19 Aralık 2022 Pazartesi

            
    “Seni sıkmadan sevmek,
     Yargılamadan takdir etmek,
    Seni yok etmeden sana katılmak,
    Talepte bulunmadan seni davet etmek,
    Suçluluk duymadan gitmek,
    Suçlamadan eleştirmek ve küçültmeden                 yardım etmek istiyorum
    Senden de aynısını bulabilirsem, 
    o zaman  gerçekten buluşup 
    birbirimizi  zenginleştirebiliriz."
                                  V.Satir


 

13 Aralık 2022 Salı

Bir Tanışma Hikayesi: Gölgem, Benim Güzel Karanlık Yanım


        Sizin de okulunuzda ya da çalıştığınız ortamda pireyi deve yapan, sorunu çözmekten ziyade sorunun kendisini konuşmayı seven, abarttıkça abartan öfkesi kabardıkça kabaran en sonunda birilerine çatmayı başaran zor karakterde insanlar olmuştur. Benim şansıma iki farklı iş ortamımda da oldu. Hatta bir tanesi, ilk işe başladığımda bana danışmanlık yapan bir kadındı. Aman Allahım! Danışmanlık süresi bittiği gün (6 aylık bir süreçten bahsediyorum) "We are the Champions" şarkısıyla havaya yumruklar sallamıştım. Öyle güzel bir hissiyattı. (O 6 aylık sürecin detaylarına girmeyi hiç mi hiç istemem. ) 

      Demem o ki, zor kişiliklerle bir ilişki içerisinde olmak, ki bu iş ilişkisi olabilir; romantik ilişki olabilir; insanı hem zorlayan hem de bi açıdan geliştiren bir süreç olabiliyor. Politik davranma becerisi ve pokerface yüzü kazandırıyor insana. İçten içe karşındakine bağırıp çağırırken, taptaze bir gülümseme yerleştiriveriyor insanın yüzüne. Bu becerilerin bütününe "profesyonel olmak" deniyor. Zor kişilikleri çekme konusunda mıknatıs olma gibi bir özelliğim olduğundan oldukça erken bir yaşta profesyonel oldum galiba; bunu ben değil iş arkadaşlarım söylüyor. ( Kendimi dolaylı bir şekilde övdüm mü ben şimdi ? :)) 

       Geçenlerde "Popüler Olmayan Psikoloji" podcast serisinde "Gölgelerin Gücü Adına" yayınını dinledim. Sonrasında da kimi zaman konuyla alakalı düşünürken buldum kendimi. 
Psikanalitik yaklaşımda sıkça geçen bir terim olan "Gölge" ; bizim bilindışımızın büyük bir kısmında yer alan, bastırdığımız, bilmediğimiz karanlık yönümüz. Doğduğumuzda elbette belli bir mizaç ile, pozitiflik ya da karamsarlığa yatkınlıkla dünyaya geliyoruz. Sonrasında ise içinde büyüdüğümüz aile ve sosyal çevre bazı davranışları ya da kişilik özelliklerini daha "kabul edilebilir" olarak bizlere aşılıyor ve biz de psikolojik olarak var oluşumuzu sürdürme adına kişiliğimizin o yanını daha ön plana çıkarabiliyoruz. Ailede dürüstlük çok önem verilen bir özellikse, bizim de o yönümüz daha baskın hale gelebiliyor mesela. Kısacası, hepimiz insana ait tüm özelliklerle birlikte dünyaya gelirken, ki buna mizacımızın daha baskın olduğu yönler de dahil; içinde yaşadığımız aile ve sosyal çevreyle birlikte zaman içerisinde bazı özellikler kişilik yapımızda daha baskın hale gelebiliyor. Ve bizim için önemli olan özelliklerle bağdaşmayan diğer isteklerimizi, düşüncelerimizi bilinçaltımıza iteleyerek ya da bastırarak "gölge"mizin bir parçası haline getirebiliyoruz. 


        Kendimden örnek verecek olursam, bizim ailede bencillik istenmeyen bir özellikti. Eli açıklık, cömertlik, her daim karşı tarafı düşünme ve fedakarlık ise öne çıkan, istenen özelliklerdendi. Mesela ben çocukken, misafirliğe gelen bir çocuk en sevdiğim oyuncağı istemişse o oyuncağı artık ona vermeliydim. Tersi, bencillik olurdu. Şimdi baktığımda annem ve babamın bize öğrettiği şeyin ne kadar yanlış olduğunu görebiliyorum. Bazı terimler arasında o kadar hassas dengeler ve çizgiler var ki oysa! Kişisel ihtiyaçları fark etme ve dile getirme ile bencillik arasındaki çizgi gibi mesela! 


        Böyle bir ailede büyüyüp yetişkin dünyasına adım attığınızda bir çok sorunu çözümlemeniz gerekebiliyor: "Hayır diyebilme", " kendi ihtiyaçlarını fark etme ve ihtiyacını karşı tarafa iletebilme", "Kişisel olarak haklarını savunabilme", vs. gibi. Haliyle bir süre, en uzak kaldığım insan tiplerinden biri de "bencil" yönü ön plana çıkan insanlar oldu. ( Bu arada her daim bencil davranan, empati kuramayan, daima kendi istek ve ihtiyaçları ön planda olan narsist yapıda insanları kastetmiyorum. ) Kızıyordum onlara. Herhangi bir yere gidilecekse ya da bir şey yapılacaksa gruptan farklı düşünen, kendi isteğiyle bağdaşmayan durumlar olduğunda açıkça " Ben bunu tercih etmiyorum." diyen kişilere kızıyordum. Nasıl oluyordu da kendi ihtiyaçları grubun isteklerinden daha önemli olabiliyordu? Arada bir fedakarlık yapılamaz mıydı canım? 


        Tabi bu fedakar ve cömert, sürekli karşı tarafı düşünen hatta çoğu zaman önceleyen yapım benim elime ayağıma dolandı. Kendime ihanet ediyormuşum gibi hissediyordum bazen. Ya da ilişkilerimde narsist insanları çekebiliyordum etrafıma. Ne de olsa ben, onlar için mükemmel bir partnerdim. Benim gibi biriyle hayat çok kolaydı nasılsa! 


         Yukarıda bahsettiğim ilk iş yerimdeki danışman hanımın hayatıma girişi de bu yapım sebebiyle artık duygusal anlamda da tükendiğim bir evreye denk geldi. Her şey üst üste denk geldi senin anlayacağın. "Ehh yeter be! " dedim en son. Önce bu tarz ilişkilerimde mesafelendim, kimi ilişkilerime nokta koydum; sonra bu yapım üzerinde çalışmaya başladım. 


          İhtiyaçlarını fark edip sahiplenmek o kadar değerli bir şey ki, ilişkilerdeki alma verme dengesi üzerinde de inanılmaz bi etkisi var. Ve kesinlikle bencillik değil. "Hayır diyebilme" en kıymetli becerilerden, valla bak. Dene bi, çok seveceksin. Yani benim ailemde bencillik olarak görülen çoğu normal ve sağlıklı davranış becerilerini kendimde geliştirmek hayatımda bir dönüm noktası yaşattı bana. Eşimle tanıştım ve kıymetini anladım. Eşim, ki o zamanlar sevgilimdi, herhangi bir şey yapılacağı zaman bana diyordu ki: "Biliyorum sen de yapabilirsin ama bunu senin için ben yapmak istiyorum. Bana izin verirsen çok mutlu olacağım. " Birinden bir şey istemeyi pek beceremeyen, yapabiliyorsa kendi yapan yapamıyorsa oluruna bırakan ben gibi bir insan için ne kadar farklı geliyordu, anlatamam. Hep güçlü olmak zorunda hissetmeden, çevreden destek isteyebilmek ne kadar da yeni deneyimlerdi! Başlangıçta garip ve zor da gelse zamanla bu becerimi geliştirdim. ( Eşim şimdi isyanlarda :))) 


        Şaka bir yana, gölge yanlarımızı fark etmek zor bir iş. Kişiliğimizin farkında olmadığımız, baskıladığımız yanının bir şekilde hayatımızdakisi etkisi çok büyük. Keşfetmeye niyet edip yola çıkmak bile kendi adımıza ne büyük bir adım. O halde kendimize soralım? Hangi özellikte insanlar bizi irrite ediyor? Ne tür davranışları hiç sevmiyoruz? Peki biz bunu nerden, nasıl öğrendik? İçinde büyüdüğümüz çevre, aile yapımız nasıldı? Sevmediğimizi ifade ettiğimiz davranışlara ya da özelliklere yer verseydik yaşamımızda bir işlevselliği olur muydu? Bu soruları sormak belki bizi az da olsa karanlık yanlarımızla tanıştırır, en azından diğer insanlara karşı bir anlayış sağlar, kendini tanıma yolculuğunda bi mum yakar diye düşünüyorum. Jung'un dediği gibi :" Bir insan kendi gölgesini değiştiremez fakat onu ayıplayan, eleştiren bilincini değiştirebilir. İnsan zayıf yönlerini ifade etmenin yollarını buldukça, gölgesi de daha dengeli olmaya başlar. Kişi bu konularda ne kadar katı olursa, gölge o kadar yıkıcı olur." Hepinize aydınlık günler dilerim :)) 

7 Aralık 2022 Çarşamba

Seçimlerimizin Ardındaki Gizil Güç: Kolektif Bilinçaltı ve Bir Kitap Önerisi

Geçen akşam İbrahim Selim ile Bu Gece programını izlerken, İbrahim Selim konuğuna : " Hiç gizli gizli dinlemekten zevk aldığın bir şarkı var mı? " gibi bir soru sordu. Bu soru zihnimde yeni yeni sekmeler açtı :) Öncelikle ben de düşündüm tabii bu soruyu kendim için ve bir tane buldum. İşle alakalı bunalıp sıkıldığım anlarda " Bülent Ersoy- Bir Ben Bir Allah Biliyor" şarkısını bağıra bağıra ama tabi bir yandan da gizleyerek söylemek çok hoşuma gidiyor.

 Sadece müzikle de sınırlı değil. Kitap olarak psikoloji alanından yazınlar bir yana klasik, bilimkurgu, macera gibi romanları okurum genelde. Ama gizli gizli ve su gibi içercesine okuduğum bir tür daha var: historical romance. Yani tarih ile aşkın harman edildiği romanlar. 


Özellikle de hayatımdaki stresli ve zor kararlar evresinde bu tür kitaplar kafamı dağıtıyor. Sanki tarihin 1800'lü yıllarına gidip oradaki bir davete ya da opera gösterisine katılacakmışım ya da evlenme vakti gelmiş bir leydi'nin sosyeteye tanıtım balosundan davet almışım gibi hissiyatlarla doluyorum. Seçilen kıyafetler, saçların şeklil, elbisenin Fransız tarzda olup olmaması ki eğer Fransız tarzda ise elbise dekolteli olacak demek :) gibi ayrıntılara merak sarıyorum. Tabi bu kitaplarda benzerlikler çok fazla oluyor. Örneğin; Düşes olmak mühim bir mesele. Genelde kız kahramanımız çok güzel ve masum bir leydi; partide tanışılan dük ya da kont aşk anlamında da görmüş geçirmiş, tecrübeli beyler oluyor. Duygusal problemleri de olan bu soylu kahramanlarımız, birbirlerinde huzuru, neşeyi, aşkı buldukları gibi duygusal problemlerinin de ilişki içerisinde çözümlendiğini hissediyorlar. Romantik-komedi tadında sürtüşmeler de yaşanıyorsa, hele de zekice verilmiş cevaplar replikler vs. ohh tadından yenmiyor. Bu arada dük ya da kontlarımız da fiziksel özellikleri açısından genelde oldukça uzun, kaslı, yakışıklı beyler oluyorlar (Burası çokomelli. biscolatalı da olabilir:)) 



Efendime söyleyeyim, sonuç olarak bu kitapları üst üste okuduktan sonra şunu sorgularken buldum kendimi: " Yahu ben bu kadar aynı tip kitabı niye okudum?" Tamam okurken güzeldi, sürükleyiciydi, yer yer müstehcen anlar da yaşandı evet. Eee? Niye ki? Sonra bi baktım, Goodreads'te olsun, 1000kitap'ta olsun oralarda da deli gibi okunan kitaplar bunlar. Demek ki belli bir okur kitlesi var bu türün ve onlar da aynı açlıkla okuyorlar herhalde. Baktım konu güzel bir konu. Yakın arkadaşım Betül de en son ona attığım bu tür bi kitabı okumuştu, ona da aynı soruyu sordum.Şöyle bir konuşma geçti aramızda: 

Betül: " Aaa evet. Ben de ilginç bi şekilde etkilendim o kitaptan ve gün içerisinde sürekli zihnimde o döneme gidiyorum. Olayları düşünüyorum filan." 

Ben: "E ben de aynı şekildeyim. Romantizm ve özellikle de tarihi bir dönemde geçmesi mi bizi bu kadar çekiyor acaba?" 

Betül: "Olabilir. Güçlü kadın karakterler var ama erkekler daha dominant sanki bu türde. "

 Ben: " Yaa evet. Erkekler genelde çok kıskançlar. Hatta bazen bu kıskançlıkları yüzünden sert ve kontrolcü tavırları oluyor. Baktığında modern hayatta öyle bir erkek sorunlu bir erkek olarak değerlendirilebilir."

 Betül: "Değil mi? İkimizin de eşleri ne kadar empatik, anlayışlı kişiler. Ki biz o sebeple mutluyuz. Ama garip bi şekilde bu kitaptaki kontrolcü, dediğim dedik karakterdeki erkekler ilgi çekiyor, hayranlık uyandırıyor."

 Ben: "Acaba hayatımızda bu kadar kontrol sahibi olmanın bir ürünü mü bu? Gerçekte değilse bile işin fantezisinde kontrolün bizde olmaması, birinin bizim adımıza karar vermesi filan bizi tatmin mi ediyor?"

 Betül: "Aaa bak bu da mantıklı ya da ilkel beynimizin beğenisi mi bu?" 

Ben: "Kolektif bilinçaltımız devrede oluyor yani. " diye ekledim. 

Betül: " Tabi ilkel beynimiz belki hâlâ mağarama yemek getirsin, beni dinozorlardan korusun diye de düşünüyor olabilir. O yüzden de karakterin böyle güçlü, iri yarı fiziksel özellikler taşıması ve sert olması anlaşılabilir. "


 Tabi konu konuyu açtı. Yani düşünecek olursak birçok dizide bile narsist yapıda karakterler ne çok. Ama sert bakışlı, sahiplenici, kıskanan ama kıskançlık duygusunu aşırı tavırlarla belli eden ancak iletişim kurmayı çok da beceremeyen erkek karakterlerimiz birçok genç kızın hayali. Sonra da gelsin aşk acıları. Ahh kolektif bilinçaltı... Ne çok partner seçiminin altında senin imzan var? 

Şimdi bu mevzuyu güzel bir yere bağlamak isterim. İlişkiler konusunda sürekli yanlış seçimler yaptığınızı düşünüyor, " Bu sorunlu kişiler hep beni mi bulur yahu? " diye serzenişte bulunuyorsanız; "Amir Levine-Rachel Heller'in Bağlanma Aşkı bulmanın ve korumanın bilimsel yolları" kitabını kesinlikle öneririm. Böyle okuyunca kendisini tekrar eden saçma kişisel gelişim kitapları gibi geliyor ismi, ama inanın değil. Gayet bilimsel bi şekilde ilişkilerde ki bağlanma şeklimiz ve yapımızı anlatmışlar. Bu noktada okuyucuda ufuk açıyor kitap. Kolektif bilinçaltımız varsa, çok şükür bilinçli tercihlerimiz var! 😅 diyorsanız bu bilinçli bir tercih olabilir. İyi okumalar efenim :))

Not: Historical romance türünde önerilere açığım arkadaşlar. Önerilerinizi yorumlara ekleyebilirsiniz. Çok teşekkürler :)) 

6 Aralık 2022 Salı

BİR ARKADAŞI DİNLER GİBİ- PODCAST ÖNERİLERİM

      Araba kullanırken, mutfakta yemek pişirirken ya da ortalığın tozunu alırken, yürürken bir şeyler dinlemeyi çok severim. Müzik listemi ne kadar sevsem ve zengin de bulsam bazen müzik dinlemek istemeyebiliyorum. Böyle bir sohbet ortamı arıyorum sanırım. Yeni şeyler öğreneyim, yeni bir insan tanıyayım, daha önce üzerinde hiç düşünmediğim bir konuda aydınlanayım istiyorum. Spotify her iki durumda da imdadıma yetişiyor (Bu bir reklam değildir:) Bir süredir çok güzel podcastler dinliyorum. Çok donanımlı bir arkadaşımla sohbet etmişim, sohbet sonrasında ufkum açılmış yeni konulara merak salmışım gibi hissiyatlarla doluyorum. Düşündüm ki, bu tarz bir arayışı olan arkadaşlara belki bir yardımım dokunur. Dinlemeyi çok sevdiğim podcastler için buyrunuz efendim :) 


1- Nasıl Olunur? 


     Gazeteci Nilay Örnek'i bu podcast serisiyle tanıdım. Kendisi mesleklerini ustalıkla icra ettiğini düşündüğü kişileri davet ediyor ve onlara da aynı soruyu soruyor:"Nasıl Olunur? " :)) Bu podcastten bahsederken Nilay Örnek'in podcast girişiyle girmesem olmazdı. Zira sadece bu soruyu görünce bile arka fonda Nilay Örnek'in ses tonuyla bu cümleler geçiyor aklımdan. 

     Çok çeşitli alanlarda çalışan birbirinden farklı kişilerle yapılan bu röportaj serisini çok beğenerek dinliyorum. Ben normalde de biyografi seven bir insanım. Bir yerde görüp ilgimi çeken insanların yaşam hikayesini oldum olası merak etmişimdir. Bu seride merakımı ziyadesiyle karşıladığım gibi; önceden hiç bilmediğim kişileri tanıyıp yaptıkları iş alanını dinlemek de beni çok mutlu ediyor. Mesela Ebru Baybara DEMİR'i önceden hiç tanımazken bu seriyle birlikte tanıyıp işlerini takip eder oldum. Yine Fatih Altınöz'le olan bölümü psikiyatri alanında farklı bir bakış açısı kazandırdı bana diyebilirim. 

     Bu arada Nilay Örnek'in kahkahası bana çok iyi geliyor dinlerken. Ses tonu, kahkahasıyla ve sorduğu sorularla yaptığı işte gerçekten iyi olduğunu düşünüyorum. Kaliteli işlerinin devamını diliyorum. 

2- Popüler Olmayan Psikoloji 


        Podcasti yapanlar Dr. Özge Orbay ve Psikolog Eda Kurtuluş. Podcastten bahsetmeden evvel Dr. Özge Orbay'a bir parantez ayırmak istiyorum.

       Dr. Özge Orbay'ın instagram hesabını uzun bi süredir takip ediyorum. Gerek psikoloji alanındaki yaklaşımı gerek yazıları hatta konuşmasıyla bile bir psikolojik danışman olarak hayran olduğum psikologlardan biri kendisi. Onun yazılarını okurken kendimi anlama noktasında  anlayışım artıyor ve ihtiyaçlarımın karşılanması noktasında kendime karşı olan sorumluluğumu fark ediyorum. Gerçek hayatta hiç tanımamış olsam da sırf yazılarıyla bile birçok insana güzel anlamda dokunduğunu düşünüyorum. 

       "Popüler Olmayan Psikoloji" de bazı söylemlere özellikle de psikoloji alanında yapılmış söylemlere bir nevi itirazda bulunuluyor. Her bölümde bahsi geçen konuyla ilgili doğru yanlış diye ayırmadan yaşamımızdaki işlevi üzerinden bir sohbet gerçekleştiriyorlar. Bu konulara ilgi duyan arkadaşların beğeneceğine inanıyorum. Daha önce hiç dinlemeyenler için " Gölgelerin Gücü Adına " Bölümünü başlangıç olarak önerebilirim. 

3- Ortamlarda Satılacak Bilgi


       Benim için bu poscast serisini güzel yapan podcastin sahibi Merve'nin kendisi diyebilirim. Kendisi kimdir tam olarak bilemiyorum, sanırım kimse de bilmiyor. Merve, podcast serisini dinleyenlerin fark edeceği üzere çok okuyan, meraklı, kendisini geliştirmeye adamış, güzel konuşan bir insan. Hatta uzun süredir sabah 5'te kalktığını sporunu yapıp kitabını okuduğunu diğer işlerini sonrasında yaptığını anlatıyor. Bu şekilde günlerinin daha verimli geçtiğini söylüyor. Hatta instagram sayfasında birçok kişiye de ilham olarak bu konuda bi grup çalışması bile yaptı. Bu yönüyle beni ele aldı dersem eksik söylemiş olurum. Çünkü öğrendiklerini çok da güzel aktarabiliyor kendisi. Kendisini dinletiyor kısacası. Onunla bağ kurduğum bi nokta da kendisini Pragmatist olarak tanıtması. Yani çevresine aldığı insanları ve arkadaşlarını donanımlı, öğrenmeye açık, okuyan kimselerden seçmeye özen gösteriyor ve onlarla olan sohbetinden bir şeyler öğrenebilmeyi önemsiyor. Bu açıdan ben de Pragmatist bir yapıya sahibim diyebilirim :) 


2 Aralık 2022 Cuma

Çiçeği Burnunda Annelere Terapi Niyetine İzlenceler- "WORKİN' MOMS"

  
 




                    Anne olmadan evvel anne olmaya ilişkin çok düşünmediğimi fark ettim. Yani çocuklu bir ortamda kucağına çocuk verildiğinde nasıl tutacağını bilemeyip, çaresizce başkalarına bakan insanlar olur ya; işte ben onlardan belki bir tık daha iyiydim. Elbette anne- bebek bağlanmasının psikolojik boyutuyla ilgili çalışmalarım vardı ( Hey, ben bir psikolojik danışmanım!) Çok da kitap okudum, kendimce ebeveynlikle ilgili genel- kişisel düşüncelerim de vardı. Sonra anne oldum. ( İçimdeki küçük kız şaşırıyor bazen, "Neey ben şimdi anne miyim yani?" diye. ) Böyle hani tüm bildiğini sandığın şeyleri aslında hiç bilmediğini düşündüğün, sürekli bir şeyleri eksik yaptığın duygusunun çokça hakim olduğu, deli gibi yorulduğun, bazen bıktığın ve kaçmak istediğin; ama bebeğin uyuyunca onun resimlerine baktığın, çok uyuduğu zamanlarda gidip uyandırmak istediğin, yani karmakarışık bir sürece "Merhaba!" demekmiş bu süreç. He bi de hiç bitmiyormuş. Ara vermek de nesiymiş :) Annelik delilik derlerdi, vallahi öyle. Bu karmakarışık süreçte akıllı kalabilene saygı ve sevgiler. Demem o ki, başlangıçta çok zorlandım azizim. Hani doğum sonrası hormonların çılgın bir hal aldığını elbette biliyordum. Ama yaşarken delilik sınırlarında çok dolaştığımı fark ettim. Hayatına küçücük bir insan tanesi giriyor ve o da nesi? Hayatın bir anda değişiyor. Eskiden sana kalan oncaaa boş zaman bir anda o kadar doluyor ki, nefes alabilmek lüks oluyor. Tabi biraz da aile büyüklerinden farklı şehirde yaşamanın getirisini yaşadım diye düşünüyorum. Yalnızdım. Hem çok zordu hem çok güzel. (Kimbilir, belki buraları da bir ara konuşuruz.) 

                                   

            Modern zamanın aile yapısı günümüzde biraz böyle. Anneler çoğunlukla yalnız bakıyorlar bebeğine. Baba genelde işe gitmek durumunda. Gelişmiş ülkelerdeki gibi bir terapi grubuna ihtiyaç duydum o süreçte. Benim gibi yeni rolüne alışırken zorlanan, uykusuzluktan gebererek yeni günü karşılayan, bazen ağlayan bir bebekle ne yapacağını bilemeyen annelerin sesini duymaya; onlara kendimi anlatmaya deli gibi ihtiyacım vardı. Annelerin olduğu forumlarda dolaştım bir süre. Tanımadığım kadınların bazen bir cümlesinde güç buldum, kimi zaman ben onlara yardımcı olduğumu hissettim. Bir şekilde anne destek sistemi kurdum kendime. Tam "Anneliğe alışıyorum galiba, benden anne oluyor sanki." dediğim ve bir rutin kurduğum noktada çalışma hayatına dönme sorunsalı geldi oturdu içime. Kişisel anlamda bana çok iyi geleceğinden emindim. İşimi seviyordum, çalışmayı ve evden bir sebeple bir yere gitmek için kendime bakmayı özlemiştim. Ama sanki bebeğimden ayrılıyor gibi hissediyordum. Çalışma saatlerim Türkiye şartlarına göre çok iyi sayılabilecekken, işimin bana bir çok artısı varken ben duygusal anlamda adeta bir yas tuttuğumu fark ettim. Bakıcımızı, evdeki kamera sistemini her şeyi ayarladım. Bir ay evvelden başladık bebeğime bakacak ablayla ki, hepimiz alışabilelim.  İyi insanlara denk geleceğime olan inancım vardı.  Hem istediğim zaman bebeğimin ne yaptığını görebilecek olmak da bir artıydı. Yine de işe başlayana dek aklımdan çıkmayan, içime oturan, bebeğimi başkasına emanet edeceğimi düşündükçe yerli yersiz gözümü dolduran bir konuydu benim için. Ne zaman kendimi kötü hissetsem kendimi yürümeye, kitaplara, filmlere veririm ve bir şekilde orada teselli bulurum. Bana iyi gelecek şeyleri bulup yapma arayışım beni "Workin' Moms" dizisiyle karşılaştırdı. 20 dk süren bölümlerin her birinde anneliği kimi zaman benzer kimi zaman farklı şekilde yaşayan, bir yandan da diğer rolleriyle anneliği uyum içerisinde götürmeye çalışan/götüremeyen kadınları izlemek bana çok iyi geldi. Özellikle de başroldeki Kate'i çok sevdim ve Kate'in (Catherine Reitman) aynı zamanda dizinin senaristlerinden birisi ve yapımsıcısı olduğunu öğrendiğimde kadına olan hayranlığım daha da arttı. Kate'in en yakın arkadaşı  Anne'de de yer yer kendimi buldum. Psikiyatrist olmasına rağmen kızıyla olan ilişkisindeki problemlere kimi zaman çözüm bulamayışı, çok sert ya da nevrotikliğe varan davranışlarıyla Anne'i de ayrı sevdim. Frankie'siyle Valerie'siyle karakterlerin renkliliği beni çekti ve adeta  Anneler Terapi grubunda kendime bir minder  alarak yanlarında oturdum.  Anneliği kutsallaştırmadan ya da değersizleştirmeden, sadece insanî yönleriyle ele almayı başarabilen bir dizi Workin' Moms ve sadece bu yönüyle bile yeni yetme bir anneye çok iyi gelebilir diye düşünüyorum. Sadece annelere hitap etmiyor elbette. Anneliği, bir kadının diğer rollerini de absürd yanlarıyla ele aldığı için izleyen herkeste iyi hisleri besleyen bir yönü olabileceğini düşünüyorum. O halde iyi seyirler diliyorum :) 

Kelis- Milkshake

12 Nisan 2021 Pazartesi

Baharın İlk Sabahları

 Çok sevdiğim müziklerden bir şarkı listesi yaptım ve karşındayım yine. Senin kim olduğunu bilmeden yıllardır yazıyorum. Bir dost edindim kendime biliyorum; ama ne şekildesin, neye benzersin, yoksa benim içimdeki parçalardan yalnızca bir tanesi misin bilmiyorum. Açıkçası ilgilenmiyorum da. Yazmak güzel. Seni dinlediğini ve asla yargılamadığını bildiğin birine her şeyi anlatabilme fikri harikulade. Saçmaladım belki pek çok kez. Ama saçmalayabilmenin mutluluğunu da yaşadım karşında. Şimdi de aklımda bir fikirle gelmedim sana. Fikirsizliğin de yazılabilir bir durum olduğunu gösterme şeklim olabilir bu. Her neyse,  tekrardan merhaba...

Bahar geldi buralara. Sen sever misin bilmiyorum, ama baharları çok severim ben. O duyduğun ses çekirge sesi, çalan şarkının bir parçası değil. Ama pek yakıştılar birbirlerine sanki. Penceremin hemen ardında bir kedi yatıyor. O da dinliyor doğayı bence. Çalan şarkıyı sevdi mi acaba? Bilmiyorum, ama bir sonraki şarkı kediciğe armağanım olsun. 
Bahar diyordum, aslında birçok şey demek istiyorum ama önceliği bahara vereyim. Bütün o asık suratlı havalardan sonra gülen bir gökyüzünü görmek gibi bir şey baharın gelişi. Sebepsiz gülesim geliyor benim de. Şöyle ağacın altında bir bankta saatlerce oturup doğayı dinlemek istiyorum. Belki bir Orhan Veli okurum o anda. Liseden bu yana her bahar okurum bilirsin. Şiirlerinde rahattır ve çok basit görünen kelimelerle bir tablo çizer “O”. Kimsenin görmediği yerlere bakar durduğu yerden. Sıradanlığın ardındaki derinliği okur.  Gerçi pek çok şair bunu yapar ama Orhan Veli rahatlatır da insanı. Sıradan olmanın da güzel bir şey olabileceğini hatırlatır.  “Baharın İlk Sabahları”nı da şöyle anlatır:

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: ´Sıkıntılar duradursun!´
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.


Böylesine bir hafiflik işte benimkisi. Yollara düşme isteği çoğunlukla. Ne çok severim yolları da! Gitmek istediğim ülkelere ve tanımak istediğim yaşamlara götüren yollar… Baharın gelişiyle, doğayla birlikte içimdeki “gitme” arzusu da canlanır. Gideceğim yerden çok yolculuğun kendisi heyecanlandırır. Ataol Behramoğlu açarım belki bir ara ve kulak veririm ona da:
“Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın” 
Her mutluluğu yaşama özlemi! Ne güzel bir duygu değil mi? 
Şarkı listem sustu, çekirge sustu, kedicik de şarkıyı beğenmemiş olmalı ki çoktan gitti.  Fikirsizlikle geldim ve “ne anlattım” kaygısı gütmeden ben de susmak istiyorum. Belki mutlulukla gökyüzüne baktığın bir anda orada karşılaşırız. Ya da bir şiir kitabının aynı sayfasında buluşuruz. Böyle vedalaşır gibi konuştuğuma bakma, yine gelirim ben. Sık gelirim. Gitmeden de bana rüya gibi gelen bir şiiri sana okumak isterim:

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş 

Mavilerde sefer etmek! 

Bir sahilden çözülüp gitmek 

Düşünceler gibi başıboş. 

Açsam rüzgara yelkenimi; 

Dolaşsam ben de deniz deniz 

Ve bir sabah vakti, kimsesiz 

Bir limanda bulsam kendimi. 

Bir limanda, büyük ve beyaz... 

Mercan adalarda bir liman.. 

Beyaz bulutların ardından 

Gelse altın ışıklı bir yaz. 

Doldursa içimi orada 

Baygın kokusu iğdelerin. 

Bilmese tadını kederin 

Bu her alemden uzak ada. 

Konsa rüya dolu köşkümün 

Çiçekli dalına serçeler…

Randy Edelman- Leap Year

26 Aralık 2020 Cumartesi

Yeni Yıla Girerken



Aralık ayının ortalarından sonra geçtiğimiz yılı uğurlama, gelecek yeni yılı karşılama hisleriyle doluyorum. Yazmak bu hislerimi paylaşmamın güzel bir yolu oluyor. Defterime değil de buraya yazmak istediğimi fark ettim bugün. Sanırım burada birinci tekil ağızdan yazılar yazmayı da çok seviyorum.

Evet, dünya açısından belirsizliğin yoğun olduğu günler yaşadık. Kayıplar, hastalık korkusu, sevdiklerimizle her zamanki doğallıkta görüşememeler... Bu konulardan o kadar çok bahsedildi ve üzerinde duruldu ki, Covid-19 etkileri üzerine bir şeyler ekleyesim yok. Hepimiz benzer şeyler yaşadık ve yaşıyoruz. Ben kendi iç dünyamdaki değişimler ve  dönüşümlerden bahsetmek istiyorum biraz. 



Evime olan bağlılığımın arttığını hissediyorum. Her zaman evde vakit geçirmeyi seven bir yanım oldu, ancak bu süreçte evimdeki her bir köşenin tadını sonuna kadar çıkarttığımı görüyorum. Evden çalışabiliyor olmak da iyi geldi. Zoom'dan yapılan görüşme ve toplantılar her ne kadar yüz yüze iletişim gibi değilse de, güzel yönleri de oldu. Bir şey itiraf edeyim mi? Meğer beni kendi iş alanım dışında yoran ne çok ilişki dinamiği varmış! O seslerden, dedikodu ve yanlış anlamalardan bir süre uzak kalmak, işimi yaptıktan sonra ya da iş aralarında bir kahve yapmak, sevdiceğimle sohbet etmek, sevdiğim bir müzik açmak harika hissettirdi. 

Sıkılmadım mı? Elbet sıkıldım. Bazen ruhumun enerjisi bedenime çok geldi. En uzaktaki markete gittim evin ihtiyaçları için, yürüyüşler yaptım. Bolca podcast yayını dinledim. Okumak istediğim kitapları okudum. Keyifli filmler/diziler izledim. 

Büyük kararlar aldım, hüsranla sonuçlanan girişimlerim neticesinde üzüldüğüm günlerim oldu. O süreçte duvarların üzerime üzerime geldiğini de hissettim. Biraz uzaklara gittim, sevdiğimle sevdiklerimi ziyaret ettim... Bazen evden, her şeyden uzaklaşmanın da iyi gelen yanları olabileceğini deneyimledim. Döndüğümde hüznüm daha anlamlı ve daha başa çıkılabilir düzeydeydi. 

Kendime şefkatle yaklaşabildiğimi gördüğüm bir yıl oldu. Sevdiklerimin kızdığım yönlerini kabul edince mi kendimi kabullendim, yoksa kendimi daha çok sevmeyi öğrenince mi çevremdeki insanlara olan anlayışım arttı bilmiyorum. Ama bu yeni öğrenmeler beni daha iyi bir noktaya taşıdı diyebilirim.

Eskiden duygularımı iyi olanlar ve kötü olanlar diye ayırdığımı fark ettim. Bu benim için önemli bir keşifti. Hüznü ve öfkeyi kötü olanlar diye ayırıp bundan kaçtıkça daha iyi olmadığımı gördüm. Tam tersine ortada üzücü bir olay varsa bu hüznü yaşamak; öfkeleniyorsam " Ne var bunda öfkelenecek canım?" diye kendimi yargılamadan evvel beni nelerin öfkelendirdiğini anlamaya çalışmak kendimle yeniden tanışmaya benziyordu. Hoş, bu bahsettiğim konudaki çalışmalarım yaşam boyu süreceğe benziyor, çünkü insanın hüznünü ve acısını yaşamaya izin vermesi bile çok zorlayıcı bir süreç olabiliyor. 

Bu keşifler hiç bitmeyecek ve bitmesin de! İçimde kocaman bir dünya var ve ben bu dünyanın bir gezgini olduğum için çok mutluyum. Her yeni adımda başka bir şey buluyorum. Eştikçe derinlerden nahoş anılar da çıkıyor, güzel anılar da.  Hepsi ruhumun haritasını oluşturuyor, biliyorum. 

İşte yılın bu vakitleri " Yaşamımda neleri temizledim, neleri dönüştürdüm ve neler ekledim?" kısımlarını düşünmek için çok güzel bir fırsat diye düşünüyorum. Yeni yılda nelerin olmasını istediğimi detaylı bir şekilde hiç düşünmedim. Zira 2021'de de sürprizler olabilir.


 Yine de neler olsun isterdim derseeem....: Kendi iç dünyama  karşı duyduğum bu merak hep olsun istiyorum. Sevmeler/sevilmeler bol olsun, mutluluklar olsun... Üzüntülerin olduğu yerde bolca şefkat olsun, bir parça çikolata da olabilir. Ağladıktan sonra bir parça çikolataya "hayır" demem :) Filmler, kitaplar ve şarkılar bebişlerim olur zaten. Sevdiğim insanları söylememe gerek bile yok ama evet sevdiklerim demişken sağlık elbet olsun. Amin. :)