31 Ağustos 2020 Pazartesi

Damızlık Kızın Öyküsü

                      

        

              Özellikle de yaz tatilleri; yeni filmler, diziler ve kitaplar  keşfederek kendi varoluşuna farklı bakış açılarından bakma ve kimi yönlerini yeniden anlamlandırma için harika zaman dilimleri... Birçok dizi izledim ama bu diziye ayrı bir yazı yazmak istedim.
   
      Bir dünya düşünün... Doğum oranları oldukça az ve bunun sebebinin kadınlara atfedildiği (hiç şaşırtıcı gelmeyeceği üzere) bir durum söz konusu. Kadınların kullandığı doğum kontrol yöntemlerini kötü bulan, kadınların iş yaşamındaki varlığını olumsuz, toplumdaki varlığını ise sadece 'anne' rolüyle özdeşleştirmek isteyen bir düşünce yapısı ülkenin politikasına da hakim oluyor ve bir anda bu düşünce o ülkenin gerçeği oluyor. Her zaman olduğu gibi, bunu da dini inançları alet ederek yapıyorlar ve kötü niyetli erkeklerin lehine bir düzen kurulmuş oluyor. Her rütbeli haneye bir 'damızlık' kadın atanıyor. Bu kadının görevi de her doğurgan döneminde evin komutanıyla, komutanın eşi eşliğinde 'seramoni' de bulunmak; en açık şekliyle tecavüze uğramak ve o haneye bir çocuk vermek. Konusu bu şekilde ve diziyi de baş roldeki karakterimiz June Osborne'un gözünden izliyoruz.
    
          Dizinin kurgusu ve oyunculuklar gerçekten çok güzel. Bir kadın olarak toplumdaki ve dünyadaki yerimizi sorgulamak için de farklı bir pencere sunuyor hepimize. Böylesi bir dünyada hemcinsine karşı yapılanları ve de kendi özgürlüğüne yapılan darbeyi çocuk sahibi olabilmek için kabul edip destekleyen bir komutan eşi olmak mı? Özgürlüğü, kendi bedeni üzerindeki hakları gibi çocukları ve ailesi de elinden alınmış bir damızlık kadın  olarak boyun eğmek mi yoksa bu düzene elinden geldiği şekilde başkaldıran olmak mı? 

        Ütopik bir evrende geçen insan hakları ihlali konusunu izlerken bile çok kötü hissedebiliyor insan. Ki aslında günümüz dünyasında bile ne çok insan benzer kısıtlanmaları yaşıyor, şiddete maruz kalıyor, kendi hayatını yaşayamıyor. Oradaki bazı olaylarla  reeldeki olaylar arasında benzerlik gördükçe aynı karmaşık ruh halini hissettim: Çaresizlik, kızgınlık, hüzün. Temel hak ve özgürlükleri elinden alınmış güzel ruhlu insanlara dizide geçen bir replikle cevap vermek isterdim:
"Piçlerin seni ezmesine izin verme!!! "


       
 
      

9 Ağustos 2016 Salı

AYNADAKİ YAŞLI KADIN, RÜZGAR VE FİLMDEKİ ADAM


              Sana gökyüzü manzaralı yatağımdan bahsetmiştim değil mi?

            Hani lisedeyken uzanıp saatlerce gökyüzünü seyre daldığım, kuş sesleri eşliğinde uyuduğum yatağım var ya, işte o!

            O yatakta uzanırken her şey o kadar olması muhtemel gelirdi ki!

 Bazen hayal ve gerçeklik algım birbirine karışırdı. Önümdeki yaşayacağım seneleri düşünür ve içim coşkuyla dolardı.          

            Yapacaktım! Henüz tam olarak ne yapacağıma karar vermemiştim; ama her ne olursa olsun yapacaktım.

Nerede olmak istiyorsam orada olup; hayatımı toplum yargılarına takılmadan şekillendirecektim. İçimdeki mahkemeye başvuracaktım vicdani muhasebe yaparken. Şayet bir şey danışmam gerekiyorsa, içimdeki bilge kişilik ne güne duruyordu! O bilirdi! Er ya da geç bana doğru olanı söylerdi her durumda.

           
 Sonra ne mi oldu?

            Dediğim gibi oldu.
            Ancak girdiğim yollar bazen öyle çetrefilli geldi ki, kim olduğumu bilmediğimi düşündüğüm zaman dilimleri yaşadım.

            Öyle anlardı ki onlar, yaşayan ve seyirci olan bir ‘ben’ vardı . Ama benim ruhum daha çok, yaşayan beni şaşkınlıkla izleyen seyirci bene aitti.

            Hayatımdaki değişimlerin hızına anlam veremiyordum.

            Kimlik algım gibi, yer ve zaman algım da bozulmuştu adeta.,

            Ben kimdim? Burası neresiydi ya da neden buradaydım? Yaşım 22 miydi gerçekten?
            Aynada beni izleyen gözler yaşlı bir kadına aitti oysa!

            Hayatımdaki değişimler ruhumda deprem etkisi yaratmıştı ve üstüne bastığım zemin bir türlü yerine oturmuyor, başım dönüyordu…

            “Zaman” diyordu aynadaki yaşlı kadın.

            Üzgün ânımda esen rüzgar “Zamana bırak.” diye fısıldıyordu.

            İzlediğim filmdeki başrol oyuncusu bile hüznümü fark edip oynadığı filmden başını uzatıyor ve “Rahatla” diyordu, “Zaman her şeyi halledecek…”

Ya hayatımdaki her şey çok çılgındı, ya da ben kafayı yemiştim! İkincisi mantıklı olandı.


 Sonra…

Aylar sonra…

Yeniden nefes aldığımı hissettim.

Birden kalbimde ve zihnimde bir aydınlanma hissetmiştim.

“Başardım!” dedim aynadaki yaşlı kadına. “Anlamanı bekledim” dedi her şeyi bilen bakışlarıyla.

 Gökyüzünü izlerken her şeyi yapacağını düşünen o küçük kızdan daha fazlasıydım. Yapıyordum!

Kalbimin sesini dinliyordum. Ve bu yolda ayağıma takılan dikenler canımı acıtsa da yolumdan alıkoyamıyordu beni.

Filmdeki adam başını çıkardı tekrar ve “Bak bu şarkı senin için. Dinle küçük kuş!” dedi. Uçarcasına dinledim ve bu sefer filme ben girip dans ettim onunla. Bu dansı ona borçluydum!

Uzun bir dengesizlik süreci neticesinde yeniden dengeye oturtmuştum sanki hayatımdaki parçaları.

Bu hissiyatlar içerisinde anı sandığımı karıştırırken çocukluğumdan bu yana benimle olan  kitabımın arasından bir kağıt düştü. Ta o zamanlardan kendimi bulduğum ve sakladığım bir şiir vardı içinde…Sanki benim için yazılmıştı!


Seni karanlıkta yatırıyorlar.
Korkuyorsun geceden:
Bakıp bakıp pencereden,
Yatağına sokuluyorsun.

Ben hep eski yerimdeyim, biliyorsun.
Hava açık olduğu zamanlar
Beni seyrediyor, seviniyorsun.

Ne olurdu, ben de,
Sana göründüğüm şekilde
Odana gelseydim.
Ateşböcekleri gibi,
Küçücük avucunda
Yanıp yanıp sönseydim.

Seneler geçip gider, büyürsün.
Bir gün olur, hepsi biter:
Endişeler, o çocuk üzüntün
Hepsi biter.
Aydınlanır seninçin geceler, 
güneş gibi görünürsün.

Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır.
Ama Allah'ın koyduğu yerde,
                                                              Yıldızlar daima yalnızdır. 
            

28 Ocak 2016 Perşembe

Bir mutluluk şarkısıdır tutturmuşum :)

Yine, bir yazımda daha yazmak istediklerim ve "Nerden başlamalıyım?" ikilemi içersinde geldim buraya. Şu arada geçen süreçte yaşadığım hisleri ve değişimi nasıl anlatmalı ki? İyisi mi, ben yine aklıma gelenleri hemen buraya aktarayım. Sabırsızım çünkü.

Cannım bloğum; en son sana bilinmezlikle dolu bir evrede, biraz sıkılmışlık ama her zamanki gibi umutla dolu günlerimi anlatmıştım. O yazıdan sonra yine uzunca bir süre gelemedim. Geldim de yazamadım daha doğrusu. İçimde bazı yollar vardı sanki ve hepsi de yarımdı.( Hahaha, kahve falı cümleleri gibi oldu bu:) İçimdeki belirsiz şekillerin bir tabloya dönüştüğünü görmeden, bazı duygularım olgunlaşmadan ne yazacağımı da bilemedim. O tabloyu görünce de yazmadan edemedim. İşte burdayım!

Peki neler yaptım bunca zaman? 
Yürüdüm. Taktım kulağıma kulaklığımı, müziğin sakinleştirici kimi zaman da coşkulandıran ezgisi eşliğinde alabildiğine yürüdüm. Başta sağlık için diyordum bu yürüyüşlere. Kalori hesabı filan yapıyordum. Sonra benim için terapi seansları haline geldi. Bilmediğim yollara girdim kimi zaman. Mevsimlerin doğaya etkisini gözlemlerken kendi değişim sürecimi de inceleme fırsatım oldu. Gökyüzüne eskiden olduğu gibi çocuksu heyecanla bakmaya başladım. Az önce güneşliyken, hafiften yağmaya başlayan sonrasında gökkuşağıyla adeta bana gülümseyen havaya şaşırdım yine. Aklımdan olumsuz bir düşünce geçtiğinde rüzgar esti usulca. Tenimi okşadı. Gülümsedim :) Sonra aynı rüzgarın,  bu soğuğa rağmen yeşil kalmayı becerebilmiş çimler üzerindeki dans ettirici etkisini gördüm mutlulukla. Doğa kucağını açmıştı sanki bana ve ben ne zaman üzgün hissetsem beni sakinleştiriyordu. Kimi zaman istemeye istemeye başladığım yürüyüşlerim, hayatı başka bir açıdan anlamaya başladığım sakinlik hissiyle bitiyordu. Yarın bir yenisi ekleniyordu. Sonraki gün başka bir tanesi daha...


Yürümek yetmedi sonra. Önceden beridir spor salonuna gitme hayalim vardı. Şu boş geçen vaktimde bedenime verdiğim sözü hatırladım ve hemen gidip yazıldım salona. Sırf üşengeçliğinden, uzakta duran modemi açmak için bile kırk takla atan ben, her gün düzenli olarak spora gittim. Yürüdüm, koştum, bedenimi zorladım. Zorlandıkça rahatladım. Nefes nefese kaldığım, "Ayy valla öldüm. Bittim." dediğim anlarımda da durmadım. Devam ettim. Her gün kendime bazı hedefler koyuyordum ve günün sonunda eve o hedeflere ulaşmanın tatlı hissiyle dönüyordum. "Aferin kızıma." diyordum içimden. Ruhsal dünyamdaki ferahlatıcı etkisi kadar bedenim üzerinde de etkisi oldu kısa sürede.  Yeni insanlarla tanıştım sonra. Kimileriyle hayatın benzer aşamasından geçiyordum. Onlar da benimkine benzer hisler duyuyordu. Yalnız olmadığımı bilmek beni daha da mutlu etti. 

İki aya varan spor salonu maceramdan sonra yeniden açık havada yürüyüşlerimi özlediğimi fark ettim. Yeniden düştüm yollara. Yeni yollar ve yeni müzikler keşfediyorum şimdilerde. Kendime dair yaptığım keşifler ise belki de en değerli olanları: 
Kaybolmaktan, hatta bazen kendi düşüncelerimde doğru yolu bulamamaktan bile korkmuyorum artık. Çünkü her kayboluşta, her girdiğim yeni yolda yeni güzelliklerin de saklı olduğunu biliyorum. Düşüncelerimde kayboldukça da başka güzel fikirlerin dünyasına doğru yol alıyorum.
Yalnızlığımı seviyorum. İnsanları da çok seviyorum ama bir gün yalnız kalsam da kendimi mutlu edebileceğimi biliyorum. 
Olmasını istediğim konular hakkında ne kadar düşünürsem düşüneyim, su akıyor ve kendi yolunu buluyor. Elimden geleni yaptığım bir konuda, geriye sadece hayatın benim için hazırladığı sürprizleri kucaklamak ve o sürprizlerde mutluluğu bulmak kalıyor.  
Hayattaki bir çok şey gibi, vücudumun da zorlandığında daha iyi çalıştığını gördüm. Zorlanmak güzeldir dedim kendime :) Beni zorlayan her şey beni olgunlaştırdı, daha güzel bir yola sevk etti. Hepsine teşekkür ettim ve hepsini sevdim :)
Bedenim ve yaşım beni daha olgun olmam gereken evrelere doğru götürürken, çocuksu yanıma onu asla bırakmayacağıma dair söz verdim. Ona aslında her zamankinden çok ihtiyacım var benim. Onun o hayal gücüne, merakına ve şaşkınlığına ihtiyacım var. O varken, yağan yağmurda bile delice mutlu olabileceğimi biliyorum. İyi ki varsın çocuksu yanım :)
Ve duyguların belki de en güzeli...Umut. Umut etmenin ve hayal kurmanın beni hiç hayal kırıklığına düşürdüğünü görmedim. Yalnızca, bazen daha dolambaçlı yollarda daha çok şey anlamamı sağladılar. 
Umut varsa zaten mutluluk da orada. Umutlarımla, hayat yolculuğumun bundan sonraki evresine dair kurduğum hayallerimle her zamankinden daha güçlüyüm. :) 
Hayatımda olan her şeye; zorluklara, mutluluklara, hüzünlere, güzelliklere, bilinmezliklere...kısaca her şeye ve de herkese teşekkür etmek istiyorum şimdi :) İyi ki benimlesiniz.






9 Ekim 2015 Cuma

İnsan Ne İle Yaşar?-Bir İşsizin Güncesi

Tam anlamıyla işsiz olmanın ne demek olduğunu şu günlerde yaşıyorum. Öğleyin kalkıyorum. Hiçbir şey yapmadan yatakta dönüyorum. “Saat kaç acaba?” diye soruyorum kendime. Çünkü sabah uyanınca kendime soracak başka bir sorum yok. Yetişmem gereken bir yer, bitirilmesi gerekli işlerim yok. (Bildiğin işim yok, anlatabiliyor muyum? ) Saatin kaç olduğunu öğrenmek için de kalkasım gelmiyor sonra. Biraz da bu şekilde debeleniyorum yatakta. Bu odaya çalışan bir saat gerek diyorum kendime hatırlatırcasına.(Odamda 1-2-3-4… yo yoo tam 5 tane saatim olduğunu ve hepsinin de başka zaman dilimlerinde takılı kaldığını biliyor muydunuz?) Bugün günlerden ne acaba diyorum sonra kendi kendime… Du bakalım, şu annemin izlediği saçma dizi ne zamandı? –Pazartesi. O zaman pazartesiyi ne kadar geçmiş olabiliriz?-Hımm, güzel soru. Sahi arada hiçbişi olmadı mı yaa? -Annemin saçma dizisi pazartesiydi, benim izlediğim ama izlediğimi kendime bile söylemediğim!(Hayır, ben sadece belgesel izlerim çünki?!)   şu saçma program da dün olduğuna göre…Heh buldum bugün Çarşamba. Hadi bana alkış! 

Sonra kahvaltı yapıyorum. Uzuuuncaaa bir kahvaltı oluyor o da.( Neden? –Bildiniz, yetişmem gerekli bir yer yok!Bir aferin de size o zaman.) Çoğu kişinin hayalini kurduğu o uzun kahvaltıya sahibim ve sızlanıyorum evet. Çünki bu uzun kahvaltılar hayalini kurunca güzel. Bir şeye her gün, istemediğin kadar sahip olunca onun da tadı kalmıyormuş meğerse. (Hayatta  başka konularda da bu felsefe var sanırım, ama o konulara girmicem.)

Kahvaltıdan sonra, telefonuma indirdiğim “Diyet Koçum” uygulamasına yediklerimi not ediyorum. Eğer yediklerim bu uygulamada yoksa, hemen safariden o yediğim şeyin kalorisini sorguluyorum ve onu da hesaba katıyorum. Yediklerimin hepsini yazdığımda çıkan kalori hesabı önerilene bi türlü uymuyor. (Bence kahvaltıda önerilen kalori miktarı çok az!En önemli öğündür oysa di mi?) Kendi kendime yürüyüş hesabı yapıyorum. Bu uygulamanın adım sayar özelliği de var. Adımına göre yakmış olduğun kaloriyi de gösteriyor. Kahvaltıdan sonra yürüyüşe başlıyorum bu sefer de. Hiç müzik eşliğinde yürürken, tam da o anın bir film sahnesi olduğunu hayal ettiğiniz oldu mu? Benim öyle oluyor ve bununla da kalmıyorum. Bir filmde oynuyorsam eğer bu film ne tür bir film olurdu diyorum? Triplere giriyorum sonra. “Wild” filmindeki kadın geliyor aklıma. O kadın da hayatının zorlu bir döneminde alıp başını dağlara kaçıyordu, yürüyor da yürüyordu. Yürümenin, hayata dair bazı soruların anlamını bulmayla bir ilgisi olduğunu düşünürüm hep. Bu düşünceyle kendimi müziğe bırakıyorum. Yürüyor da yürüyorum.  ) 




Eve geldikten sonra anneme mutfakta yardım ediyorum ve hepimizin bir arada olduğu akşam yemeğimizden sonra herkes bir yerlere dağılıyor. Bazen mekânsal olarak dağılıyoruz bazen de düşünsel manada. Biz sustukça televizyonun sesi artıyor. Mutsuz değiliz aslında, iletişimimiz de yok değil. Ama insanların sustuğu ,teknolojik aletlerin daha çok konuştuğu bir zamane dünyası bu. Biz de onun karşısında saygıyla eğiliyoruz çoğu kez galiba. 

Yemekten sonra bu sefer tatlı şovlarım başlıyor. Tarifleri kendi kendime uyarlayarak, çoğu kez değiştirerek değişik tatlar ortaya çıkarıyorum. Üretken olduğum tek yer şimdilik mutfak olunca oraya ayrı bir özen gösteriyorum. Sonrasında bizimkilerin övgüsünü duymak da beni mutlu ediyor tabii. Bu yapılan yemekler de yiyenler varsa güzel işte.(Ninem gibi mi konuştum şu an?) 


Vee işte bir günün sonu…Evet, işsizim!(Belki işsizliğin lüks tarafındayım) Bu zamana dek hep bir sonraki aşamalara önlerde geçen biri olarak; durup dinlenmek ve öylece beklemek-hiçbir şey yapmamak- garip geliyor haliyle. Bu sürecin daha 3-4 ay süreceğini ve sonrasında biteceğini biliyorum.(En azından öyle umut ediyorum.) Ancak bu süreci nasıl değerlendireceğim ve de  bitireceğim konusunda en ufak bir fikrim yok. Hayatın anlamını soracak olursanız da, karmaşık diyebilirim şimdilik. Karmaşık ve de bilinmez. Sanırım olayı ilginç kılan da bu “Bilinmez” oluşuyla alakalı. Sonrasında neyin geleceğini kestiremiyorsun. Yaşadığın anın bir hediye mi yoksa bir sınanma anı mı olduğunu bilemiyorsun. Bilinmezliğin ortasında duran bir kızın söyleyebilecekleri işte bu kadar. Bilinmezliğin ortasında umut şarkısı söyleyenlere selam olsun :)








3 Ağustos 2015 Pazartesi

Uzun zamandır gelemediğim bloğumuza özlem ve de sevgiyle güzel bir giriş yapayım dedim...Yaklaşık on iki dakikadır bir şey bulamadığımı fark ettim :) Çokça zamandan sonra kavuşan sevgililerin ilk anda dilinin tutulması gibi oldum sanırım. Evet sevgili bloğum duygularımız karşılıklı biliyorum. Sevgiler, öpücükler sana :)

Gelir gelmez de caaanım arkadaşım Bettyblue'nun kendisi gibi tatlış yazısını gördüm ve bir solukta okudum. Birlikte başlayıp devamını izlemeyi sonraya bıraktığımız True Detective 'i izlemek için de adeta ilham kaynağı oldu bana bu yazı. :) Caanım arkadaşıma burdan kocaman sevgiler, öpücükler :) Bir zamanlar yan yana bakındığımız bloğumuz, şimdilerde buluşma yerlerimizden biri haline geldi. Bendeki yerin daha da artmakta sevgili bloğum :)

Oldukça yoğun bir dönemden çıktıktan sonra kocaman bir boşluğun tam da ortasına düştüm. Böyle bir boşluğu da haliyle yabancı buldum. Ardımda dört yılımı, dostlarımı, üniversitemi bırakıp geldiğim evim de bana çok yabancı geldi. Onca duyguyu arka arkaya yaşayınca hissizleşir ya insan, heh işte öyle oldum. Bu yabancılık hissi ve varoluş kaygısıyla da yeniden beni her daim kurtarmış olan cici şeylere sardım... Efendime söyliim, filmler izlemeye, kitapların sayfaları arasında dolanmaya, google da "Hayatın anlamıyla ilgili filmler, müzikler, kitaplar" diyerekten aramaya  başladım. Gönül isterdi ki bu anlam yolculuğunu  "Ye, Dua et, Sev" deki kadın gibi İtalya, Hindistan, Bali gibi yerlerde tamamlayayım. Ancak diliyorum ki onlara da sıra gelsin :)

Heh filmler diyodum... Tatlış mı tatlış cici mi cici iki film önerim var dostlar size :) Kavurucu sıcaklarda evden dışarı çıkamıyor, siz de aynı kaygıları duyuyorsanız buyrun izlemeye.


Yanda afişini vermiş olduğum filmin adı:  Garden State. Film daha ilk andan beni sardı ve bittiğinde "Aaa ne çabuk bitti?!" dedim. Kendimden parçalar bulduğum filmlere bayılırım, nitekim burada da buldum. Hele sonrasında yaşamaya dair amaç veren, umut veren küçük detaylar da eklenmişse filme benim için tadından yenmiyor. Konusunu anlatmicam. Anlatırsam büyüsünü az da olsa bozucakmışım gibi hissediyorum. Bi de filmi beklentisiz bir şekilde izlemeye başladığımda küçük detayları daha çok fark ediyorum. Bu film için öncelikli önerim bu olabilir :) 
 Heh, filmin müziklerine de değinmeden geçemicem. Onları da ayrı sevdim. :) Eğer izlediğiniz filmin kendisi kadar arka planda çalan müziklerine de deli dehşet ilgiliyseniz bu açıdan da artısı olan bir film diyebilirim. 


Başkaa ne diyebiliriiim.. Aaa evet önemli noktalardan biri, kızlar size sesleniyorum. Sevgilinizle birlikte izlemeyin bu filmi. Çünkü filmde Natalie Portman var ve bilenler bilir, Natalie Portman tatlılığı denen bir şey var. Bu filmdeki rolüyle de adeta bu tatlılık tavan yapmış. Nitekim ben bile izlerken Natalie'nin yanaklarını sıkmak istedim. Böyle bu tatlılıktan az da ben nasipleneyim, bana da bulaşsın istedim :)




Geleliiim The Grand Budapest Motel'e... Böyle koltuğunuza uzanıyorsunuz ve film size bir hikaye anlatıyor. Anlatış tarzı, filmin içine serpiştirilmiş güzel şeyler, bitirdiğiniz anda sizde uyandırdığı hisle beraber sevilesi, tekrar izlenilesi ve önerilesi bi film. Bugün "tatlı ve de tatlış" kelimelerini çok kullandım ; ama buna da söylemek istiyorum. Oyuncularına kadar her şeyiyle tatlış olan bir film izlemek isteyenler kulak versinler ve düşünmeden izlesinler :)

O zaman herkesee tatlış seyirleer... :)







31 Temmuz 2015 Cuma

Ufak Eğlentiler



Sevgili dostum Annabel ile fiziksel ve psikolojik olarak bizi bitiren bir süreçten henüz çıktık. Biraz daha açayım: mezun olduk, kpssye girdik, caanım evimizi, arkamızda bırakıp memleketlerimize döndük. Bu süreci gerçekten bir cümleye sığdırmak ne kolaymış yaşarken canımız çıktı :(

Neyse üzünç şeyleri düşünmüyorum. Şimdilerde çöl sıcaklarında tüm bohemliğimle kayboluyorum.

true detective poster ile ilgili görsel sonucu






Yeni dizim "True Detective". Hemencecik bitirdim, zati 8 bölüm.  2. sezonu var ama farklı oyuncular ve hikaye üzerinde ilerliyor diye  izlemeyi erteledim.


Şimdi dostlar ben bu diziye ba-yıl-dım! Felsefik diyaloglar beni benden aldı. Matthew Mcconaughey zaten Interstellar'dan sonra bana göz kırpıyordu, True Detective'den sonra bebekim oldu.

Dizi hakkında söylenecek çok şey var ama üşeniyorum. Çünkü sayfalar dolusu yazmak isterim. Bu arada dizi müzükleri de harika. Bir örnek;









8 Mart 2015 Pazar

Hoşbuldum

Caanım ev arkadaşım, odasına gene sebepsiz dalmalarımın bir tanesinde - bloggerdaki kirli geçmişimi bildiği için-"birlikte yazsak ya" dedi.
,
Henüz dün hain bir köpeğin ısırığına maruz kalmam sebebiyle, kudurmadan önce son anılarımı kayda alayım ki gelecek nesillere, insanlığa hediyem olsun. Tecrübe aktarayım, efendime söyleyeyim aydınlatma, ışıklandırma olsun bir yararım olsun.

"Bir kahve molası"na teşekkürü bir borç bilir, dostluğumuzu pekiştiren bu güzel filmin güzel şarkısıyla ilk yazımı bitirmek isterim...