"Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. "
geçmişe özlem. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
geçmişe özlem. etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
12 Temmuz 2023 Çarşamba
Nostaljik Hisler
Bazen diyorum ki, keşke daha erken doğsaymışım. Böyle 70'lerde doğsam mesela, 90'ların enerjik genci olsaydım. Mis gibi Türkçe Pop şarkıları çıksaydı 20'lerimde, Rock festivallerinde alsaydım yerimi. Yaşasaydım doya doya.
93'te doğdum, 30'u doldurdum şimdilerde, ne oldu? Sanki ucundan yakalamış ama doya doya da yaşayamamış gibi hissediyorum Türkiye'nin en güzel yıllarını. "Azıcık da olsa tatmış olmak bile güzel." diyorum ama yeterli gelmiyor bir yandan da.
Ben çocukken TV izlemek en sevdiğim aktivitelerden bir tanesiydi. Kanal D Çizgi Film Kuşağı vardı, abimle her sabah erkenden kalkar onu kaçırmamaya çalışırdık. Sonra annem kahvaltı hazırlardı. Nutella yoktu ama bardakta ya da kâse gibi cam bir kapta satılan çikolata vardı. Annem çikolata bitince dışını atmaz kullanırdı. O zamanlar çikolata yemek lükstü diye hatırlıyorum. LC Waikiki'den giyinmek lükstü mesela. Çocuk aklımla çok bilmezdim marka filan. Arkadaşlarım da bilmezdi zirâ. Ekonomik koşullar o zamanlar iyi değildi diye anlatıyorlar anne babam ama bunun bize olumsuz bir yansıması olduğunu hatırlamıyorum. Sanki çevremdeki herkes bizim gibiydi. Zaten tek derdimiz sabahtan akşama ip atlamaktı, öyle ya mahallede oynayan son çocuklar olduğumuzu söylüyorlar. Şanslıydık. Abimin rengârenk bilyeleri vardı, koleksiyon yapmıştı. En güzel renklerini gizlice çalıp oynamaya bayılırdım. Sonra akşamları yine tv izlerdik ailecek. Tv programlarında neşe vardı sanki. Babam arada âşık atışması açar, gülerdi. Bazen programlarda sanatçılar ağlarlardı. Büyüklerimiz de duygulanırdı. Çocuk aklımızla çok anlamazdık, ama garipsemezdik de. Duyguları yaşamak ne kadar normal geliyordu.
Biraz daha büyüdüm. Beyaz Show müptelası oldum sonra. Sanatçılara hep ilgi duydum diye hatırlıyorum, nasıl o sanata merak sarmışlar nasıl oldu da o kadar ustalaştılar? Ne yaptılar bunun için? Tabi o zamanlar Beyaz Show'da elli tane davetli olmazdı. İki üç tane konuk olurdu ve kaliteli sohbetler ederlerdi. En azından ben bazı sorularımın cevabını alırdım.
Müzik kanalları zaten başka bir alemdi. Yeni yeni çıkan kanallar olurdu. Sabahları hep çok hızlı konuşan bir sunucu vardı bu kanallarda. Bazen müzik dünyasından konukları olurdu. Röportaj yaparlardı. Zaten Türkçe Pop'un harika olduğu dönemler...Ne çalsalar dinleniyordu.
Eurovision'a katılıyorduk bi ara. Sertab Erener'in Eurovision'a katıldığı yıl benim de gerçek bir bilinçle ve fanatizmle Eurovision izlediğim seneydi. Kazandığımızda mutluluktan bir süre uyuyamamıştık ailecek. Sonuna kadar hak etmişti Sertab. Bu sefer diğer ülkeler de hakkımızı yememişti :)) O günden sonra oyunlarımızda uzun süre "Ebru banyodaykeeen... " Diye şarkı söyledik. Oradaki dans kareogrofisini canlandırmaya çalıştık. Televizyonlardan ilham alıp ne çok oyun oynamışız bak.
Yedi numara, Kuzenlerim, Evdeki Yabancı, Eyvah Babam, ..... ne güzel dizilerdi. O zamanlar dizi süresi bu kadar uzun değildi. Tabi biz bu dizileri yaz tatillerinde tekrarları yayınlanınca izleyebildik. Ama olsundu. Aa bu arada Trt 1'de Japon Animeleri koyarlardı. Ay Savaşçısı'nı çok severdik arkadaşlarımla. Hepimiz oradaki bir karakter olurduk. Ben mesela Venüs Savaşçısı'nı beğeniyordum. O olmuştum sözde. Resim dersinde herkes kendi karakterini çizmeye çalışıyordu.
Ergenliğe ilk adım attığım yıllar Salsa, Trendy gibi dergiler vardı. İçeriğini çok hatırlamasam da kız dergileriydi bunlar ve her sayısında güzel posterler yer alıyordu içine. Babam bir sinemaseverdi. Ve bizim ilçede sinema olmadığından Adana'ya giderdik sıkça. Truva filmini izledikten sonra Brad Pitt aşığı olmuştum. Salsa dergisi Truva'daki Brad'in posterini koymuştu. Uzun süre odamın duvarını süsledi kendisi. Ah sinema diyordum, Yüzüklerin Efendisi hayranı olan babam filmin vizyona gireceği gün erkenden götürürdü bizi Adana'ya. O sıralar İncirlik'te Amerikalılar vardı ve onlar da aynı sebepten akın ederlerdi Real AVM'ye. Başka bir ülkeye gelmişim gibi hissederdim. Derslerde öğrendiğim İngilizceyle çat pat konuştuğum olmuştu da ne mutlu olmuştum. Başka ülkelere gitme, başka dilleri ve insanları tanıma isteğim belki orada doğmuştur kimbilir.
Şimdi bakınca ben de çok güzel şeyler yaşamışım. Ucundan kıyısından da olsa yakalamışım bir şeyleri. En azından bu ülkedeki insanların samimi şekilde duygularını gösterebildiği, gülebildiği, hayal kurabildiği, geleceğe umutla bakabildikleri döneme yetiştim. Şimdi instagram storyleri kadar yapmacık geliyor bazı yaşantılar. Tv açmıyorum zaten ne zamandır. Benden daha büyüklerle oturup sohbet ettiğimde fark ediyorum ki, onlar da hep gençliklerinden bahsedip gülüşüyorlar. Çok seviyorum onların o hallerini ve onların uzun uzun daldıkları şeyin özlemini duyuyorum içimde. Daha fazlasını yaşayabilme isteğiyle doluyorum. Ruhum bu zamanlara ait değilmiş gibi hissediyorum. Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" Şiiri ne güzel anlatmış aslında:
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)