23 Ağustos 2023 Çarşamba

Yeni Rollerin Getirdiği Bazı Güzellikler

     Evlilik çok farklı bir olay değil mi yaa? Düşünsene, ömrünün belli bir zamanına dek tanımadığın, varlığından habersiz yaşadığın birisiyle karşılaşıyorsun. Böyle içindeki tüm güzel duyguların ona doğru aktığı bir süreç yaşıyorsun, iyi biriyse ve şanslıysan onun duyguları da senin duygularınla bir ahenk yaratıyor ve bingo! Evleniyorsun. Sonra ömrünün o vaktine dek tanımadığın insanlarla akraba oluyorsun, daha önce hiç görmediğin yer ikinci memleketten sayılıyor, hatta kadınsan kütüğün bile bir anda oraya kaydoluyor filan( Bu durumu anlamakta halen zorlanıyorum ve aşamıyorum dostlar, kütüğüm eşimin bile hatırlamadığı bir yere kaydoldu, sebebi neydi ki?) 

      Efendim tatilden dönüşte iyileşince memleket turuna çıkalım dedik. Eşimin memleketi Erzurum'a gidecek oradan da benim memlekete geçecektik. Benim memleketin . eskiden Adana'ya bağlı bir ilçe olduğu düşünülecek olursa sıcaklardan dolayı elbette benim memlekete geçme düşüncesini rafa kaldırdık, iki hafta Erzurum'da kaldık. Çünkü serindi. Çünkü geçtiğimiz hafta ülkece yaşadığımız sıcaklar resmen cehennemin fragmanı gibiydi. Neyse bu sıcaklık mevzusundan çıkayım, Erzurum'a döneyim. 

      Bi kere bu kadim şehirde yeni gelin olayı önemli bir hadiseymiş dostlar. "Ben dört senedir evliyim ama, yeni gelinliğim mi kaldı Allasen :))) " Yeni gelin olmaktan tahminen ne zamana mezun olurum? " "Usta gelin sertifikası veriliyor mu burada:))? "esprilerim eşliğinde akraba davetlerine katıldık. Kayınvalidemle botoks yaptıran, dudağına dolgu yaptıran akrabaları gözden kaçırmadığımız gibi yakışmış mı yakışmamış mı değerlendirmelerimizi pas geçmedik. Elbette benim bu insanların çoğunu daha önce hiç görmediğim gerçeğini eledik. Kayınvalidem beni doğal güzel ilan etti, kalbimi bir kez daha fethetti. Mantı ve su böreği dahi yaptı bana. Ben de yeni gelini en iyi ağırlama ödülünü ona verdim tabi :) Bak dalgasını filan geçtim ama sevdim de ben bu yeni gelin işini he :)

      Sabahtan akşama kadar çay demleniyor bi de bu şehirde, ama çay bizim buraların çayı gibi değil. Gördüğüm kadarıyla insanlar çay damlatılmış sıcak su içiyor ve içine limon dilimi koymayı da ihmal etmiyor. Erzurum'un en sıcak günlerini yaşadıklarını söylerken ( 31 derece civarı) çaylarını yudumluyorlar. Ben de eşlik ediyorum onlara tabi, yeni gelin olmak uyum sağlamayı bilmeyi gerektirir çünkü. 

       Eşime dışarıdan bakma olayı da çok güzel oluyor bu ziyaretlerde. Bir anne babanın evladı, bir amca ve bir kardeş olarak eşimin farklı yönlerini keşfediyorum ya da birlikteyken anlam veremediğim bir davranışı konusunda aydınlanma yaşadığım anlar oluyor. Eşimi olduğu gibi kabul etme noktasında aşama kaydediyorum adeta. Onu bir insan olarak, bir bütün olarak ele alıp kabullenmek sevgimi de arttırıyor. ( Sonrasında eşime espri yapmak istediğimde de bolca malzemem oluyor :)) 

       Kalabalık, sevgi dolu aileleri hep sevmişimdir, nitekim kızım da çok sevdi. Herkesin onu sevip ilgilenmesine bayıldı. Dili çözüldü çocuğumun iki haftada, ilk net "Anne"sini topluca duyduk ve o kadar müthiş bir histi ki anlatamam 🤗🥺 
 
       Dönüşte Kırıkkale'de bir gece kalıp öyle Bursa'ya geçelim dedik. Kırıkkale'yi ilk kez görmüş oldum böylece ve cidden sevdim. İnsanları çok yardımseverdi, İç Anadolu şehrine göre yeşillikli yerleri hiç de az değildi. " Belediyesi güzel çalışıyor olmalı. "diye düşündüm çoğu kez. Öncesinde önyargımın olduğunu dahi fark ettim ve kendime önyargılı olmamam, daha esnek bakabilmem konusunda bir konuşma yaptım. 

      Bol gezmeli, çay içmeli, serinliğinde uyumalı memleket gezisi oldu senin anlayacağın. Arabayla yolculuk zordu, yol uzadıkça uzadı adeta. Ama  bir başka ailenin parçası olmak, onlar tarafından sevildiğini ve önemli olduğunu hissetmek çok güzel duygulardı. Dahası bu güzel duyguların daha çoğunun kızıma gösterilmiş olması, kızımın sevgi dolu ortamlarda bulunduğuna şahitlik etmek ne hoştu! :) 
     
       Bu tatilde 30 yaşıma da girdim çok şükür. Çok şükür diyorum, çünkü ben kendimi bir senedir 30'a girmiş gibi hissediyorum. Ve 30'lu yaşların kadınlar için daha anlamlı ve güzel yaşlar olduğunu söylüyorlar. Beklentimiz yüksek :)) Bu yaşımda önyargılarımı  fark edip daha esnek olabildiğim versiyonuma erişmek istiyorum. Booolca sevgi diliyorum. Kendime, aileme ve de herkese. Ve hatta dünyaya. Sevgi dolu ortamlar öyle iyileştirici ki, herkes kendi payını ihtiyaç duyduğu kadarıyla alabilsin istiyorum. Bir de yeni gelin olarak kalmak istiyorum :))) 
      
     

27 Temmuz 2023 Perşembe

Tatil Maceramız

 

   Geçtiğimiz hafta tatile gittik Kuşadası'na. Normalde Fethiye'ye gitmeyi planlarken havaların sıcak olacağını düşünerek rotamızı bu şekilde değiştirmeyi uygun gördük. 

      Bebeğimizle ilk tatilimiz olacağı için de hem heyecanlı hem meraklı bir parça da kaygılıydım. Ana olunca kaygı da hep ikincil duygun oluyor.  Hatta bazen tüm duyguları alt ediyor bu duygu. Neyse ki kaygıyla bir problemim yok. 30 senedir kaygılı bir insanım zaten :)) Alışığız birbirimize. Demem o ki, bebekle tatile çıkmadan evvel tabiki öncesinden araştırma yaptım. Güneş kremi ( elbette temiz içerikli olanından :) , mayosu, deniz ayakkabısı, ateş ölçeri, Calpol'ü, aman sıkılmasın sonra diye oyuncağı, gece uyuturken yardımcı olsun diye kitabı... Derken hanımefendinin eşyaları neredeyse bir bavul etti zaten. Ki kıyafetleri küçük oluyor bu bebelerin, kıyafetlerin fazla yer kaplamadığını da düşünürsek baya baya eşyası varmış yavrumun. 

      Bu arada siz bu hazırlanma konusunda nasılsınız bilmem, ama ben galiba son dakika insanıyım biraz. Yani genel olarak kafamdaki şeyleri alırım, ütüler, hazırda tutarım. Son gün valize eklerim, unuttuğum bir şey var mı diye de son gün bakmış olurum. Ki genelde unuttuğum bir şey çıkar ve "Hadi dışarı çıkıp şunu alalım !!! " Diye eşimi darlamış olurum. Ki eşim benim tam zıttımdır. O öncesinden her şeyi hazır eder, lüzumlu bulduğu şeylerden iki tane koyar. Son gün sadece dinlenmek ister. Benimleyken bu mümkün olamadığından içten içe bana söylendiğini bilirim. Sonraki günler sesli de dile getirir. Ben de ona hak veririm tabiki yine de " Ama sen genel şeyleri düşünürken ben bir dolu detay düşünüyorum hayatım, biraz da ondan oluyor bunlar. " Diye kendimi savunmaktan da geri durmam, duramam. 

      Ha ne diyordum? Efendim zor da olsa yola çıkmayı başardık çok şükür. Her şey dahil otel tercih ettik, bebek bakımı devam ettiği müddetçe başka seçenekleri denemeyelim, dinlenelim istedik. İyi de oldu. 

      Otel güzeldi, Antalya'daki oteller gibi donanımlı değildi ama samimiydi. Çalışanları çok ilgiliydi. Kızım kendiyle aynı yaşta İngiliz bir kız arkadaş edindi. Onlar sayesinde biz de ebeveynler olarak tanışma, çat pat ingilizcemizle konuşma imkanı bulduk. Bu arada bence çocuk gerçekten de sosyalleşme açısından bir fark yaratıyor. ( Sigara içmenin de sosyalleşme aracı olduğunu düşünürüm bu arada, ki ben bu yolu tercih etmiyorum) Onların bu arkadaşlığı otel çalışanlarının da sempatisini kazandı. Onlar da bazı oyunlara dahil oldular , ki Miray bayıldı bu duruma. Tatile gitmeden önce sosyal açıdan çekingen olan evladım, şimdi yolda hoşuna giden herkese öpücük atıyor, göz kırpıyor, el sallıyor filan. Vallahi şaşkınım dostlar. 

       Ben genelde havuz olayına karşıyımdır, tercih etmem. "Gitmişken denize gireyim, güneşleneyim; havuz her yerde var. " Diyen biriyim. Ancak otelin bulunduğu bölgede deniz pek bir dalgalıydı. Miray korkunca ve bize sıkıca sarılıp asla kucağımızdan inmeyince; mecburen otelin Aquapark bölümündeki bebek havuzu kısmına girdik. Her gün denizi denedik ama her gün hüsranla bebek havuzuna girdik :)) Arada eşimle yer değiştirerek yetişkin havuzuna geçiş yapabildik çok şükür. Hatta yetişkin havuzunda müzikli sporlu bi aktivite yapılıyordu. " Aman elime mi yapışacak ben de az spor yapayım. " Dedim. Aman allahım, ne zor şeymiş meğerse. Sporu filan değil, o deniz makarnasına düğüm atarak yapılan bi kısım vardı. Benim düğümüm her defasında açıldı. Ben bıraktım artık müziğini, hareketleri takip etmeyi filan düğüm atmaya çalıştım. İşte ben orada elendim arkadaşlar, benim makarnam öyle bir şekli reddetti. Ben de havuzda sporu reddetmiş oldum böylece. Zaten sonra Miray beni istedi. Kocam mutlu ayrıldı gruptan :)) 

       Tatilin üçüncü günü kızımın ateşi çıktı. Eşimle nöbetleşe bakarak bir gün içerisinde ateş konusunu çözdüğümüzü düşündük. Normal tatilimize devam ediyoruz tabiki bir yandan. Ateş yüksek olmayıp çocuğun genel hali de iyi olunca bir rahatlık oluyor insanda. Ama gör, ben kendi içimde nasıl triplerdeyim. "Bebeğimin ilk ateşi çıktığında nasıl panik olmuştum, şimdi nasıl sakin bir şekilde yaklaşabiliyorum olaylara. " Filan diyorum, aynada panik olan yanıma göz kırpıyorum. " Gör bak nasıl ana olunuyormuş" Diyorum. Eşimle de farkındalığımı paylaşıyorum ki o da ebeveynlik konusunda kendisine point versin. Böyle de empatik bir eşim çünkü. Bu şekil güzelce, başka sorun olmadan tatili bitirdik. Döneceğimiz gün bende bir boğaz ağrısı başladı."  Klimadandır, geçer nasılsa. " Dedim. Eve geldik, bildiğin dünyayı flu görüyorum. Böyle otomatik pilotta iş yapıyorum ama kafamda her şey bulanık. "Yolculuk yordu, sabaha düzelir. " Dedim. Düzelmedi arkadaşlar. Daha da kötü oldum. Dahası Miray da benim gibi hasta. Öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı filan derken baya zorlu günler geçiriyorum. 

      Bu şekil dolaşıyorum etrafta bak. Akşam ben öksürüyorum, Miray burnunu çekiyor. Eşim de gülmek istiyor ama kendisini zor tutuyormuş gibi telefonuna bakıyor. "Söyle söyle, neye gülüyorsun içten içe? " Dedim. " Tatildeyken hastalık işini hallettik diye nasıl havalara girmiştik, şu hale bak. Ona gülüyorum. " Dedi. Ben de onunla birlikte gülmeye çalıştım tabi. Sonra gülemedim, öksürük krizine girdim çünkü. Şimdi de aynı sebepten uyuyamıyorum. O sebeple kendinize iyi bakın, klimaya da salgına da dikkat edin arkadaşlar. 

Mirkelam- Asuman Pansuman

12 Temmuz 2023 Çarşamba

Nostaljik Hisler

      Bazen diyorum ki, keşke daha erken doğsaymışım. Böyle 70'lerde doğsam mesela, 90'ların enerjik genci olsaydım. Mis gibi Türkçe Pop şarkıları çıksaydı 20'lerimde, Rock festivallerinde alsaydım yerimi. Yaşasaydım doya doya. 
      93'te doğdum, 30'u doldurdum şimdilerde, ne oldu? Sanki ucundan yakalamış ama doya doya da yaşayamamış gibi hissediyorum Türkiye'nin en güzel yıllarını. "Azıcık da olsa tatmış olmak bile güzel." diyorum ama yeterli gelmiyor bir yandan da. 
     Ben çocukken TV izlemek en sevdiğim aktivitelerden bir tanesiydi. Kanal D Çizgi Film Kuşağı vardı, abimle her sabah erkenden kalkar onu kaçırmamaya çalışırdık. Sonra annem kahvaltı hazırlardı. Nutella yoktu ama bardakta ya da kâse gibi cam bir kapta satılan çikolata vardı. Annem çikolata bitince dışını atmaz kullanırdı. O zamanlar çikolata yemek lükstü diye hatırlıyorum. LC Waikiki'den giyinmek lükstü mesela. Çocuk aklımla çok bilmezdim marka filan. Arkadaşlarım da bilmezdi zirâ. Ekonomik koşullar o zamanlar iyi değildi diye anlatıyorlar anne babam ama bunun bize olumsuz bir yansıması olduğunu hatırlamıyorum. Sanki çevremdeki herkes bizim gibiydi. Zaten tek derdimiz sabahtan akşama ip atlamaktı, öyle ya mahallede oynayan son çocuklar olduğumuzu söylüyorlar. Şanslıydık. Abimin rengârenk bilyeleri vardı, koleksiyon yapmıştı. En güzel renklerini gizlice çalıp oynamaya bayılırdım. Sonra akşamları yine tv izlerdik ailecek. Tv programlarında neşe vardı sanki. Babam arada âşık atışması açar, gülerdi. Bazen programlarda sanatçılar ağlarlardı. Büyüklerimiz de duygulanırdı. Çocuk aklımızla çok anlamazdık, ama garipsemezdik de. Duyguları yaşamak ne kadar normal geliyordu. 
       Biraz daha büyüdüm. Beyaz Show müptelası oldum sonra. Sanatçılara hep ilgi duydum diye hatırlıyorum, nasıl o sanata merak sarmışlar nasıl oldu da o kadar ustalaştılar? Ne yaptılar bunun için? Tabi o zamanlar Beyaz Show'da elli tane davetli olmazdı. İki üç tane konuk olurdu ve kaliteli sohbetler ederlerdi. En azından ben bazı sorularımın cevabını alırdım. 
         Müzik kanalları zaten başka bir alemdi. Yeni yeni çıkan kanallar olurdu. Sabahları hep çok hızlı konuşan bir sunucu vardı bu kanallarda. Bazen müzik dünyasından konukları olurdu. Röportaj yaparlardı. Zaten Türkçe Pop'un harika olduğu dönemler...Ne çalsalar dinleniyordu. 
         Eurovision'a katılıyorduk bi ara. Sertab Erener'in Eurovision'a katıldığı yıl benim de gerçek bir bilinçle ve fanatizmle Eurovision izlediğim seneydi. Kazandığımızda mutluluktan  bir süre uyuyamamıştık ailecek. Sonuna kadar hak etmişti Sertab. Bu sefer diğer ülkeler de hakkımızı yememişti :)) O günden sonra oyunlarımızda uzun süre "Ebru banyodaykeeen... " Diye şarkı söyledik. Oradaki dans kareogrofisini canlandırmaya çalıştık. Televizyonlardan ilham alıp ne çok oyun oynamışız bak. 
         Yedi numara, Kuzenlerim, Evdeki Yabancı, Eyvah Babam, ..... ne güzel dizilerdi. O zamanlar dizi süresi bu kadar uzun değildi. Tabi biz bu dizileri yaz tatillerinde tekrarları yayınlanınca izleyebildik. Ama olsundu. Aa bu arada Trt 1'de Japon Animeleri koyarlardı. Ay Savaşçısı'nı çok severdik arkadaşlarımla. Hepimiz oradaki bir karakter olurduk. Ben mesela Venüs Savaşçısı'nı beğeniyordum. O olmuştum sözde. Resim dersinde herkes kendi karakterini çizmeye çalışıyordu. 
         Ergenliğe ilk adım attığım yıllar Salsa, Trendy gibi dergiler vardı. İçeriğini çok hatırlamasam da kız dergileriydi bunlar ve her sayısında güzel posterler yer alıyordu içine. Babam bir sinemaseverdi. Ve bizim ilçede sinema olmadığından Adana'ya giderdik sıkça. Truva filmini izledikten sonra Brad Pitt aşığı olmuştum. Salsa dergisi Truva'daki Brad'in posterini koymuştu. Uzun süre odamın duvarını süsledi kendisi. Ah sinema diyordum, Yüzüklerin Efendisi hayranı olan babam filmin vizyona gireceği gün erkenden götürürdü bizi Adana'ya. O sıralar İncirlik'te Amerikalılar vardı ve onlar da aynı sebepten akın ederlerdi Real AVM'ye. Başka bir ülkeye gelmişim gibi hissederdim. Derslerde öğrendiğim İngilizceyle çat pat konuştuğum olmuştu da ne mutlu olmuştum. Başka ülkelere gitme, başka dilleri ve insanları tanıma isteğim belki orada doğmuştur kimbilir. 
         Şimdi bakınca ben de çok güzel şeyler yaşamışım. Ucundan kıyısından da olsa yakalamışım bir şeyleri. En azından bu ülkedeki insanların samimi şekilde duygularını gösterebildiği, gülebildiği, hayal kurabildiği, geleceğe umutla bakabildikleri döneme yetiştim. Şimdi instagram storyleri kadar yapmacık geliyor bazı yaşantılar. Tv açmıyorum zaten ne zamandır. Benden daha büyüklerle oturup sohbet ettiğimde fark ediyorum ki, onlar da hep gençliklerinden bahsedip gülüşüyorlar. Çok seviyorum onların o hallerini ve onların uzun uzun daldıkları şeyin özlemini duyuyorum içimde. Daha fazlasını yaşayabilme isteğiyle doluyorum. Ruhum bu zamanlara ait değilmiş gibi hissediyorum. Edip Cansever'in "Mendilimde Kan Sesleri" Şiiri ne güzel anlatmış aslında:
 

"Her yere yetişilir  
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama 
Çocuğum beni bağışla 
Ahmet Abi sen de bağışla 
Boynu bükük duruyorsam eğer 
İçimden öyle geldiği için değil 
Ama hiç değil 
Ah güzel Ahmet abim benim 
İnsan yaşadığı yere benzer 
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 
Suyunda yüzen balığa 
Toprağını iten çiçeğe 
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 
Konyanın beyaz 
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer 
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir 
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları 
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına 
Öylesine benzer ki 
Ve avlularına 
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) 
Ve sözlerine  
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki) 
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer 
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne 
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına 
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına 
Minibüslerine, gecekondularına 
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi. "


Parliament Sinema Kulübü

9 Temmuz 2023 Pazar

"Olduramadım"

   

        Bazı insanlar vardır. Gerçek hayatta hiç tanışmamışsınızdır , oturup konuşmuşluğunuz filan yoktur. Belki siz onu tanıdığınızda çoktan bu dünyadan göçüp gitmiştir; başka zamanların insanısınızdır. Ama bilirsiniz, ruhunuz bilir;  onun bu dünyada bulunmuş olması, bir ses, bir yazı ya da herhangi bir şey bırakması dahi bir fark yaratmıştır; hissedersiniz. Bu dünyada iyi şeylerin olduğuna, güzel kalplerin bulunduğuna, hatta kötülükle iyiliğin yarıştığı bu geçici yerde iyilerin kötülerden fazla olduğuna dair inancınıza can suyu gibidirler. Sadece  tanımış olmak bile umut duygunuzu korumanız için çok önemli bir sebeptir. Yaşarken nasıl birleştirici bir etkileri varsa, yaşama veda ederken de aynı birleştirici etkiyi yaratırlar. Her kesimden insan, kötü tek bir cümle ya da söz bulamaz arkasından. 

       Ben şu an 30 yaşındayım. Hiç hazır değilken  çocukluktan çıktığım, yetişkin olmak istemediğim ve korktuğum ergenlik yıllarımda edebiyata, müziğe, sinemaya tutundum. İçimde duygularımın her birinin bangır bangır bağırdığı düzensiz bir orkestra vardı. Sanata dair şeylerle ilgilenmek bir nebze olsun dinginlik veriyordu iç dünyama. Quenn'le tanıştım o yıllarda. Freddie Mercury'i ayrı bir yere koydum kalbimde. Ben doğmadan önce vefat ettiğini öğrenince yas tuttum. Sonra sınıf arkadaşım Bekir, hani hep kulaklığıyla gezen çocuklardandı o da, bana MFÖ Ali Desidero dinletti. O  vakte dek bildiğim şarkıları vardı ancak bu çok farklı geldi. Diğer şarkılarını da bulup dinledim sonra. Özellikle Özkan Uğur'un "Olduramadım" Şarkısını odamda bağıra bağıra söylerken , benim hislerimi bundan daha iyi anlatan başka bir şarkı olduğuna inanmadım. Farklı hissettiğim, bir kaba sığamadığım ve sığmak istemediğim, kalıplardan nefret ettiğim o dönemde bu şarkı beni anlıyordu sanki. Omzumu sıvazlıyordu. 


       Ne diyeyim, hayran kaldım ben ona. Hem gitar çalacak, hem söyleyecek, aynı anda o müthiş enerjisiyle dans edip bir de tiyatral yönünü konuşturacak... Röportajlarına denk geldiğimde öyle çok sevdim ki ruhunu, insancıl yönünü... 

       Vefat haberini öğrenince çok üzüldüm, çok üzgünüm. Sonra bunlar geldi aklıma. İlk gençlik çağlarım... Tüm o hissiyatlar... Yazmak istedim. Öylece geçmek istemedim. Eminim birçok insana çok farklı şekilde dokundu Özkan Uğur, bendeki etkisini paylaşmak istedim.  

      Ölüm yaşamın bir parçası ama ben ölümü sana  yakıştıramadım Özkan abi, "olduramadım"... İyi ki vardın bu dünyada. Yattığın yer incitmesin, ışıklar içinde uyu inşallah🙏

Özkan Uğur- Olduramadım

5 Temmuz 2023 Çarşamba

"Seni sevdiğim için söylüyorum"

    İlk bakışta ne kadar masum ve düşünceli gelen bir söz değil mi? " Seni sevdiğim için söylüyorum..... Bak seni düşündüğüm için söylüyorum.... " Peki içeriği gerçekten öyle midir bu sözün? 

    Neden böyle bir giriş yaptım, anlatayım. İş yerinde sosyal olarak kendimi daha yakın hissettiğim bir grup var. Bebekten önce buluşmalarına beni de çağırırlardı, giderdim. Mutlu da olurdum yaptığımız sohbetten, geçirdiğimiz vakitten. Ama bebekten sonra, ki benim bebeğimin ilk bir yılı aşırı zordu maâlesef, pek görüşme imkanımız olmadı. Bebeğim alerjik bir bebek olduğundan ben de emzirdiğim için diyet yapıyordum. Süt ya da süt ürünü içeren hiçbir şeyi yememem gerekiyordu ve üstüne bir de kolik bir bebek olunca o ağlıyordu ben ağlıyordum yani. Anne babalarımız da uzakta olunca destek alabileceğimiz kimse de yoktu haliyle. Eşim sağ olsun, birlikte atlattık tüm zorlukları. Tabi zaman zaman birbirimiz üzerinden attık gerginliğimizi ama o da artık o sürecin doğal bir getirisiydi. Olağanüstü zamanlardan geçerken olağan şeyler beklememeyi öğrendik diyeyim. Bu süreçte bana en iyi gelen şey bulabildiğim fırsatta yürüyüp bebeğimi uyuturken telefondan kitap okumak oldu. Çok güzel kitaplar bitirdim ve o şekilde güç buldum. Tabi tüm bu anlattığım şeyleri düşünürseniz, neden sosyalleşemediğimizi de tahmin edebilirsiniz. Sürekli ağlayan bir bebek, dışarda süt ürünü içermeyen yiyecek bulmanın zorluğu, emziriyor olmak vs. Derken ortamlardan uzak kaldık. 

      Bir yılın sonunda bebeğim artık daha iyiydi ve alerjisi de büyük oranda geçmişti. Ben işe başladım. İş ortamında tekrardan sosyalleşiyor olmak bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Ama dedim ya, anne ve babalar uzakta olup hastalık vs gibi sebeplerden gelemeyince önce küçük bir bakıcı maceramız oldu. Sonra kız kardeşim sağ olsun o geldi bize destek oldu. Tüm bu süreçleri oturtmak, sorumlulukların dengesi yine eşimle benim birçok konuda fedakârlık yapmamızı gerekli kılıyordu. Arkadaşlarla dışarıda buluşmayı ben de özlüyordum ama cidden buna imkânım yoktu. İş yerindeki arkadaşlarım buluşmaya devam ettiler. Beni de çağırıyorlardı, bir iki kez şartları zorlayıp gittim ancak diğer buluşmalarda nazikçe gelemeyeceğimi söyledim. Büyükşehirde trafiği çekip bir yere gitmek orada da çok uzun kalamadan aynı trafiği çekerek eve gelmek, evdeki sorumluluklar.... "Trafikte geçireceğim vakitte evde uyurum belki. " Diye düşünüyordum. Açıkçası kendime vakit ayırmaya öyle çok ihtiyacım vardı ki zamanım olsa önceliği kendime verirdim herhalde.  Ancak bana karşı tavır ve söylemleri değişmeye başladı. Bak şu şekil bir söylemi anlarım: " Seni aramızda görmeyi çok istiyoruz. Sen de yoğunsun ama nasıl yapsak da iş dışında da görüşsek? " Gibi bir yaklaşım beni ziyadesiyle mutlu edebilirdi. Ama bana yapılan söylemler şu şekilde oldu: " Bak çocuktan sonra çok eve kapandın. Oksijen maskesi önce anneye biliyorsun ki. " gibi söylemler yerini sanki ben sorunlu biriymişim gibi " Çok mu titizleniyorsun acaba her şeye? Bak böyle olmaz. Çocuk bir şekilde büyür nasılsa, sen böyle eve mi kapanacaksın o büyüyene kadar? " Gibi söylemlere vardı. Cümlelerin sonunda değişmeyen ifade hep şu oldu: " Bak seni sevdiğim için söylüyorum. Valla seni düşündüğümüz için.... " Gibi cümlelere... 

        Ben elbette cevaplarımı nezaket çerçevesinde verdim. Neye ihtiyaç duyduğumu, şu süreçte bana neyin iyi geleceğini, onlarla iş ortamında buluşmanın dahi bana iyi geldiğini ama fazlasını şu an için yapamayacağımı anlattım. Ama bir şekilde mesafelendim ve mesafelenmek istedim. Çünkü bu tür söylemler bana çok tehlikeli geliyor. Karşındaki insanı anlamaktan uzak, sadece kendi düşünce ve yaşayış standardını karşındakine dayatırcasına ve o kabul etmeyince de karşındaki insanı etiketlercesine söylemler gibi geliyor... Kim bunu ister ki? 

        Bu tarz örnekler yaşamımımda hep oldu ve olacak biliyorum. Ve ben karşımdaki kişi  derdini anlatıp benim fikrimi sormadan asla bir yorum yapmamaya çalışıyorum. Çünkü ben karşımdaki kişiden daha mı akıllıyım? Ne haddime? Çok seviyorsam o kişiyi, onu anladığımı gösteren şeyler söyleyebilir ya da onun yanında olabilirim değil mi? Böylesi denk hissettiğim ilişkilerde kendimi daha iyi hissediyorum. Ve cidden istenmeden verilen aklın sonu gelsin istiyorum. 

       Öyle işte. Bu da böyle bir anımdı diye bağlayayım :) İçimi döktüm, rahatladım. Ohh. 

:)) 

   Sezen Aksu- Karşıyım

4 Temmuz 2023 Salı

Mini Dizi Tavsiyesi: Fleishman is in Trouble

       Film, dizi izlemeyi ya da kitap okumayı çok sevsem de vakit kıtlığı yaşıyorum. Haliyle eğer bir filme ya da diziye vakit ayıracaksam gerçekten kaliteli bir yapım olduğuna inanmam gerekiyor. Hele bir de mini diziyse çok daha iyi benim için, ne kısa ne uzun tam tadında bitiyor.

      "Fleishman is in Trouble"  8 bölümlük bir mini dizi ve ne zamandır Disney'de karşıma çıkan bir yapımdı. Oyuncularına ve de konusuna bakınca bir şans vermek istedim. Bir solukta izledim diyemesem de  bulduğum her boşlukta izledim. Gerek konusu, gerek dizinin farklı bakış açılarından anlatılması, orta yaş ve evlilik ilişkisini ele alış şekli.... Beni diğer zamanlarda da bolca düşündüren bir dizi oldu diyebilirim. 
    
        Efendim lafı uzatmadan konusuna geleyim: Toby Fleishman eşinden boşanmış iki çocuklu bir doktor. Eski eşi Rachel çocukları bir süreliğine Toby'nin evine bırakıyor ve alması gereken zamanda almıyor, telefonlara cevap vermiyor. Adeta ortadan kayboluyor. Bu süreçte biz Toby'nin boşanma sonrası psikolojik durumuna şahitlik ediyoruz. Boşandıktan sonra randevu sitelerine üye olan Toby başka kadınlarla randevulara çıkmaya başlıyor. " Vayy be bunca zaman ben ne kaçırmışım"  hissiyatı ile " Ben bu hale nasıl geldim? " sorgulamaları arasında gelgitler yaşıyor. Öte yandan evliliği süresince görüşmediği üniversiteden çok yakın arkadaşları Seth ve Libby ile yeniden bir araya gelmeye başlıyorlar. Onlara evliliğini anlatıyor Toby. Anlatmaya ihtiyacı var çünkü ve biz Toby'nin evliliğini onun bakış açısıyla izliyoruz kesitler halinde. Sonra eski eşi Rachel'ın bakış açısından da görme şansımız oluyor bu evliliği. Ki 7. bölüm beni çok etkiledi diyebilirim. Ha bu arada, Toby'nin durumu arkadaşı Libby üzerinde de bir etki yaratıyor. Libby de gerek evliliğine dair, gerek  yaşama ve ilişkilere ilişkin sorgulamalar içerisine giriyor. Ya da kendi iç dünyasıyla yüzleşme imkanı buluyor da diyebiliriz. 

       Yani diziyi anlatmak istiyorum ama çok fazla spoiler vermek de istemiyorum. Fakat öyle bir his bıraktı ki bende oturup bu diziyi izleyen dostlarla tartışmak ve üzerinde düşünmek istediğim birçok konu kazandırdı bana. 

       Bu arada ben anlatırken nasıl bir hissiyat uyandırdı bu dizi sende bilmem. Ama çok da depresif bir hava yok dizide, merak ettiren bir yanı var ayrıca. Söylemeden geçmeyeyim, yetişkin içeriklerin olduğu bir dizi o sebeple çocuklarla izlenmesini de önermem.  Bu anlattıklarım ilgini çektiyse bir şans vermeni öneririm. Ve izledikten sonra burada düşüncelerini paylaşmanı çok isterim. Şimdiden iyi seyirler dilerim :) 

      
        

12 Haziran 2023 Pazartesi

Bir dizi en çok neyin olabilir?

       

       Daha önce belki hiç bahsi geçmedi burada, ki şaşkınım bu duruma. Neden daha önce hiç bahsetmedim bilmiyorum, kendime mi saklamak istedim acep, belki :) Sana fan club üyesi olduğum bir diziden bahsetmek istiyorum bugün. Belki ismini çokça duyduğun, ucundan kıyısından izlediğin; belki sarmadı diye kapadığın ya da kim bilir benim gibi çok sevdiğin... Hazırsan ismini açıklıyorumm...ummmm...mmmm: How I Met Your Mother.

      Bak daha ismini söyler söylemez içim yumuş yumuş oldu. Sıcacık bir duygu seli dolandı içimde. Cidden bak, abartmıyorum, inanılmaz seviyorum.  Bu dizinin benim için anlamını sana şöyle açıklamaya çalışayım.

      

    Üniversitedeyim. Toksik bir ilişkim var, daha önce hiç sevgilim olmadığından hislerime dair ne anlamam gerektiğinden, nasıl düşünmem gerektiğinden emin değilim. Ama boğuluyormuş gibi hissediyorum. İyi hissetmiyorum. Üniversiteden hocamın biri bahsettiği için bu diziye bir şans vereyim diye başlıyorum o can sıkıntısıyla... İlk bölüm, ehh işte. Ama samimi geliyor, izlerim ben bunu diyorum. Devam ediyorum. İki bölüm, üç bölüm,... derken birinci sezon bitiveriyor. Hayatımda düzelen pek bir şey yok ama kendimi daha iyi hissediyorum. Dizideki Ted'e yakın hissediyorum kendimi, Lily ve Marshall'ın ilişkisiyle kendi ilişkimi kıyasladığımı fark ediyorum. Onlar gibi olmak değil amacım ama sağlıklı bir ilişkide kişilerin nasıl hissettiğini daha net fark ediyorum. Kendimle ve ilişkimin toksik yönüyle yüzleşir gibi oluyorum. Ama halen çok acemiyim. Mutlu olmadığımı kendime itiraf ediyorum. Sonunda. Bu arada bu dizinin diğer sezonlarını  aynı zamanda en yakın arkadaşlarım olan ev arkadaşlarımla izliyoruz. Aynı bölümde okuduğumuzdan, bolca konuşuyoruz bazı bölümlerin arkasından. Çünkü komedi dizisi olarak bilinse de  hayata dair çok güzel tasvir ve tespitleri olan da bir dizi. Hakkını veriyoruz. Son sezona gelince bırakıyorum ben izlemeyi. Çünkü vedalarla aram iyi değil. Bu dizi biterse başka bitişleri de kabul etmem gerektiğini hissediyorum. Son sezonu izlemiyorum. 

     Üniversite bitiyor. Evimizi kapatıp hayatımızın en önemli evrelerinden birine, birbirimize veda etmek öyle zor geliyor ki... Kafamız çok karışık, gelecek belirsiz, belirsizlikle baş etmek çok zor. Bu arada her güzel şey bitiyor benim toksik ilişki devam ediyor. Neden? Çünkü tüm iyimserliğimle ve  daha iyi hale getirebilirim çabam ufak da olsa meyvesini vermiş. Enerjim  daha bitmemiş ya da ayrılığa ayıracak gücüm kalmamış. İkisi de mümkün. Ben yine izlemeye başlıyorum. Son sezon dışında rastgele bölümler açıp izliyorum. Beni sarıp sarmalıyor sanki. Lily Ted'e değil de bana söylüyor  bazı tespitlerini. Barney'nin tüm şebekliklerine gülüyorum, çünkü o Barney :) Marshall'ın marşmelov tadında kişiliği hayatıma renk katarken, Robin'in sert taraflarına hayran kaldığım oluyor. Çünkü bazen önemli konularda duruşun net olmalı değil mi? Hepsi ailem oluyor senin anlayacağın.

     Üniversiteden sonra evde geçirdiğim boş bir 6 ayın  sonunda hayallerime kavuşuyorum. Üniversite okuduğum şehre atanıyorum. Aslında mutlu olmam gerek ama  mutsuzum. Ailem memleketi tercih etmediğim için bana küsüyor adeta, toksik erkek arkadaşım da atandığım şehre geliyor. Evlilikten filan bahsediyor, ama ilişkimiz evlilikten fersah fersah uzaklıkta bir bağda. Tabi o an ben de bunun çok farkında değilim, belki aynı şehirde düzeltiriz diye düşünüyorum. Bu düzeltme saplantısını kimden nasıl öğrendiğimi o dönem hiç sorgulamıyorum. Tek bildiğim, hayallerime kavuşmuşken kendimi çok yalnız hissettiğim gerçeği. Açıp izlemeye başlıyorum tekrardan. Yeniden arkadaş edinmem gerektiği farkındalığına varıyorum. Ediniyorum da, hem de çok tatlı insanlarla tanışıyorum. Edindiğim dostluklar güç veriyor bana. İlişkimi daha açık anlatmaya başlıyorum. Ayna tutuyorlar mutsuzluğuma. Yeniden nefes almaya başlıyorum. Ve kararlar veriyorum. Toksik ilişkime nihayet bir son veriyorum, ailemle olan küslüğümde sergilediğim duruş meyvesini vermeye başlıyor. En azından kendi içimde kendimi desteklemeye başlıyorum. Nefes aldıkça yeni şeyler deniyorum. Yürüyorum, nefes alıyorum. Arkadaşlarımla bir araya geldikçe ferahladığımı hissediyorum. Yeniden kitap okuma alışkanlığıma dönüyorum. Kendime dair çalışmaya başlıyorum. Toksik ilişkim beni yorduğu kadar öğretici de olsun bari değil mi?

      Bu süreç beni eşimle tanıştırıyor. Sağlıklı ilişkide kişiler kendilerini nasıl hissederdi? Mutlu, huzurlu, dengeli, ne olursa olsun iletişime açıklığın verdiği rahatlık, güven...Hissediyorum. Sağlıklı ilişki olması için ne yapmak gerekirdi? Öğreniyor ve emek veriyorum. Karşılıklı olduğunu bilerek. Evleniyorum. Mutlu bir süreçten sonra aramıza bir insan tanesinin katılacağını öğreniyorum. Çok mutluyum, korkuyorum, kaygılarım az değil ama çok iyi hissediyorum. Eşimle TV izlerken How I Met Your Mother'ın ilk bölümüne denk geliyoruz. Her akşam iki bölüm koyuyorlar aynı saatlerde. Eşim daha evvel hiç izlememiş, o da çok severek izliyor, karnımda bebeğim arada hareket ediyor. Bu sefer o son sezonu izleyebiliyorum.  Mutluyum. 

      Şimdi bir dizi bir insanın en çok neyi olabilir?  Bu dizi benim hayatımdaki önemli dönüm noktalarımın, kendimi bulma çabalarımın, mutlu anlarımın, boğuluyormuş gibi hissettiğim zamanlarımın eşlikçisi oldu. Her bir karakter ailem oldu. Kazadan çıkmış gibi bitirdiğim günlerimin akşamında elime tutuşturulan bir bardak sıcak çikolata oldu. Bugün biliyorum ki, kendimi kötü hissedersem onların her akşam buluştuğu masada kendime bir sandalye kapıp soğuk biramı içebilirim ya da kanepede Star Wars serisini bitirebilirim. Her şeye rağmen hayat LEGEN.....wait for it..... DARY!! :)))


.