2 Mayıs 2023 Salı
Only Murders in the Building
30 Nisan 2023 Pazar
Bir Film ve Bir Şarkı
İzlediğim bir filmde etkilendiğim, kafede sohbet ederken ya da yemek yerken dinlediğim müziği araştırma gibi bir huyum vardır. Telefonumda da bunu destekleyen en az iki uygulama :) O müziği bulur ve farklı zaman ve yerlerde tekrar tekrar dinlerim. Ne hissettirdi bu şarkı bana? Nereye götürdü? Neler vaat etti dinlerken... Youtube'da yorumlara bakarım. En sevdiğim şeylerden bir tanesidir bu. Yorumlara bakarken, müziğin kalbe dokunan, oradaki acıyı ve mutluluğu araştıran, hissiyatları konuşma ve paylaşma isteği duyuran yanını görürüm. Öyle ki, bazen okuduğum bir yorum işimin gücümün arasında ağlatır beni. Kimi zaman da olmadık yerlerde kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırır içime içime gülmek durumunda kalırım. Her halükarda, müziğin gücü karşısında hayranlığımı gizleyemem. Başka kültürlerden, başka yaşantı ve dünyalardan insanları alır içine ve "Vaay bee, aslında ne kadar benziyoruz birbirimize." hissiyatını doğurur.
Son zamanlarda sürekli karşıma çıkıyor "Eternity and a day" Filmi ve şarkısı. Belki bir on sene olmuştur izleyeli. Fırsatını bulursam tekrar izlemek istediğim bir filmdir kendisi. Merak ediyorum, şimdi hangi hissiyatlarla izleyecek hangi noktalara dikkat edeceğim. Öyle ya, hiçbirimiz kalmıyoruz aynı yerde. On sene önceki ben ile şimdiki ben daha farklı ele alıyor yaşamı. Bir nevi kendime de dışarıdan bakma, kendi kişisel tarihim içinde yaşam perspektifimi inceleme şansı da veriyor bu bana. O zaman beni etkileyen bir şarkıyı, artık nerede duyup ne hissettirdiyse bana, burada paylaşmaya başlayayım diyorum. Kimbilir belki aynı hissiyatlarda buluşuruz ya da başka bakış açılarını duyumsama fırsatı elde ederiz.
"Eternity and a day" i ne zaman dinlesem filmdeki gri dünyaya gider, orada hüzünlenirim. Beraberinde derin bir anlayışı da getiren hüzünlerdendir bu. Güzeldir, olmasını istediğim halidir. Ruhun incelmesi, köşelerin sivriliğinin giderilmesi için güzel bir yontma yöntemidir. Önerilesidir.
26 Mart 2023 Pazar
Yaşasın Cumartesi Günleri!
"Ne güzel bir cumartesi... "
Bu sabah uyanıp gökyüzüne baktığımda böyle dedim içimden. Ve mutlu oldum. Öyle uzun zamandır kalbimde bir ağırlık hissiyle yaşıyordum ki, günler ay, geçtiğimiz bir ay da yıl gibi geldi. İnsan hüznün içinden geçerken, otomatik pilotta yaşayıp göremiyor doğan güneşi, uyanan yeryüzünü. Nitekim, bir süredir ben de farkında değildim. Alışık olduğum, bildiğim rutini sürdürüp uyuyup uyanıyordum. Günler birbirini tekrar edip dururken, farklılığı belirleyen şey bebeğimin o günkü hal ve hareketleri oluyordu.
Farklılık demişken....Yürümeye başladı bizimki dostlar! :)) 17 ay biterken bizim kız hiç yürümeyecekmiş gibi geliyordu. Ben bu konuda çok rahatım, doktorumuz gelişimi gayet yolunda dedikten sonra takılmıyorum ille şu zaman şunu yapacak diye. Amaaaa... Bu büyükler yok mu büyükler :) Hele de çevrelerinde benzer yaş grubunda bebeklerin yürüdüğünü görüyorlarsa kaygılanıyorlar, her aramada soruyorlar. Ben bu konuda tavrımı net ortaya koyduğumdan olacak, beni değil eşimi darlamışlar biraz. Ben sonradan öğrendim. Sonuç olarak, kızımın yürümesi yüreklere su serpti :))
Bu arada bir bebeğin gelişimini izlemek, ona eşlik etmek çok acayip bir duygu. Yürüme meselesini ele alalım mesela. Önce bacaklarını güçlendiriyor, deniyor. Ellerinden güç alıyor emekliyorsa, sen yanındaysan biraz daha cesur denemeler yapıyor. Sana tutunuyor. Miray elleri ve ayakları üzerinde köprü kurarak dolaştı bir süre etrafta. Temkinli olduğu için çok dikkatli denemeler yaptı. Düştü kalktı, düştü kalktı. Her küçük ilerlemedeki o mutluluğu , o küçük elleriyle yaptığı alkışlar... Çok tatlıydı. Bizim dışımızda başka şeylere güvenmeyi denedi sonra. Kenarlara tutundu, yürüme arkadaşıyla keşfetti biraz da etrafı. Kimi zaman geri dönüşler yaşadı, daha fazlasını yapabiliyorken sadece emeklediği günler oldu. Sonra bi baktık ki, babadan bana doğru bir tedirgin adım atmış. Bir başka gün ikincisi, sonra üçüncüsü... Şimdi ara ara yine tutunarak, ama genelde kendi başına keşfetmeye çalışıyor dünyayı. Gökyüzünde uçan her kuş, dışarıda gördüğü her kedi ve köpek onun şaşırma ve alkış yapma nedeni...
Ben de onunla birlikte yeniden öğreniyor ve keşfediyor gibiyim dünyayı. Onunla birlikte yavaşlamayı ve kendime zaman tanımayı öğreniyorum. Bebeğimin yürüme süreci, konfor alanından çıkıp yeni bir şeye adım atarkenki süreç gibi mesela. Güçlü olduğunu düşündüğün yanlarına dayanarak ayağa kalkmak önce, o ilk adımı atana kadar bir süre düşüp kalkmak güç almak çevrenden, bir şeylere tutunmak. Sonra tekrardan düşmek. "Yok ben yapamayacağım, ne işim var benim burada. Kalayım yerimde, güvenli bildiğim alanda. " Deyip geri dönüşler yaşamak ve sonra yeniden ayağa kalkmak. O ilk adımı korkak ve tedirgin de olsa atmak. Düşmek. Sonra tekrar denemek. Sonsuz tekrarlar neticesinde de yürümeye başlamak artık. Nasıl ki bir bebek ha deyince yürümüyor, biz de yeni bir yola girerken ya da yeni bir şey denerken öyle birden olduramıyoruz isteklerimizi.
Eskiden, bebeğimden evvel daha çok vaktim varken; hızla yanından geçip gittiğim, farkında olmadığım şeyleri şimdi görüyor olmak da çok güzel bir duygu. Bu sabah Miray'ı dışarı çıkardık ve onunla birlikte kuşlara sevindik, kedi gelip kendisini sevdirdiği için teşekkür ettik ona. Sitenin bahçesinde rengarenk çiçekler açmış, kimisi tomurcuklanmış. Doğanın uyanışına tanıklık ettik hep birlikte. El çırpıp "Alkıış" Dedik doğaya, ne olursa olsun doğa bildiği işi yapıyor, işine bakıyor. Aferin ona! :))
Sizler ne durumdasınız, nasılsınız bilmiyorum. Ama bi alkış da bize olsun be! Üst üste neler gördük neler yaşadık. Salgın hastalıklar mı; sel felaketleri, yangınlar mı, depremler mı görmedik. Özel hayatlarımızdaki sarsıntılar şöyle dursun, payımıza düşen acıyı yaşadık ve de yaşıyoruz. Ve fakat düşe kalka, ağlaya güle yeni günü karşılıyoruz. Güneşi görünce dayanamayıp atıyoruz kendimizi dışarı ve umut edip hayal kurmaya devam ediyoruz. İnsanız işte, acılarımızı cebe atıp doğamızı yaşıyor işimize bakmaya çalışıyoruz. Hepimize alkıııış :))
9 Mart 2023 Perşembe
Annemleri ziyarete gitmiştik memlekete, Osmaniye'ye. Annem daha gittiğimiz ilk gün, ne kadar süre kalacağımızı uzatıp uzatamayacağımızı sordu beklenti dolu gözlerle. Uçak biletini çoktan almıştık, uzatamazdık. O an üzüntüyle de olsa " Olsun 13 gün kalacaksınız ya, buna şükür!" dedi bize. "Ev" yazımı yazdım oradayken. Ev'de olmak beni hep farklı biraz da hüzünlü hissettirirdi. O gece o yazıyı yazarken de öyle hissediyordum. Çocukluğum ve ergenliğimle el ele tutuşup gökyüzüne bakıyordum ve "Hayat ne garip!" diyordum... Dönüş yolu de zor geldi bana. Bir yanım Bursa'daki evimi çok özlemişti ama bir yanım da dönmek istemedi. Annemin babamın yanında yeniden çocuk olabilmek ne büyük bir lütuftu! Yetişkin hayatıma temelli dönmek gibi geldi eve dönmek. Ama döndüm. Hepimiz ağladık, vedalar büyüdükçe daha da mı zorlaşıyordu ne?
Döndükten bir gün sonra, gece Miray'ın ağlamasına uyandım. Onu kucağımda uyuturken telefona bakayım dedim. Deprem haberini gördüm, baktığım sayfada "Kahramanmaraş merkezli 7.8 "diyordu deprem için. "7.8 mi? Ne? 7.8 mi?!" Miray'ı yatağa koyarken eşime söyledim. O da uykuyla algılamamış olacak ki, " Sabah ararız annenleri. Şimdi uyuyorlardır." dedi. Yanlış haber olması umuduyla, ellerim titreyerek annemi aradım. Çaldı, çaldı, çaldı. Annem sonunda açtı. Sesi titriyordu. "Merve'cim çok kötü bir felaket oldu. Ama biz iyiyiz kızım. İyi ki gitmişsiniz, iyi ki burada değilsiniz. Kendimizi zor attık dışarıya, depremler devam ediyor. Arabadayız. Şarjım az, kapanabilir." dedi. "Ohh, çok şükür. Tamam." diyebildim. Sonra kapandı. Şanslıydım, o telefona cevap verebilen bir ailem vardı, yaşıyorlardı. Seslerini duymuştum. Sonraki günlerde bunun değerini o kadar iyi anladım ki...
Bu depremde çocukluk arkadaşımı, sevdiğimiz aile yakınlarımızı kaybettim. Dünyalar tatlısı bir ailenin yok oluşunu kabullenmek halen zor geliyor. Çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın geçtiği eve veda etmişim, farkında değildim. Deprem ve sonrasında yaşananlar kabuslar silsilesi gibi. İnanması güç, çok acı. Hüzün, öfke, utanç, kaygı sarmalında geçen koca bir ay. Ülkece koca bir yası paylaşıyoruz. Hepimiz farklı derecelerde farklı şekillerde yaşıyoruz yasımızı.
Her olaydan felaketten sonra umut etmeye iyimser bakmaya elverişli yapım bu sefer biraz zorlanıyor, itiraf edeyim. Yine de bunca acıyla birlikte yaşamaktan, umut etmekten başka neyimiz var elimizde? Bilmiyorum. Geride çocuklarımız, gençlerimiz var... Yaşanacak günler, baharlar var. Umarım bari bu sefer ders alınır yaşananlardan, insanımız bu topraklarda insanca yaşar. Sağlam evlerinde, güvenle huzurla yeni günlere açarlar gözlerini. Umarım ülkece yeniden güldüğümüz, bir arada olduğumuz, birlikte ateş yakıp baharı karşıladığımız, umut ettiğimiz günlerimiz olur. Bir yerde okumuştum, "Felaketler hep olur. Felaket olduğunda yardım eden insanlar hep olacaktır. Sen oralara odaklan" diyordu. Ne mutlu ki, kötü örnekler bir yana ne güzel insanlarımız var! Hepsinin yüreklerinden öperim.
"Öyle yıkma kendini,Öyle mahzun, öyle garip...Nerede olursan ol,İçerde, dışarda, derste, sırada,Yürü üstüne - üstüne,Tükür yüzüne celladın,Fırsatçının, fesatçının, hayının...Dayan kitap ileDayan iş ile.Tırnak ile, diş ile,Umut ile, sevda ile, düş ileDayan rüsva etme beni.Gör, nasıl yeniden yaratılırım,Namuslu, genç ellerinle.Kızlarım,Oğullarım var gelecekte,Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.Kaç bin yıllık hasretimin koncası,Gözlerinden,Gözlerinden öperim,Bir umudum sende,Anlıyor musun ?"
(Ahmet ARİF- Anadolu şiiri)
Erkin Arslan- Mesopotamia