyim. Ancak otelin bulunduğu bölgede deniz pek bir dalgalıydı. Miray korkunca ve bize sıkıca sarılıp asla kucağımızdan inmeyince; mecburen otelin Aquapark bölümündeki bebek havuzu kısmına girdik. Her gün denizi denedik ama her gün hüsranla bebek havuzuna girdik :)) Arada eşimle yer değiştirerek yetişkin havuzuna geçiş yapabildik çok şükür. Hatta yetişkin havuzunda müzikli sporlu bi aktivite yapılıyordu. " Aman elime mi yapışacak ben de az spor yapayım. " Dedim. Aman allahım, ne zor şeymiş meğerse. Sporu filan değil, o deniz makarnasına düğüm atarak yapılan bi kısım vardı. Benim düğümüm her defasında açıldı. Ben bıraktım artık müziğini, hareketleri takip etmeyi filan düğüm atmaya çalıştım. İşte ben orada elendim arkadaşlar, benim makarnam öyle bir şekli reddetti. Ben de havuzda sporu reddetmiş oldum böylece. Zaten sonra Miray beni istedi. Kocam mutlu ayrıldı gruptan :)) 

       Tatilin üçüncü günü kızımın ateşi çıktı. Eşimle nöbetleşe bakarak bir gün içerisinde ateş konusunu çözdüğümüzü düşündük. Normal tatilimize devam ediyoruz tabiki bir yandan. Ateş yüksek olmayıp çocuğun genel hali de iyi olunca bir rahatlık oluyor insanda. Ama gör, ben kendi içimde nasıl triplerdeyim. "Bebeğimin ilk ateşi çıktığında nasıl panik olmuştum, şimdi nasıl sakin bir şekilde yaklaşabiliyorum olaylara. " Filan diyorum, aynada panik olan yanıma göz kırpıyorum. " Gör bak nasıl ana olunuyormuş" Diyorum. Eşimle de farkındalığımı paylaşıyorum ki o da ebeveynlik konusunda kendisine point versin. Böyle de empatik bir eşim çünkü. Bu şekil güzelce, başka sorun olmadan tatili bitirdik. Döneceğimiz gün bende bir boğaz ağrısı başladı."  Klimadandır, geçer nasılsa. " Dedim. Eve geldik, bildiğin dünyayı flu görüyorum. Böyle otomatik pilotta iş yapıyorum ama kafamda her şey bulanık. "Yolculuk yordu, sabaha düzelir. " Dedim. Düzelmedi arkadaşlar. Daha da kötü oldum. Dahası Miray da benim gibi hasta. Öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı filan derken baya zorlu günler geçiriyorum. 

      Bu şekil dolaşıyorum etrafta bak. Akşam ben öksürüyorum, Miray burnunu çekiyor. Eşim de gülmek istiyor ama kendisini zor tutuyormuş gibi telefonuna bakıyor. "Söyle söyle, neye gülüyorsun içten içe? " Dedim. " Tatildeyken hastalık işini hallettik diye nasıl havalara girmiştik, şu hale bak. Ona gülüyorum. " Dedi. Ben de onunla birlikte gülmeye çalıştım tabi. Sonra gülemedim, öksürük krizine girdim çünkü. Şimdi de aynı sebepten uyuyamıyorum. O sebeple kendinize iyi bakın, klimaya da salgına da dikkat edin arkadaşlar. 

Mirkelam- Asuman Pansuman

12 Temmuz 2023 Çarşamba

Nostaljik Hisler

      Bazen diyorum ki, keşke daha erken doğsaymışım. Böyle 70'lerde doğsam mesela, 90'ların enerjik genci olsaydım. Mis gibi Türkçe Pop şarkıları çıksaydı 20'lerimde, Rock festivallerinde alsaydım yerimi. Yaşasaydım doya doya. 
      93'te doğdum, 30'u doldurdum şimdilerde, ne oldu? Sanki ucundan yakalamış ama doya doya da yaşayamamış gibi hissediyorum Türkiye'nin en güzel yıllarını. "Azıcık da olsa tatmış olmak bile güzel." diyorum ama yeterli gelmiyor bir yandan da. 
     Ben çocukken TV izlemek en sevdiğim aktivitelerden bir tanesiydi. Kanal D Çizgi Film Kuşağı vardı, abimle her sabah erkenden kalkar onu kaçırmamaya çalışırdık. Sonra annem kahvaltı hazırlardı. Nutella yoktu ama bardakta ya da kâse gibi cam bir kapta satılan çikolata vardı. Annem çikolata bitince dışını atmaz kullanırdı. O zamanlar çikolata yemek lükstü diye hatırlıyorum. LC Waikiki'den giyinmek lükstü mesela. Çocuk aklımla çok bilmezdim marka filan. Arkadaşlarım da bilmezdi zirâ. Ekonomik koşullar o zamanlar iyi değildi diye anlatıyorlar anne babam ama bunun bize olumsuz bir yansıması olduğunu hatırlamıyorum. Sanki çevremdeki herkes bizim gibiydi. Zaten tek derdimiz sabahtan akşama ip atlamaktı, öyle ya mahallede oynayan son çocuklar olduğumuzu söylüyorlar. Şanslıydık. Abimin rengârenk bilyeleri vardı, koleksiyon yapmıştı. En güzel renklerini gizlice çalıp oynamaya bayılırdım. Sonra akşamları yine tv izlerdik ailecek. Tv programlarında neşe vardı sanki. Babam arada âşık atışması açar, gülerdi. Bazen programlarda sanatçılar ağlarlardı. Büyüklerimiz de duygulanırdı. Çocuk aklımızla çok anlamazdık, ama garipsemezdik de. Duyguları yaşamak ne kadar normal geliyordu. 
       Biraz daha büyüdüm. Beyaz Show müptelası oldum sonra. Sanatçılara hep ilgi duydum diye hatırlıyorum, nasıl o sanata merak sarmışlar nasıl oldu da o kadar ustalaştılar? Ne yaptılar bunun için? Tabi o zamanlar Beyaz Show'da elli tane davetli olmazdı. İki üç tane konuk olurdu ve kaliteli sohbetler ederlerdi. En azından ben bazı sorularımın cevabını alırdım. 
         Müzik kanalları zaten başka bir alemdi. Yeni yeni çıkan kanallar olurdu. Sabahları hep çok hızlı konuşan bir sunucu vardı bu kanallarda. Bazen müzik dünyasından konukları olurdu. Röportaj yaparlardı. Zaten Türkçe Pop'un harika olduğu dönemler...Ne çalsalar dinleniyordu. 
         Eurovision'a katılıyorduk bi ara. Sertab Erener'in Eurovision'a katıldığı yıl benim de gerçek bir bilinçle ve fanatizmle Eurovision izlediğim seneydi. Kazandığımızda mutluluktan  bir süre uyuyamamıştık ailecek. Sonuna kadar hak etmişti Sertab. Bu sefer diğer ülkeler de hakkımızı yememişti :)) O günden sonra oyunlarımızda uzun süre "Ebru banyodaykeeen... " Diye şarkı söyledik. Oradaki dans kareogrofisini canlandırmaya çalıştık. Televizyonlardan ilham alıp ne çok oyun oynamışız bak. 
         Yedi numara, Kuzenlerim, Evdeki Yabancı, Eyvah Babam, ..... ne güzel dizilerdi. O zamanlar dizi süresi bu kadar uzun değildi. Tabi biz bu dizileri yaz tatillerinde tekrarları yayınlanınca izleyebildik. Ama olsundu. Aa bu arada Trt 1'de Japon Animeleri koyarlardı. Ay Savaşçısı'nı çok severdik arkadaşlarımla. Hepimiz oradaki bir karakter olurduk. Ben mesela Venüs Savaşçısı'nı beğeniyordum. O olmuştum sözde. Resim dersinde herkes kendi karakterini çizmeye çalışıyordu. 
         Ergenliğe ilk adım attığım yıllar Salsa, Trendy gibi dergiler vardı. İçeriğini çok hatırlamasam da kız dergileriydi bunlar ve her sayısında güzel posterler yer alıyordu içine. Babam bir sinemaseverdi. Ve bizim ilçede sinema olmadığından Adana'ya giderdik sıkça. Truva filmini izledikten sonra Brad Pitt aşığı olmuştum. Salsa dergisi Truva'daki Brad'in posterini koymuştu. Uzun süre odamın duvarını süsledi kendisi. Ah sinema diyordum, Yüzüklerin Efendisi hayranı olan babam filmin vizyona gireceği gün erkenden götürürdü bizi Adana'ya. O sıralar İncirlik'te Amerikalılar vardı ve onlar da aynı sebepten akın ederlerdi Real AVM'ye. Başka bir ülkeye gelmişim gibi hissederdim. Derslerde öğrendiğim İngilizceyle çat pat konuştuğum olmuştu da ne mutlu olmuştum. Başka ülkelere gitme, başka dilleri ve insanları tanıma isteğim belki orada doğmuştur kimbilir. 
         Şimdi bakınca ben de çok güzel şeyler yaşamışım. Ucundan kıyısından da olsa yakalamışım bir şeyleri. En azından bu ülkedeki insanların samimi şekilde duygularını gösterebildiği, gülebildiği, hayal kurabildiği, geleceğe umutla bakabildikleri döneme yetiştim. Şimdi instagram storyleri kadar yapmacık geliyor bazı yaşantılar. Tv açmıyorum zaten ne zamandır. Benden daha büyüklerle oturup sohbet ettiğimde fark ediyorum ki, onlar da hep gençliklerinden bahsedip gülüşüyorlar. Çok seviyorum onların o hallerini ve onların uzun uzun daldıkları şeyin özlemini duyuyorum içimde. Daha fazlasını yaşayabilme isteğiyle doluyorum. Ruhum bu zamanlara ait değilmiş gibi hissediyorum. Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" Şiiri ne güzel anlatmış aslında:
 

"Her yere yetişilir  
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama 
Çocuğum beni bağışla 
Ahmet Abi sen de bağışla 
Boynu bükük duruyorsam eğer 
İçimden öyle geldiği için değil 
Ama hiç değil 
Ah güzel Ahmet abim benim 
İnsan yaşadığı yere benzer 
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 
Suyunda yüzen balığa 
Toprağını iten çiçeğe 
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 
Konyanın beyaz 
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer 
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir 
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları 
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına 
Öylesine benzer ki 
Ve avlularına 
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) 
Ve sözlerine  
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki) 
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer 
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne 
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına 
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına 
Minibüslerine, gecekondularına 
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. "


Parliament Sinema Kulübü

9 Temmuz 2023 Pazar

"Olduramadım"

   

        Bazı insanlar vardır. Gerçek hayatta hiç tanışmamışsınızdır , oturup konuşmuşluğunuz filan yoktur. Belki siz onu tanıdığınızda çoktan bu dünyadan göçüp gitmiştir; başka zamanların insanısınızdır. Ama bilirsiniz, ruhunuz bilir;  onun bu dünyada bulunmuş olması, bir ses, bir yazı ya da herhangi bir şey bırakması dahi bir fark yaratmıştır; hissedersiniz. Bu dünyada iyi şeylerin olduğuna, güzel kalplerin bulunduğuna, hatta kötülükle iyiliğin yarıştığı bu geçici yerde iyilerin kötülerden fazla olduğuna dair inancınıza can suyu gibidirler. Sadece  tanımış olmak bile umut duygunuzu korumanız için çok önemli bir sebeptir. Yaşarken nasıl birleştirici bir etkileri varsa, yaşama veda ederken de aynı birleştirici etkiyi yaratırlar. Her kesimden insan, kötü tek bir cümle ya da söz bulamaz arkasından. 

       Ben şu an 30 yaşındayım. Hiç hazır değilken  çocukluktan çıktığım, yetişkin olmak istemediğim ve korktuğum ergenlik yıllarımda edebiyata, müziğe, sinemaya tutundum. İçimde duygularımın her birinin bangır bangır bağırdığı düzensiz bir orkestra vardı. Sanata dair şeylerle ilgilenmek bir nebze olsun dinginlik veriyordu iç dünyama. Quenn'le tanıştım o yıllarda. Freddie Mercury'i ayrı bir yere koydum kalbimde. Ben doğmadan önce vefat ettiğini öğrenince yas tuttum. Sonra sınıf arkadaşım Bekir, hani hep kulaklığıyla gezen çocuklardandı o da, bana MFÖ Ali Desidero dinletti. O  vakte dek bildiğim şarkıları vardı ancak bu çok farklı geldi. Diğer şarkılarını da bulup dinledim sonra. Özellikle Özkan Uğur'un "Olduramadım" Şarkısını odamda bağıra bağıra söylerken , benim hislerimi bundan daha iyi anlatan başka bir şarkı olduğuna inanmadım. Farklı hissettiğim, bir kaba sığamadığım ve sığmak istemediğim, kalıplardan nefret ettiğim o dönemde bu şarkı beni anlıyordu sanki. Omzumu sıvazlıyordu. 


       Ne diyeyim, hayran kaldım ben ona. Hem gitar çalacak, hem söyleyecek, aynı anda o müthiş enerjisiyle dans edip bir de tiyatral yönünü konuşturacak... Röportajlarına denk geldiğimde öyle çok sevdim ki ruhunu, insancıl yönünü... 

       Vefat haberini öğrenince çok üzüldüm, çok üzgünüm. Sonra bunlar geldi aklıma. İlk gençlik çağlarım... Tüm o hissiyatlar... Yazmak istedim. Öylece geçmek istemedim. Eminim birçok insana çok farklı şekilde dokundu Özkan Uğur, bendeki etkisini paylaşmak istedim.  

      Ölüm yaşamın bir parçası ama ben ölümü sana  yakıştıramadım Özkan abi, "olduramadım"... İyi ki vardın bu dünyada. Yattığın yer incitmesin, ışıklar içinde uyu inşallah🙏

Özkan Uğur- Olduramadım

5 Temmuz 2023 Çarşamba

"Seni sevdiğim için söylüyorum"

    İlk bakışta ne kadar masum ve düşünceli gelen bir söz değil mi? " Seni sevdiğim için söylüyorum..... Bak seni düşündüğüm için söylüyorum.... " Peki içeriği gerçekten öyle midir bu sözün? 

    Neden böyle bir giriş yaptım, anlatayım. İş yerinde sosyal olarak kendimi daha yakın hissettiğim bir grup var. Bebekten önce buluşmalarına beni de çağırırlardı, giderdim. Mutlu da olurdum yaptığımız sohbetten, geçirdiğimiz vakitten. Ama bebekten sonra, ki benim bebeğimin ilk bir yılı aşırı zordu maâlesef, pek görüşme imkanımız olmadı. Bebeğim alerjik bir bebek olduğundan ben de emzirdiğim için diyet yapıyordum. Süt ya da süt ürünü içeren hiçbir şeyi yememem gerekiyordu ve üstüne bir de kolik bir bebek olunca o ağlıyordu ben ağlıyordum yani. Anne babalarımız da uzakta olunca destek alabileceğimiz kimse de yoktu haliyle. Eşim sağ olsun, birlikte atlattık tüm zorlukları. Tabi zaman zaman birbirimiz üzerinden attık gerginliğimizi ama o da artık o sürecin doğal bir getirisiydi. Olağanüstü zamanlardan geçerken olağan şeyler beklememeyi öğrendik diyeyim. Bu süreçte bana en iyi gelen şey bulabildiğim fırsatta yürüyüp bebeğimi uyuturken telefondan kitap okumak oldu. Çok güzel kitaplar bitirdim ve o şekilde güç buldum. Tabi tüm bu anlattığım şeyleri düşünürseniz, neden sosyalleşemediğimizi de tahmin edebilirsiniz. Sürekli ağlayan bir bebek, dışarda süt ürünü içermeyen yiyecek bulmanın zorluğu, emziriyor olmak vs. Derken ortamlardan uzak kaldık. 

      Bir yılın sonunda bebeğim artık daha iyiydi ve alerjisi de büyük oranda geçmişti. Ben işe başladım. İş ortamında tekrardan sosyalleşiyor olmak bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Ama dedim ya, anne ve babalar uzakta olup hastalık vs gibi sebeplerden gelemeyince önce küçük bir bakıcı maceramız oldu. Sonra kız kardeşim sağ olsun o geldi bize destek oldu. Tüm bu süreçleri oturtmak, sorumlulukların dengesi yine eşimle benim birçok konuda fedakârlık yapmamızı gerekli kılıyordu. Arkadaşlarla dışarıda buluşmayı ben de özlüyordum ama cidden buna imkânım yoktu. İş yerindeki arkadaşlarım buluşmaya devam ettiler. Beni de çağırıyorlardı, bir iki kez şartları zorlayıp gittim ancak diğer buluşmalarda nazikçe gelemeyeceğimi söyledim. Büyükşehirde trafiği çekip bir yere gitmek orada da çok uzun kalamadan aynı trafiği çekerek eve gelmek, evdeki sorumluluklar.... "Trafikte geçireceğim vakitte evde uyurum belki. " Diye düşünüyordum. Açıkçası kendime vakit ayırmaya öyle çok ihtiyacım vardı ki zamanım olsa önceliği kendime verirdim herhalde.  Ancak bana karşı tavır ve söylemleri değişmeye başladı. Bak şu şekil bir söylemi anlarım: " Seni aramızda görmeyi çok istiyoruz. Sen de yoğunsun ama nasıl yapsak da iş dışında da görüşsek? " Gibi bir yaklaşım beni ziyadesiyle mutlu edebilirdi. Ama bana yapılan söylemler şu şekilde oldu: " Bak çocuktan sonra çok eve kapandın. Oksijen maskesi önce anneye biliyorsun ki. " gibi söylemler yerini sanki ben sorunlu biriymişim gibi " Çok mu titizleniyorsun acaba her şeye? Bak böyle olmaz. Çocuk bir şekilde büyür nasılsa, sen böyle eve mi kapanacaksın o büyüyene kadar? " Gibi söylemlere vardı. Cümlelerin sonunda değişmeyen ifade hep şu oldu: " Bak seni sevdiğim için söylüyorum. Valla seni düşündüğümüz için.... " Gibi cümlelere... 

        Ben elbette cevaplarımı nezaket çerçevesinde verdim. Neye ihtiyaç duyduğumu, şu süreçte bana neyin iyi geleceğini, onlarla iş ortamında buluşmanın dahi bana iyi geldiğini ama fazlasını şu an için yapamayacağımı anlattım. Ama bir şekilde mesafelendim ve mesafelenmek istedim. Çünkü bu tür söylemler bana çok tehlikeli geliyor. Karşındaki insanı anlamaktan uzak, sadece kendi düşünce ve yaşayış standardını karşındakine dayatırcasına ve o kabul etmeyince de karşındaki insanı etiketlercesine söylemler gibi geliyor... Kim bunu ister ki? 

        Bu tarz örnekler yaşamımımda hep oldu ve olacak biliyorum. Ve ben karşımdaki kişi  derdini anlatıp benim fikrimi sormadan asla bir yorum yapmamaya çalışıyorum. Çünkü ben karşımdaki kişiden daha mı akıllıyım? Ne haddime? Çok seviyorsam o kişiyi, onu anladığımı gösteren şeyler söyleyebilir ya da onun yanında olabilirim değil mi? Böylesi denk hissettiğim ilişkilerde kendimi daha iyi hissediyorum. Ve cidden istenmeden verilen aklın sonu gelsin istiyorum. 

       Öyle işte. Bu da böyle bir anımdı diye bağlayayım :) İçimi döktüm, rahatladım. Ohh. 

:)) 

   Sezen Aksu- Karşıyım

4 Temmuz 2023 Salı

Mini Dizi Tavsiyesi: Fleishman is in Trouble

       Film, dizi izlemeyi ya da kitap okumayı çok sevsem de vakit kıtlığı yaşıyorum. Haliyle eğer bir filme ya da diziye vakit ayıracaksam gerçekten kaliteli bir yapım olduğuna inanmam gerekiyor. Hele bir de mini diziyse çok daha iyi benim için, ne kısa ne uzun tam tadında bitiyor.

      "Fleishman is in Trouble"  8 bölümlük bir mini dizi ve ne zamandır Disney'de karşıma çıkan bir yapımdı. Oyuncularına ve de konusuna bakınca bir şans vermek istedim. Bir solukta izledim diyemesem de  bulduğum her boşlukta izledim. Gerek konusu, gerek dizinin farklı bakış açılarından anlatılması, orta yaş ve evlilik ilişkisini ele alış şekli.... Beni diğer zamanlarda da bolca düşündüren bir dizi oldu diyebilirim. 
    
        Efendim lafı uzatmadan konusuna geleyim: Toby Fleishman eşinden boşanmış iki çocuklu bir doktor. Eski eşi Rachel çocukları bir süreliğine Toby'nin evine bırakıyor ve alması gereken zamanda almıyor, telefonlara cevap vermiyor. Adeta ortadan kayboluyor. Bu süreçte biz Toby'nin boşanma sonrası psikolojik durumuna şahitlik ediyoruz. Boşandıktan sonra randevu sitelerine üye olan Toby başka kadınlarla randevulara çıkmaya başlıyor. " Vayy be bunca zaman ben ne kaçırmışım"  hissiyatı ile " Ben bu hale nasıl geldim? " sorgulamaları arasında gelgitler yaşıyor. Öte yandan evliliği süresince görüşmediği üniversiteden çok yakın arkadaşları Seth ve Libby ile yeniden bir araya gelmeye başlıyorlar. Onlara evliliğini anlatıyor Toby. Anlatmaya ihtiyacı var çünkü ve biz Toby'nin evliliğini onun bakış açısıyla izliyoruz kesitler halinde. Sonra eski eşi Rachel'ın bakış açısından da görme şansımız oluyor bu evliliği. Ki 7. bölüm beni çok etkiledi diyebilirim. Ha bu arada, Toby'nin durumu arkadaşı Libby üzerinde de bir etki yaratıyor. Libby de gerek evliliğine dair, gerek  yaşama ve ilişkilere ilişkin sorgulamalar içerisine giriyor. Ya da kendi iç dünyasıyla yüzleşme imkanı buluyor da diyebiliriz. 

       Yani diziyi anlatmak istiyorum ama çok fazla spoiler vermek de istemiyorum. Fakat öyle bir his bıraktı ki bende oturup bu diziyi izleyen dostlarla tartışmak ve üzerinde düşünmek istediğim birçok konu kazandırdı bana. 

       Bu arada ben anlatırken nasıl bir hissiyat uyandırdı bu dizi sende bilmem. Ama çok da depresif bir hava yok dizide, merak ettiren bir yanı var ayrıca. Söylemeden geçmeyeyim, yetişkin içeriklerin olduğu bir dizi o sebeple çocuklarla izlenmesini de önermem.  Bu anlattıklarım ilgini çektiyse bir şans vermeni öneririm. Ve izledikten sonra burada düşüncelerini paylaşmanı çok isterim. Şimdiden iyi seyirler dilerim :) 

      
        

12 Haziran 2023 Pazartesi

Bir dizi en çok neyin olabilir?

       

       Daha önce belki hiç bahsi geçmedi burada, ki şaşkınım bu duruma. Neden daha önce hiç bahsetmedim bilmiyorum, kendime mi saklamak istedim acep, belki :) Sana fan club üyesi olduğum bir diziden bahsetmek istiyorum bugün. Belki ismini çokça duyduğun, ucundan kıyısından izlediğin; belki sarmadı diye kapadığın ya da kim bilir benim gibi çok sevdiğin... Hazırsan ismini açıklıyorumm...ummmm...mmmm: How I Met Your Mother.

      Bak daha ismini söyler söylemez içim yumuş yumuş oldu. Sıcacık bir duygu seli dolandı içimde. Cidden bak, abartmıyorum, inanılmaz seviyorum.  Bu dizinin benim için anlamını sana şöyle açıklamaya çalışayım.

      

    Üniversitedeyim. Toksik bir ilişkim var, daha önce hiç sevgilim olmadığından hislerime dair ne anlamam gerektiğinden, nasıl düşünmem gerektiğinden emin değilim. Ama boğuluyormuş gibi hissediyorum. İyi hissetmiyorum. Üniversiteden hocamın biri bahsettiği için bu diziye bir şans vereyim diye başlıyorum o can sıkıntısıyla... İlk bölüm, ehh işte. Ama samimi geliyor, izlerim ben bunu diyorum. Devam ediyorum. İki bölüm, üç bölüm,... derken birinci sezon bitiveriyor. Hayatımda düzelen pek bir şey yok ama kendimi daha iyi hissediyorum. Dizideki Ted'e yakın hissediyorum kendimi, Lily ve Marshall'ın ilişkisiyle kendi ilişkimi kıyasladığımı fark ediyorum. Onlar gibi olmak değil amacım ama sağlıklı bir ilişkide kişilerin nasıl hissettiğini daha net fark ediyorum. Kendimle ve ilişkimin toksik yönüyle yüzleşir gibi oluyorum. Ama halen çok acemiyim. Mutlu olmadığımı kendime itiraf ediyorum. Sonunda. Bu arada bu dizinin diğer sezonlarını  aynı zamanda en yakın arkadaşlarım olan ev arkadaşlarımla izliyoruz. Aynı bölümde okuduğumuzdan, bolca konuşuyoruz bazı bölümlerin arkasından. Çünkü komedi dizisi olarak bilinse de  hayata dair çok güzel tasvir ve tespitleri olan da bir dizi. Hakkını veriyoruz. Son sezona gelince bırakıyorum ben izlemeyi. Çünkü vedalarla aram iyi değil. Bu dizi biterse başka bitişleri de kabul etmem gerektiğini hissediyorum. Son sezonu izlemiyorum. 

     Üniversite bitiyor. Evimizi kapatıp hayatımızın en önemli evrelerinden birine, birbirimize veda etmek öyle zor geliyor ki... Kafamız çok karışık, gelecek belirsiz, belirsizlikle baş etmek çok zor. Bu arada her güzel şey bitiyor benim toksik ilişki devam ediyor. Neden? Çünkü tüm iyimserliğimle ve  daha iyi hale getirebilirim çabam ufak da olsa meyvesini vermiş. Enerjim  daha bitmemiş ya da ayrılığa ayıracak gücüm kalmamış. İkisi de mümkün. Ben yine izlemeye başlıyorum. Son sezon dışında rastgele bölümler açıp izliyorum. Beni sarıp sarmalıyor sanki. Lily Ted'e değil de bana söylüyor  bazı tespitlerini. Barney'nin tüm şebekliklerine gülüyorum, çünkü o Barney :) Marshall'ın marşmelov tadında kişiliği hayatıma renk katarken, Robin'in sert taraflarına hayran kaldığım oluyor. Çünkü bazen önemli konularda duruşun net olmalı değil mi? Hepsi ailem oluyor senin anlayacağın.

     Üniversiteden sonra evde geçirdiğim boş bir 6 ayın  sonunda hayallerime kavuşuyorum. Üniversite okuduğum şehre atanıyorum. Aslında mutlu olmam gerek ama  mutsuzum. Ailem memleketi tercih etmediğim için bana küsüyor adeta, toksik erkek arkadaşım da atandığım şehre geliyor. Evlilikten filan bahsediyor, ama ilişkimiz evlilikten fersah fersah uzaklıkta bir bağda. Tabi o an ben de bunun çok farkında değilim, belki aynı şehirde düzeltiriz diye düşünüyorum. Bu düzeltme saplantısını kimden nasıl öğrendiğimi o dönem hiç sorgulamıyorum. Tek bildiğim, hayallerime kavuşmuşken kendimi çok yalnız hissettiğim gerçeği. Açıp izlemeye başlıyorum tekrardan. Yeniden arkadaş edinmem gerektiği farkındalığına varıyorum. Ediniyorum da, hem de çok tatlı insanlarla tanışıyorum. Edindiğim dostluklar güç veriyor bana. İlişkimi daha açık anlatmaya başlıyorum. Ayna tutuyorlar mutsuzluğuma. Yeniden nefes almaya başlıyorum. Ve kararlar veriyorum. Toksik ilişkime nihayet bir son veriyorum, ailemle olan küslüğümde sergilediğim duruş meyvesini vermeye başlıyor. En azından kendi içimde kendimi desteklemeye başlıyorum. Nefes aldıkça yeni şeyler deniyorum. Yürüyorum, nefes alıyorum. Arkadaşlarımla bir araya geldikçe ferahladığımı hissediyorum. Yeniden kitap okuma alışkanlığıma dönüyorum. Kendime dair çalışmaya başlıyorum. Toksik ilişkim beni yorduğu kadar öğretici de olsun bari değil mi?

      Bu süreç beni eşimle tanıştırıyor. Sağlıklı ilişkide kişiler kendilerini nasıl hissederdi? Mutlu, huzurlu, dengeli, ne olursa olsun iletişime açıklığın verdiği rahatlık, güven...Hissediyorum. Sağlıklı ilişki olması için ne yapmak gerekirdi? Öğreniyor ve emek veriyorum. Karşılıklı olduğunu bilerek. Evleniyorum. Mutlu bir süreçten sonra aramıza bir insan tanesinin katılacağını öğreniyorum. Çok mutluyum, korkuyorum, kaygılarım az değil ama çok iyi hissediyorum. Eşimle TV izlerken How I Met Your Mother'ın ilk bölümüne denk geliyoruz. Her akşam iki bölüm koyuyorlar aynı saatlerde. Eşim daha evvel hiç izlememiş, o da çok severek izliyor, karnımda bebeğim arada hareket ediyor. Bu sefer o son sezonu izleyebiliyorum.  Mutluyum. 

      Şimdi bir dizi bir insanın en çok neyi olabilir?  Bu dizi benim hayatımdaki önemli dönüm noktalarımın, kendimi bulma çabalarımın, mutlu anlarımın, boğuluyormuş gibi hissettiğim zamanlarımın eşlikçisi oldu. Her bir karakter ailem oldu. Kazadan çıkmış gibi bitirdiğim günlerimin akşamında elime tutuşturulan bir bardak sıcak çikolata oldu. Bugün biliyorum ki, kendimi kötü hissedersem onların her akşam buluştuğu masada kendime bir sandalye kapıp soğuk biramı içebilirim ya da kanepede Star Wars serisini bitirebilirim. Her şeye rağmen hayat LEGEN.....wait for it..... DARY!! :)))


.

2 Mayıs 2023 Salı

Only Murders in the Building



         

        Bir süredir ismini çokça duyduğum, ilgimi çeken bir diziydi "Only Murders in the Building" dizisi. Nihayet izlemeye başladım ve ilk sezon çabucak bitti bile. İkinci sezona geçmeden yazmak istedim, çünkü kendisini pek bi sevdim. 

     Arconia adlı  apartmanda yaşanan cinayetle başlıyor dizi. Üç birbirine benzemeyen, ancak aynı cinayet podcast serisini izleyen apartman sakininin  bu cinayet sonrası bir araya gelişini izliyoruz. Podcast dinlemeyi sevdiğim için, yollarının bu şekilde kesişmesi de hoşuma giden detaylardan oldu. Onun öncesinde oldukça asgari düzeyde olan iletişimleri, apartmanlarında yaşanan cinayeti aydınlatma adına bir dostluğa dönüşüyor.   Kendi cinayet podcast yayınını  yapmaya başlıyorlar. 
   
    Steve Martin'in ses tonuna bir kez daha hayran kaldığım, Martin Short'un Oliver Putnam'ı oynamadığı adeta Oliver Putnam olduğu dizide, Selena Gomez'in de gayet iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Mabel Mora gibi bir karakter için gayet iyi bir seçim olmuş Selena. 




        Ben dizilerde en çok samimiyet arıyorum sanırım. Karakterlerin baştaki yalnızlıklarının, bir araya gelişlerinden sonra azaldığı; gelişen dostluklarıyla birlikte kendi kişisel hayatlarında da bazı çözümlemeler yaşadıklarını izlemek beni keyiflendiriyor. Bu dizide bunu bulmak da hoşuma gitti açıkçası. 

        Ve müzikler.... Bir diziyi ya da filmi benim için özel kılan şeylerden bir tanesi de müzikleridir. O yapıma dair zaman içerisinde birçok şeyi unutsam da müziklerini sevdiysem çevirir çevirir dinlerim. Bu dizinin müziklerini de çok sevdim. Çekimlerin daha çok Arconia apartmanında geçtiğini düşünürsek görsellik açısından da zengin olmayı başarabilen hoş bir yapım olmuş. Gizemli, samimi, biraz komedi, azcık da tuhaf bir dizi arayanlara sevgiyle öneririm. İyi seyirler şimdiden ! :))