12 Eylül 2014 Cuma

Gitmekle Kalmak Arasında Bir Yerde


   Yine bir ayrılık günü öncesi ve yine içimdeki aynı hüzün! Geldim üniversitemin dördüncü yılına halen alışamadım şu günlere. Böyle içim sıkılıyor, ferahlamak amaçlı elimi uzattığım her şey bana üzülüyor gibi hissediyorum.


   Aslında bu hissettiğim hüznün temelinde ne olduğunu da biliyorum. Sanki bu her üniversite amaçlı evden ayrılışlarım aslında gitmekle kalmak arasındaki bir ayrımdan ziyade, daha çok büyümek ve küçük kalmayı istemek arasında kalışlarım, farkındayım. Bir yanım hep "Anne-babanın küçük kızı olarak kal." derken, diğer yanım da "Hayatta yaşayacağın neler var, git de ayaklarının üzerinde durmayı öğren, özgür ol." diyor. Sonra da kendime kızışlarım başlıyor. Ne vardı tee 14 saatlik uzaklığa gidecek kadar, yakın bir yere giderdin mis olurdu, diyorum. Kendi kendime atarlanıyorum. Böyle diye diye de üç seneyi bitirip dördüncü seneme geldim bunu da biliyorum. 
    Ahh bir de anne babamın hüznü var. Yani onlar bunca üzülmese, her gidişimde annemin o buruk gülümsemesini, babamın hüzünlü el sallayışını görmesem daha güzel olucak sanki. Bazen benim bu gidişlerimi daha kolay hale getirebilmelerini diliyorum, sonra çok şey istediğimi bilerek susuyorum. 
    Aslında ben anne babasının nazlı narin kızı da hiç olmadım. Onlar beni hep cesur olarak bilirler, genelde sakin ve soğukkanlı olan kızlarıyımdır ben onların. Oysa o veda anlarında bi taraflarımı nasıl sıktığımı hiç bilmediler onlar. Artık beni görmedikleri o ilk anda gözlerimden süzülen yaşları da görmediler. Muhtemelen burada yazdıklarımı da hiç fark etmediler. "Uyumlu kızları sakin duruşuyla halleder, güçlüdür o." diye düşünüyorlar biliyorum. Onlara artık büyüdüğümü ve kendi işlerimi kolayca yapabildiğimi pür neşeyle anlatırken,  üzülmelerini istemezken öyle çaba sarf ediyorum ki..O son gece geldiğinde ise bütün o güçlü, özgüvenli hallerim yerini hüzne bırakıyor. Kendimi küçük bir kız gibi görüyorum o her zamanki yatağımda yatarken. Sabah kalktığımda  yetişkin kız olarak uyanmak istediğimden emin değilim.
    Anılara bağlı yapım ve özgürlüğüme düşkünlüğümle kimbilir daha ne ikilemler arasında kalacağım! Bu geçiş evreleri zor gerçekten de. Hele de anne babanın gözünde hep küçükken, yetişkinliğe adım atmak biraz daha zorlaştırıyor bu durumu. Yine de tüm umudumla kucaklamak istiyorum gelecekteki 'ben'leri. Yerimde sayarak hayatı öğrenemem sonuçta. Her ayrılık günü bunları hissediceğimi biliyorum, ama üzüleceğim korkusuyla yaşamak da istemiyorum. O içimdeki küçük kız da hep kalsın orada. Ayy hüzünlü küçük kızım gülümsedi sonunda! :))
    Yazımı yazarken moddan moda girdim itiraf edeyim. Hüzünlü başlayan bir yazıyı umuda bağladım, mutluyum. Yine de yarın terminalde filan gözü yaşlı bir kız görürseniz şaşırmayın derim :)))

9 Eylül 2014 Salı


          Tim Burton'ın tarzına öyle hayranım ki! İzlediğim her filminde biraz daha seviyorum onu. Bir ünlüyle tanışma şansı verselerdi, Tim Burton aklıma gelen ilk isimlerden olurdu eminim. 
         Bu gece de annemi dinlemeyip, erken uyumadım. Evet, suçluyum. Öte yandan böyle bir filmi izlediğim için de çok mutluyum. Şayet uyusaydım, böyle güzel bir rüyanın içerisinde bulamayabilirdim kendimi. ( Bu da kendimi avutma şeklim olsun )
         Hayalle gerçeği bir arada seven, hayatın içerisinde küçük 'düşleme' anları yaratan ben gibiler için mikemmel bir film kendisi. Evet evet, resimde de görüleceği üzere "Big Fish" ten bahsediyorum.
        Ahh neresinden tutsam da nasıl anlatsam filmi sizlere! Öyle güzel ki. Bende bıraktığı etkiyi sözcüklerimle sizin zihinlerinizde oluşturmak isterdim. Sanki o kuracağım cümlelerin içindeki tüm sözcükler bir anda sihir sözcükleri olacakmış gibi geldi gözümün önüne şimdi. Daha parmaklarım yazarken sihirle uçuşuveren kelimeleri hayal edin :) Ayy ne harika!
       Şey, yine bir şeyler anlatmak isterken, başka yerlere saptım. Bu benim özelliklerimden yalnızca bir tanesi. Alışırsınız zamanla bence. E bi de masalsı bir filmden bahsederken zihnim hemen hayal kurmaya başlıyor, filmin de katkısını unutmayalım.
     Heh, ne diyodum? Tamam tamam, buldum. Bu filmi izlerken bir an olsun sıkılmadım. İzlemeden önceki yorumlara baktığımda filmi sevenlerin olduğu kadar sevmeyenlerin de olduğunu görmüştüm. Galiba yorumlara aldanmamak gerek. Film seçerken unutmamam gerekli notlarımdan birisi de bu olsun. Film daha başlar başlamaz etkisi altına aldı beni. Sanki küçük bir kız olarak yatağımda uzanmışım da masal dinlemeye başlamışım gibi. Sonra oradaki dostumla tanıştım. Kendisi masal anlatan, çılgın, kalbi büsbüyük bi adam :) Film ilerlerken bazen gerçekle masalı karıştırdığınızı hissediyorsunuz. Ama bunun ürkütücü bir yanı da olmuyor. Masal olarak anlatılanın gerçek olduğunu varsaymak istiyorsunuz. Ve aslında evet, inanıyorsunuz. 
     Filmin konusuna girmicem. Daha çok bende uyandırdığı hisleri ve düşünceleri paylaşmak istiyorum sizlerle.
    Yaşadığınız sıradan bir ânı masalsı bir havayla anlatsaydınız, hayal gücünüzün sınırlarını zorlasaydınız acaba ortaya neler çıkardı hiç düşündünüz mü? Şu salonda öylece duran yastığımın benle bir anda konuştuğunu düşünüyorum da, heralde bu inanılmaz olurdu. Bu kendini aldatmak da diil aslında. Hastalık da diil bence. Hayatın o sıradan koşuşturmacasında çareyi çeşitli maddelerde ( sigara, alkol, uyuşturucu vs.) aramaktan daha güzel değil mi?
    Demek istediğim hayal kurarak zenginleştirebileceğimiz dünyamızı çoğu kez renksiz ve soluk hale getiren bizleriz. Biz ve bizim şu her şeye somut çerçeveden bakan kafalarımız. Hayal etmekten, düşlemekten korkar hale geldik sanki. Bir şeye olduğundan daha farklı bakınca dünyamız hepten alt üst olucak gibi yaşıyoruz. "Gerçek, sadece gerçek" diye tuttururken bazen gerçeğin güzel taraflarını görmezden geliyoruz. Sanki gerçek denilen kavram sadece olumsuz şeylerin karşılığıymış gibi aksettiriliyor bizlere. Öyle bir gerçekliği istemiyorum ben!
  Masalın olduğu, özgürce düşleyebileceğim, bazen o hikayelerdeki kahramanı kendim olarak düşünebileceğim her şeyi seviyorum. Her şey aynı sıradanlıkta giderken sabah açtığım bi müzik, öğlen okuduğum bir şiir ve akşamları izlediğim bir film beni zenginleştiriyor adeta. Soluk renkler birden rengarenk cıvıl cıvıl renklere bırakıyor sanki kendini. Öylece uzanırken gözüme saat takılıyor bazen ve saati bir dünya kabul ediyorum. O ibrenin bir salıncak olduğunu ve sallandığımı hayal ediyorum. Her sallanışımda daha farklı yerlere uçabilecekmişim hissi veriyor bazen bu bana. Bu hissi seviyorum. Günlük yaşamıma geri döndüğümde de o özgürlük hissim devam ediyor. Beni kendimin hapishanesinden kurtarıyorum sanki. Gökyüzüne bakma arzusuyla doluyorum sonra. Ahh gökyüzüne sadece gökyüzü diyerek geçmeyin. Kocaman bir deniz sanki o! Ve ona baktıkça içimdeki dalga seslerini hissedebiliyorum kimi zaman. 
  Sadece bir filmin bende uyandırdığı hisler bunlar işte. Gel de sevme şu filmi, gel de sevme Tim Burton'ı. Güzel düşler dilerim herkese :)



                
              

                 

8 Eylül 2014 Pazartesi

'Huzur veren parçalar' konulu çalışmam :)

   Bu benim şirin mi şirin, sevimli mi sevimli, minnak bloğum. İlk paylaştığım resim ve şarkının da sizlere anlatacağı üzere "Amelie" hayranı bir kızım. Gerek filmin kendisi gerekse müzikleriyle beni alıp götüren bir içeriğe sahip kendisi :) Ancak madem 'huzur' temalı bir giriş yaptım, e bununla kalmayayım dedim :)
     
     Veee listemdeki o parçalar:
    

  •      Eleni Karaindrou- To Vals Tou Gamou  ( Çevresi ağaçlarla çevrili düz bir yolda salına salına bisiklet sürmek gibi bir his veriyor bu şarkı bana...)
  •     Cibelle - Green Grass ( Güzel bir yaz gününde, öğleden sonrasında özellikle, balkonumda oturup kahvemi yudumlarken içeriden bu şarkının sesi gelsin istiyorum. Hatta böyle yaşlanmışım, saçlarım bembeyaz ve sallanan bir sandalyem varmış filan diye hayal ediyorum :)
  • Morcheeba- Enjoy the ride ( Hayat bir yolculuktur benim için. Yolculuğun kendisi ve o yolculukta öğrenilenler de hayatımın amacı diye düşünürüm hep. Bu şarkı da bir yolculuk şarkısı sanki. Bazı bitişleri kolaylaştıran, yeni başlangıçlara umutla bakmamı sağlayan bir şarkıdır, özeldir kendisi.
  • Oi va voi - Ladino Song ( İçinden ince bir hüzün süzülüyor, ama acıtmıyor. )
  • Andy Georges- Verona ( Ahh öyle güzel bir şarkı ki bu! Gözlerinizi kapatın ve o güzel Verona sokaklarında dolaşın. Gün batımının denizdeki yansımasını, o hoş üşütmeyen esintiyi duyun içinizde. Ve şimdi gülümseyin. Hayat daha bir farklı şimdi, değil mi?