13 Aralık 2022 Salı
Bir Tanışma Hikayesi: Gölgem, Benim Güzel Karanlık Yanım
7 Aralık 2022 Çarşamba
Seçimlerimizin Ardındaki Gizil Güç: Kolektif Bilinçaltı ve Bir Kitap Önerisi
6 Aralık 2022 Salı
BİR ARKADAŞI DİNLER GİBİ- PODCAST ÖNERİLERİM
Araba kullanırken, mutfakta yemek pişirirken ya da ortalığın tozunu alırken, yürürken bir şeyler dinlemeyi çok severim. Müzik listemi ne kadar sevsem ve zengin de bulsam bazen müzik dinlemek istemeyebiliyorum. Böyle bir sohbet ortamı arıyorum sanırım. Yeni şeyler öğreneyim, yeni bir insan tanıyayım, daha önce üzerinde hiç düşünmediğim bir konuda aydınlanayım istiyorum. Spotify her iki durumda da imdadıma yetişiyor (Bu bir reklam değildir:) Bir süredir çok güzel podcastler dinliyorum. Çok donanımlı bir arkadaşımla sohbet etmişim, sohbet sonrasında ufkum açılmış yeni konulara merak salmışım gibi hissiyatlarla doluyorum. Düşündüm ki, bu tarz bir arayışı olan arkadaşlara belki bir yardımım dokunur. Dinlemeyi çok sevdiğim podcastler için buyrunuz efendim :)
1- Nasıl Olunur?
Gazeteci Nilay Örnek'i bu podcast serisiyle tanıdım. Kendisi mesleklerini ustalıkla icra ettiğini düşündüğü kişileri davet ediyor ve onlara da aynı soruyu soruyor:"Nasıl Olunur? " :)) Bu podcastten bahsederken Nilay Örnek'in podcast girişiyle girmesem olmazdı. Zira sadece bu soruyu görünce bile arka fonda Nilay Örnek'in ses tonuyla bu cümleler geçiyor aklımdan.
Çok çeşitli alanlarda çalışan birbirinden farklı kişilerle yapılan bu röportaj serisini çok beğenerek dinliyorum. Ben normalde de biyografi seven bir insanım. Bir yerde görüp ilgimi çeken insanların yaşam hikayesini oldum olası merak etmişimdir. Bu seride merakımı ziyadesiyle karşıladığım gibi; önceden hiç bilmediğim kişileri tanıyıp yaptıkları iş alanını dinlemek de beni çok mutlu ediyor. Mesela Ebru Baybara DEMİR'i önceden hiç tanımazken bu seriyle birlikte tanıyıp işlerini takip eder oldum. Yine Fatih Altınöz'le olan bölümü psikiyatri alanında farklı bir bakış açısı kazandırdı bana diyebilirim.
Bu arada Nilay Örnek'in kahkahası bana çok iyi geliyor dinlerken. Ses tonu, kahkahasıyla ve sorduğu sorularla yaptığı işte gerçekten iyi olduğunu düşünüyorum. Kaliteli işlerinin devamını diliyorum.
2- Popüler Olmayan Psikoloji
Podcasti yapanlar Dr. Özge Orbay ve Psikolog Eda Kurtuluş. Podcastten bahsetmeden evvel Dr. Özge Orbay'a bir parantez ayırmak istiyorum.
Dr. Özge Orbay'ın instagram hesabını uzun bi süredir takip ediyorum. Gerek psikoloji alanındaki yaklaşımı gerek yazıları hatta konuşmasıyla bile bir psikolojik danışman olarak hayran olduğum psikologlardan biri kendisi. Onun yazılarını okurken kendimi anlama noktasında anlayışım artıyor ve ihtiyaçlarımın karşılanması noktasında kendime karşı olan sorumluluğumu fark ediyorum. Gerçek hayatta hiç tanımamış olsam da sırf yazılarıyla bile birçok insana güzel anlamda dokunduğunu düşünüyorum.
"Popüler Olmayan Psikoloji" de bazı söylemlere özellikle de psikoloji alanında yapılmış söylemlere bir nevi itirazda bulunuluyor. Her bölümde bahsi geçen konuyla ilgili doğru yanlış diye ayırmadan yaşamımızdaki işlevi üzerinden bir sohbet gerçekleştiriyorlar. Bu konulara ilgi duyan arkadaşların beğeneceğine inanıyorum. Daha önce hiç dinlemeyenler için " Gölgelerin Gücü Adına " Bölümünü başlangıç olarak önerebilirim.
3- Ortamlarda Satılacak Bilgi
Benim için bu poscast serisini güzel yapan podcastin sahibi Merve'nin kendisi diyebilirim. Kendisi kimdir tam olarak bilemiyorum, sanırım kimse de bilmiyor. Merve, podcast serisini dinleyenlerin fark edeceği üzere çok okuyan, meraklı, kendisini geliştirmeye adamış, güzel konuşan bir insan. Hatta uzun süredir sabah 5'te kalktığını sporunu yapıp kitabını okuduğunu diğer işlerini sonrasında yaptığını anlatıyor. Bu şekilde günlerinin daha verimli geçtiğini söylüyor. Hatta instagram sayfasında birçok kişiye de ilham olarak bu konuda bi grup çalışması bile yaptı. Bu yönüyle beni ele aldı dersem eksik söylemiş olurum. Çünkü öğrendiklerini çok da güzel aktarabiliyor kendisi. Kendisini dinletiyor kısacası. Onunla bağ kurduğum bi nokta da kendisini Pragmatist olarak tanıtması. Yani çevresine aldığı insanları ve arkadaşlarını donanımlı, öğrenmeye açık, okuyan kimselerden seçmeye özen gösteriyor ve onlarla olan sohbetinden bir şeyler öğrenebilmeyi önemsiyor. Bu açıdan ben de Pragmatist bir yapıya sahibim diyebilirim :)
2 Aralık 2022 Cuma
Çiçeği Burnunda Annelere Terapi Niyetine İzlenceler- "WORKİN' MOMS"
Modern zamanın aile yapısı günümüzde biraz böyle. Anneler çoğunlukla yalnız bakıyorlar bebeğine. Baba genelde işe gitmek durumunda. Gelişmiş ülkelerdeki gibi bir terapi grubuna ihtiyaç duydum o süreçte. Benim gibi yeni rolüne alışırken zorlanan, uykusuzluktan gebererek yeni günü karşılayan, bazen ağlayan bir bebekle ne yapacağını bilemeyen annelerin sesini duymaya; onlara kendimi anlatmaya deli gibi ihtiyacım vardı. Annelerin olduğu forumlarda dolaştım bir süre. Tanımadığım kadınların bazen bir cümlesinde güç buldum, kimi zaman ben onlara yardımcı olduğumu hissettim. Bir şekilde anne destek sistemi kurdum kendime. Tam "Anneliğe alışıyorum galiba, benden anne oluyor sanki." dediğim ve bir rutin kurduğum noktada çalışma hayatına dönme sorunsalı geldi oturdu içime. Kişisel anlamda bana çok iyi geleceğinden emindim. İşimi seviyordum, çalışmayı ve evden bir sebeple bir yere gitmek için kendime bakmayı özlemiştim. Ama sanki bebeğimden ayrılıyor gibi hissediyordum. Çalışma saatlerim Türkiye şartlarına göre çok iyi sayılabilecekken, işimin bana bir çok artısı varken ben duygusal anlamda adeta bir yas tuttuğumu fark ettim. Bakıcımızı, evdeki kamera sistemini her şeyi ayarladım. Bir ay evvelden başladık bebeğime bakacak ablayla ki, hepimiz alışabilelim. İyi insanlara denk geleceğime olan inancım vardı. Hem istediğim zaman bebeğimin ne yaptığını görebilecek olmak da bir artıydı. Yine de işe başlayana dek aklımdan çıkmayan, içime oturan, bebeğimi başkasına emanet edeceğimi düşündükçe yerli yersiz gözümü dolduran bir konuydu benim için. Ne zaman kendimi kötü hissetsem kendimi yürümeye, kitaplara, filmlere veririm ve bir şekilde orada teselli bulurum. Bana iyi gelecek şeyleri bulup yapma arayışım beni "Workin' Moms" dizisiyle karşılaştırdı. 20 dk süren bölümlerin her birinde anneliği kimi zaman benzer kimi zaman farklı şekilde yaşayan, bir yandan da diğer rolleriyle anneliği uyum içerisinde götürmeye çalışan/götüremeyen kadınları izlemek bana çok iyi geldi. Özellikle de başroldeki Kate'i çok sevdim ve Kate'in (Catherine Reitman) aynı zamanda dizinin senaristlerinden birisi ve yapımsıcısı olduğunu öğrendiğimde kadına olan hayranlığım daha da arttı. Kate'in en yakın arkadaşı Anne'de de yer yer kendimi buldum. Psikiyatrist olmasına rağmen kızıyla olan ilişkisindeki problemlere kimi zaman çözüm bulamayışı, çok sert ya da nevrotikliğe varan davranışlarıyla Anne'i de ayrı sevdim. Frankie'siyle Valerie'siyle karakterlerin renkliliği beni çekti ve adeta Anneler Terapi grubunda kendime bir minder alarak yanlarında oturdum. Anneliği kutsallaştırmadan ya da değersizleştirmeden, sadece insanî yönleriyle ele almayı başarabilen bir dizi Workin' Moms ve sadece bu yönüyle bile yeni yetme bir anneye çok iyi gelebilir diye düşünüyorum. Sadece annelere hitap etmiyor elbette. Anneliği, bir kadının diğer rollerini de absürd yanlarıyla ele aldığı için izleyen herkeste iyi hisleri besleyen bir yönü olabileceğini düşünüyorum. O halde iyi seyirler diliyorum :)
12 Nisan 2021 Pazartesi
Baharın İlk Sabahları
Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: ´Sıkıntılar duradursun!´
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın”
“Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler… “
26 Aralık 2020 Cumartesi
Yeni Yıla Girerken
Aralık ayının ortalarından sonra geçtiğimiz yılı uğurlama, gelecek yeni yılı karşılama hisleriyle doluyorum. Yazmak bu hislerimi paylaşmamın güzel bir yolu oluyor. Defterime değil de buraya yazmak istediğimi fark ettim bugün. Sanırım burada birinci tekil ağızdan yazılar yazmayı da çok seviyorum.
Evet, dünya açısından belirsizliğin yoğun olduğu günler yaşadık. Kayıplar, hastalık korkusu, sevdiklerimizle her zamanki doğallıkta görüşememeler... Bu konulardan o kadar çok bahsedildi ve üzerinde duruldu ki, Covid-19 etkileri üzerine bir şeyler ekleyesim yok. Hepimiz benzer şeyler yaşadık ve yaşıyoruz. Ben kendi iç dünyamdaki değişimler ve dönüşümlerden bahsetmek istiyorum biraz.
Evime olan bağlılığımın arttığını hissediyorum. Her zaman evde vakit geçirmeyi seven bir yanım oldu, ancak bu süreçte evimdeki her bir köşenin tadını sonuna kadar çıkarttığımı görüyorum. Evden çalışabiliyor olmak da iyi geldi. Zoom'dan yapılan görüşme ve toplantılar her ne kadar yüz yüze iletişim gibi değilse de, güzel yönleri de oldu. Bir şey itiraf edeyim mi? Meğer beni kendi iş alanım dışında yoran ne çok ilişki dinamiği varmış! O seslerden, dedikodu ve yanlış anlamalardan bir süre uzak kalmak, işimi yaptıktan sonra ya da iş aralarında bir kahve yapmak, sevdiceğimle sohbet etmek, sevdiğim bir müzik açmak harika hissettirdi.
Sıkılmadım mı? Elbet sıkıldım. Bazen ruhumun enerjisi bedenime çok geldi. En uzaktaki markete gittim evin ihtiyaçları için, yürüyüşler yaptım. Bolca podcast yayını dinledim. Okumak istediğim kitapları okudum. Keyifli filmler/diziler izledim.
Büyük kararlar aldım, hüsranla sonuçlanan girişimlerim neticesinde üzüldüğüm günlerim oldu. O süreçte duvarların üzerime üzerime geldiğini de hissettim. Biraz uzaklara gittim, sevdiğimle sevdiklerimi ziyaret ettim... Bazen evden, her şeyden uzaklaşmanın da iyi gelen yanları olabileceğini deneyimledim. Döndüğümde hüznüm daha anlamlı ve daha başa çıkılabilir düzeydeydi.
Kendime şefkatle yaklaşabildiğimi gördüğüm bir yıl oldu. Sevdiklerimin kızdığım yönlerini kabul edince mi kendimi kabullendim, yoksa kendimi daha çok sevmeyi öğrenince mi çevremdeki insanlara olan anlayışım arttı bilmiyorum. Ama bu yeni öğrenmeler beni daha iyi bir noktaya taşıdı diyebilirim.
Eskiden duygularımı iyi olanlar ve kötü olanlar diye ayırdığımı fark ettim. Bu benim için önemli bir keşifti. Hüznü ve öfkeyi kötü olanlar diye ayırıp bundan kaçtıkça daha iyi olmadığımı gördüm. Tam tersine ortada üzücü bir olay varsa bu hüznü yaşamak; öfkeleniyorsam " Ne var bunda öfkelenecek canım?" diye kendimi yargılamadan evvel beni nelerin öfkelendirdiğini anlamaya çalışmak kendimle yeniden tanışmaya benziyordu. Hoş, bu bahsettiğim konudaki çalışmalarım yaşam boyu süreceğe benziyor, çünkü insanın hüznünü ve acısını yaşamaya izin vermesi bile çok zorlayıcı bir süreç olabiliyor.
Bu keşifler hiç bitmeyecek ve bitmesin de! İçimde kocaman bir dünya var ve ben bu dünyanın bir gezgini olduğum için çok mutluyum. Her yeni adımda başka bir şey buluyorum. Eştikçe derinlerden nahoş anılar da çıkıyor, güzel anılar da. Hepsi ruhumun haritasını oluşturuyor, biliyorum.
İşte yılın bu vakitleri " Yaşamımda neleri temizledim, neleri dönüştürdüm ve neler ekledim?" kısımlarını düşünmek için çok güzel bir fırsat diye düşünüyorum. Yeni yılda nelerin olmasını istediğimi detaylı bir şekilde hiç düşünmedim. Zira 2021'de de sürprizler olabilir.
Yine de neler olsun isterdim derseeem....: Kendi iç dünyama karşı duyduğum bu merak hep olsun istiyorum. Sevmeler/sevilmeler bol olsun, mutluluklar olsun... Üzüntülerin olduğu yerde bolca şefkat olsun, bir parça çikolata da olabilir. Ağladıktan sonra bir parça çikolataya "hayır" demem :) Filmler, kitaplar ve şarkılar bebişlerim olur zaten. Sevdiğim insanları söylememe gerek bile yok ama evet sevdiklerim demişken sağlık elbet olsun. Amin. :)
11 Kasım 2020 Çarşamba
Bir Tutam Mutluluk
O sabah yataktan
kalkmak istemedim. Onca saat boyunca uyuduğum uyku beni dinlendirmek şöyle
dursun, dört nala koşturmuş gibi nefes nefese bırakmıştı. Boğazıma kadar bir
kuruluk hissettim. Gözlerimi açamadan, el yordamıyla bardağa uzandım. İçtiğim
suyun bir kısmını yatağa dökmek beni biraz olsun uyandırmıştı. Söylene söylene
kalktım ve yorgunluktan bitik vücudumu lavaboya kadar sürükledim. Yüzümü
yıkayıp kuruladığımda, aynada küskün bir çift gözün bana baktığını fark ettim.
"NE?!" dedim ona. "Yine ne var?!"
Dolabımın kapağını açtım ve ütü
gerektirmeyen bir şeyler aradım. Elime geçen kazak ve pantolonu üstüme
geçirdim. Aynaya baktım. "Ehh... Bu sarı yüze ve şişmiş gözlere ne
lazım?" dedim. Makyaj malzemelerime uzandım. Hızlıca bir göz kalemi ve ruj
sürdüm. Ruj sürerken ağlayan palyaço resmi geldi aklıma. "Makyajımı tekrar
yapacak vaktim yok, tamam mı?" dedim aynadakine. Çantamı hızlıca alarak
çıktım. Tam otobüs durağına gelmiştim ki, "Kapıyı kilitledim mi,
kilitlemedim mi?" sorusu takıldı aklıma. Geri dönsem mi, dönmesem mi diye
düşünürken baktım otobüs geliyor, "Amaaan, altınlarım mı var sanki.
Kilitlemişimdir hem." diyerek bindim otobüse. Şansıma cam kenarında bir
yer buldum. Kulaklığımı taktım. "Aaron- lili " şarkısı çalmaya
başladı. İngilizcem şarkının sözlerini tam olarak anlamama yetmiyordu; ancak
müziğin tınısı, "lili" diye seslenişi içimde bir yerlere dokundu.
Gözlerimin dolmasına mani olamadım ama bir baş sallamayla geçiştirmesini
bildim. Zaten iki dakikaya inip diğer otobüse binmem gerekiyordu.
İndiğimde temiz bir hava beni karşıladı.
Öyle ya, dün akşam yağmur yağmıştı. Sabahtan beri ilk defa "Ohh"
dedim. Yağmurdan sonraki temiz hava, ardından çıkan güneş...Güzel bir gün
olacağa benziyordu. Sonra birden yine içimde o ümitsiz ağırlığı hissettim. O
ağırlığa karşın derin nefesler alıp vermeye çalıştım.
"Kısa bir süre de olsa bu temiz havayı içime çekeceğim tamam mı?" dedim kendime. Orada kendimle anlaşmaya çalışırken yaşlı bir amcanın yanı başımda durduğunu bastonunu yere bir kez tıklatınca fark ettim. "Kızım bu otobüs kartı nereden dolduruluyor ?" diye sordu. Ben de sağıma yönelerek, karşıdaki büfeyi gösterdim: "Bakın orada doldurabilirsiniz." O teşekkür edip ağır adımlarla uzaklaşırken ben de tekrar saate baktım. "Erken de geldim, nerede kaldı bu otobüs?" diye sabırsızlanarak ayağa kalktım. Kısa bir süre sonra yanımda yine birinin dikildiğini duyumsadım ve döndüğümde yine aynı yaşlı amcayı gördüm. Elinde dün akşamki yağmurda ıslandığı belli bir tutam çiçek vardı. Bana uzattı, ben de şaşkın bir şekilde aldım. Soran gözlerle baktım yaşlı amcaya. “Kızım senin ruhun güleç. Bak sen çok şanslı bir insansın. Bunu unutma, bugünü unutma.” dedi. Ben şaşkınlıkla arkasından öylece “Teşekkür ederim” diye mırıldanırken, ağır adımlarla bastonuna yaslanarak uzaklaştı. Gülümseyerek baktım elimdeki çiçeğe. Çiçek miydi, onu bile bilmiyordum. Ama içimi sıcacık yaptı. Amcanın dediğine kulak vermek istedim ve bugünü unutmak istemedim. Fotoğrafını çektim çiçeğimin. Buraya da yazıyorum ki, unutmak mümkün olmasın. Günü kötü geçen, belki uzun bir süredir kalbi sıkışır gibi yaşayan, gün doğumunu mutlulukla karşılayamayanlar varsa aramızda sizlere de armağan etmek isterim çiçeğimi…