25 Ekim 2024 Cuma

     


         Bazen buraya gelip bir şeyler karalama ihtiyacı duyuyorum. Ancak ülke gündemi o kadar yoğun ki, kendi hayatımdan meseleleri paylaşmak bazen bana çok saçma geliyor. Bu ülkede yaşayan, bu ülke insanı için en güzelini isteyen, çalışan, çabalayan kimseler olarak kendimizi gündemden ayrı tutup nasıl sağlıklı kalacağız onu da bilmiyorum. Bilmiyorum. Uzun zamandır sağlığıma dikkat etmeye çalışan, gluteni azaltan biri olarak bu sabah yaşadığım karbonhidrat atağını açıklayamıyorum. İhtiyacım varmış demek ki diye kendime şefkat gösteresim filan da yok :) Daha dibe batamayız, daha kötüsü artık olmaz dediğimiz her olayda daha kötüsünü duyuyoruz, daha kötüsünü sindiremeden bir diğerine geçiyoruz. 

       Okulda psikolojik danışmanım. Okula geliyorum ve gençlerle şiddeti konuşalım, düşünelim istiyorum. Akran zorbalığı yaşanmasın diye çeşitli çalışmalar yapıyorum. Gündemden uzak kalmak için gençlerin tiktok dünyasına kendilerini kaptırdıklarını, orada gördükleri ve şaka zannettikleri şiddet olaylarını okulda tekrarlamalarına şahitlik ediyorum. Zorbalık yapan öğrencinin ailesine ulaşmayı denediğimde terk edilmiş bir çocuk buluyorum karşımda. Gerçek anlamda terk edilmiş. Anne baba bırakıp gitmiş, babaanne ve dede bakıyor çocuğa... Deniz yıldızı hikayesini bilirsin, her gün bir öğrenciye bile dokunsam yeter diye okula geliyorum. Sessiz çığlığını duyduğum gençlere yetememenin verdiği tükenmişlikle günü kapatıyorum. Ha bir de, tüm iyi niyetli çalışmalarımı kendi dünyasında kötü görüp karalayan velilerin CİMER şikayetlerine cevap veriyorum. Geçen gün velinin bir tanesi teşekkür etmiş, bak ona şaşırıp duygulandığım doğrudur. Şiddet simülasyonunun içinde gibiyiz. Kimi zaman mağdur hepimiziz.

      Ancak 29 Ekim için hazırlıklar yapılıyor okulumda. Az önce gençlerle birlikte bir takım süslemeler yaptık. Hazırlık yaparken sohbet ettik. Anlattılar, gündemden konuştuk, hayatlarından konuştuk. Birlikte olanlara bakma cesareti bulduk. Her şeye rağmen onların gözlerindeki ışıltı var ya, işte o bana "Kalk Merve, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, bitemez." diyor. O ışıltıda tüm karanlığı yok edip ferah bir nefes alabilirmişiz gibi hissediyorum. Tükendiğim yerde güç buluyorum.

     Biliyorum sen de yoruldun. Her yeni günde başka birinin yasını tutmaktan...Öfkeni ifade edecek kelimeleri açıkça sarf edemediğin, çaresizlikten ne yapacağını bilemediğin için instagramdan ve çeşitli sosyal medya mecralarından gönderi paylaşmaktan yorgun düştün. Ancak kötülüğün sesi daha yüksek çıkıyor diye sanma ki yalnızsın, azsın. Biz çoğuz. Çoğunluğuz. Bir gün hep birlikte gür sesimizle şarkı söyleyeceğimiz, gençlerimiz  çocuklarımız ve kadınlarımızla neşeli günleri kucaklayacağımız günlerimiz de olacak. Bunu 29 Ekim'lere, çocuklara, gençlere, gelecek günlerimize ve kendimize borçluyuz. Kendime dediğim gibi sana da diyorum: 

" Kalk, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, böyle bitemez."


Bu Son Olsun

    

16 Eylül 2024 Pazartesi

Babaannemden İnciler

     Babaannem derdi ki" Erkeğin hiç iş bilmeyenini at gitsin. Çok iş bilenini de at gitsin. "  E ben de tüm ergenliğimle " Eee babaanne iş bilmeyenini atalım da çok iş biliyorsa ne güzel işte. Onu niye atıyoz ki? " Diye sordum bir gün ve o da dedi ki " Öylesi de baş ağrıtır. Sen beni dinle " Dedi. 

   O zamanlar ağzımı yaya yaya güldüğüm bu mevzu, akşam saatlerinde kocama sinirlenmem sebebiyle aklıma geldi. Ey babaanne ne büyük kadınsın sen dedim içimden. 

     Benim eşim evlenene dek uzun süre tek başına yaşamaya alışmış, ev işlerini de severek yapan bir bey. ( Bu özelliğini hep takdir eder ve desteklerim tabiki :) Ama bazen işler yolunda gitmezse, bu herhangi bir iş olabilir, mutfağa girer ve düzenlemeye başlar. Ve onun düzen anlayışına göre dağınık görünen şeyler atılmalıdır. Ya da bunu yaparken transa geçiyor ve fark etmiyor bilmiyorum. Bir keresinde benim üniversite diplomasının ve eğitim sertifakalarımın yer aldığı dosyayı atacakken yarı yolda fark etmiş de " Ehhh yeter artık gerçekten bakar mısın, neyi attığının farkında mısın? " Demiştim de transtan çıkmışçasına bir şok yaşamıştı. ( Evet bu yaşandı) 

        Tabi bu olaydan sonra ben de artık farkındalık alarmı gibi bir şeye dönüştüm. Ne zaman modu düşük mutfağa girse ya da diğer odalara girse antenlerim tepemde onu gözetliyorum. Ama son düzenleme girişiminde evde yoktum sanırım çünkü dolapta yer alan kakaolarım tam kek yapacağım sırada yerinde değillerdi. "Kakao nerede? " Diyorum. Bilmiyorum diyor. Bilmediğine o kadar eminim ki, adam bunu cidden trans halinde yapıyor. Sonra hemen ekliyor " Hadi ne lazımsa söyle, bir koşu gidip alayım" Diye. Yani ben de alırım almasına da, mevzu bu mu? Ona babaannemin sözünü söyledim. O da: " E o zaman beni atman mı gerekiyor? " diye düşünceli bir hale büründü. Ben de yine babaannemin sözüyle cevap verdim: "Pembenin canı badem ister, kırmaya Adem ister. Otur oturduğun yerde" Dedim. Sonra ikimiz de gülmeye başladık. Yaşa babaanne! 🤣🤣

5 Eylül 2024 Perşembe

Küçük , Ölümsüz Bir An

    
 


        Hayatın anlamı hakkında çok düşünürüm. Yürürken, müzik dinlerken, güzel bir akşam vaktinde gökyüzünü izlerken...Fakat bazı anlar var ki, onları bir şişeye koyup saklamak istiyorum. Hissiyle, kokusuyla, sesiyle o anı ölümsüz anlar dolabına kaldırıyorum.

     Dün çalışmak için oturduğum kafede genç bir çift gördüm. Çift diyorum ama belli ki henüz adı konulmamış. Sevgileri birbirlerine olan bakışlarından belli. Birbirlerini öyle güzel dinliyorlar ki, sanki o sırada dünyanın en önemli konusu konuşuluyor. Arada gülüşmeleri bu ciddi havayı yumuşatıyor. Biliyorum böyle gözümü dikip bakmamam lazım ama ne mümkün? Göz ucuyla da olsa onları izlemekten kendimi alamıyorum.  O sırada Eylül rüzgarı bu ortama yardım ediyor adeta ve kızın saçları uçuşuyor. Genç adam kızın gözünün önüne gelen saçları yumuşak bir şekilde kulağının arkasına alıyor. Küçük ama çok özel bir an. Onlar da farkındalar belli ki bu durumun. Susuyorlar. Susmak bazen ne çok şey anlatıyor değil mi? 
 
     Eşimle ilk buluştuğumuz zamanlar geliyor aklıma. Adı henüz konulmamışken ve biz birbirimizi dünyanın en acayip varlığıymış gibi merak ve ilgiyle tanımaya çalışırkenki zamanlarımız... Bir baloncuğun içinde ve gökyüzünde uçarcasına duygular hissederken hissettiğimiz  hafiflik ve o heyecan. Gülümsüyorum. Sadece dudaklarımla değil, tırnak uçlarıma kadar gülümsediğimi duyumsuyorum. 

    Sevgi ne harika bir şey. Birbirini seven iki insana şahitlik edebilmek bile kalbimi yumuşatıyor, günümü güzelleştiriyor. Ve fonda  dünyanın en harika şarkılarından bir tanesi çalıyor: 






20 Ağustos 2024 Salı

Dipteyim, Sondayım, Depresyondayım


     Bu akşam bu resme bakınca aynada kendime bakıyor gibi hissettim. Halet-i ruhiyemi bir resim anlatıyor olsaydı bundan başkası olamazdı çünkü. Böyle bir giriş yaptım ve bundan sonrası talihsiz serüvenler dizisi tadında olacak. O yüzden kemerlerinizi bağlayın, bu sefer sizi dibe götüreceğim: Olduğum yere. 

    Efendim bildiğiniz üzere bu sene kızıma kendim bakma kararı aldım  ve ücretsiz izne ayrıldım. Ustalıkla da bu işin hakkından gelemedim. 
     
     Ücretsiz izne ayrıldığım zamanların başıydı. Mutfakta kahvaltı hazırlıyordum ve birden o malum sessizliklerden bir tanesinin yaşandığını fark ettim. Hemen salona gittim ve bana gülümseyen kızımın suluğunun baş kısmını dişiyle koparttığını ve bununla da kalmayıp ortalığı suladığını gördüm. "Ayy aman bu suları sileyim. Şimdi kayar düşer" Diye işe girişmişken kızım yere yüz üstü kapaklandı. Meğer arkada bir yere daha su dökmüş ve ben onu görmedim. Ve yere kapaklanınca dudağını kanattı diye düşünerek sarıldım, öptüm. " Özür dilerim oradaki suyu önceden fark edemedim. " Dedim. Sonra kızım bir sakinleşti, oyuncağını gördü ve birden gülümsedi. O da ne? Ön dişinin yarısı yok. Kırılmış. Önce bildiğiniz oturdum ağladım. Üzüldüm. Kötü hissettim. Sonra yakınlardaki bir diş kliniğini aradım, durumu anlattım. :" Süt dişi zaten sorun olmaz. Dişini fırçalamaya devam edin. " Dediler. Küçük yaş grubu genelde dişçi koltuğunda oturmazmış zaten ve bu dedikleri kızıma çok uyduğundan dolayı "Tamam o zaman. " Diye düşündüm. 

   8 ay sonra o diş apse yaptı ve üç gün ateşten sonra üç farklı pedodontist görüşü alarak öğrendik ki, bu dişin çekilmesi lazımmış. Dişçi koltuğunda bu işi yapmak çocuğu travmatize edermiş o sebeple anesteziyle uyutarak, ki bunu donanımlı  bir özel hastanenin ameliyathanesinde yaparak dişi çekiyorlarmış. Ve tabiki biz anesteziden deli gibi korksak da bu işlemi yaptırdık. Haziran ayımız bunun kaygısıyla geçti. Oldu bitti şükür. 

    Temmuz ayında ben tercih danışmanlığını yaparken eşim izin kullandı ve kızıma o baktı. Çok güzel günlerdi gerçekten. Ben işe dans ede ede gidiyorum, kızımla eşim gayet keyifli vakitler geçiriyorlar, arada bana fotoğraf videolar da atıyorlar, ohh diyorum... Müthiş bir çalışma süreci. Tercih danışmanlığımın son günü eşim aradı. Daha beş dakika evvel oyun alanında Miray'ın videosunu atmıştı. Keyifle açtım. Eşim:" Sana bir şey söyleyeceğim ama korkma. Miray top havuzuna atlamak isterken dengesini sağlayamadı kolunun üzerine düştü. Kırılmış olabilir. Arabayı sakin sürmeye çalış, bizi al, hastaneye gidelim. " Dedi. Oradan nasıl çıktım, nasıl araba kullandım bilmiyorum. Hastaneye gittiğimizde korktuğumuz başımıza geldi, kızımın kolu kırılmıştı. Hem de dirsek kısmından ama Allah'tan kırılma şekli kötü değildi ve alçıyla kaynar dedi doktor. En az üç hafta alçıda kalacağını söyledi. 

     Ah şu sıcaklarda bu üç haftanın sonuna zor bela gelebildik. Cumartesi benim doğum günümdü ve gerçekten çok mutluydum. Kızımın alçısı önümüzdeki hafta perşembe günü çıkacak diye seviniyordum. 31 yaşla ilgili esprilere çoktan başlamıştım. Ailecek güzel bir doğum günü yemeği sonrası kızımın o gece ateşi çıktı. Yarını, yani pazar günü ishal ve kusma da tabloya eklenince acile gittik. Test yaptılar, serum taktılar çocuğuma. Bu sabah sonuçlara baktık. Bebekliğinden  beri en çok korktuğum olay başıma geldi: rotavirüs pozitif. 
Kızım bağırsak tepkili süt alerjisi olan  bir bebekti ve alerji uzmanının önerisiyle tek yaptırmadığımız aşı rotavirüs aşısıydı. Bu konuda araştırmamı yapmıştım ve bu hastalık lanet bir hastalıktı ve beni inanılmaz korkutmuştu anlatılanlar. Test sonucunu görünce elim ayağım titredi. Doktorumuzu aradım hemen ve bir nebze de olsa rahatladım. Ne yapacağımı biliyordum en azından ve evet bu gerçekten lanet bir hastalıktı. Çok şükür kızım  düne göre daha iyi diyebilirim. Yine de çok halsiz kaldı ve şimdi uyuyor. Ben  uyuyamıyorum tabiiki. Yaşadığımız şeyleri idrak etmeye çalışıyorum. 

    Buraya kadar okuduysan sevgili okur, bu hikayeden çıkarılacak ders ne olurdu dersin ? (Toto şemsiye ilişkisini düşünmemeliyim, düşünmemeliyim) 

 Ne kadar çabalarsan çabala bazen en korktuğun şey başına gelir ve sen şöyle dersin :" Hey bu gerçekten zor ama hayal ettiğim kadar da korkutucu değilmiş. " Olacaklar olur. Bu kadar. Korkmanın, söylenmenin bir yararı yok. Evet bazen geldi mi üst üste gelir. Neyseki sen bu işte ustasın :)) Mörfi, kanunlarını yazadursun; bir şekilde her şey olacağına varıyor. İnsanız ve bunlar sadece senin başına gelmiyor. İnsan olmanın basitliğine sarıl. Acizliğine sarıl, kendini daha fazla örseleme gözünü seveyim! 

    Evet yukarıdaki resimde kendi yansımamı gördüm ve ona bu konuşmayı yaptım. Umarım etkisi olur :)


15 Ağustos 2024 Perşembe

Nerede Kalmıştık?

     Kendine ait bir zaman dilimi... Belki de hayatın en önemli saatleri. Gençken bol bulduğumuz ama kıymetini bilemediğimiz, yaş aldıkça değerini anlayıp nadiren bulabildiğimiz zamanlar... Evet sonunda buldum! Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet gibi "Buldum, buldum! " 
    
     Ne zamandır içimde yazmaya dair bir dürtü duymuyordum. Durup incelikli şeyler üzerinde kafa yoracak vakti bulamazken yazmaya da uzak hissettim kendimi. Rutinin içinde kalmam gerektiği kadar kaldım, şimdi uzun zamandır hasta yatağında bilinçsiz yatan hastanın uyanışı gibi hissediyorum. Dışarıda güneşli bir gün var ve ben bugün dışarı çıkmak istiyorum. 

      Buradaki sevgili dostların bir araya gelip buluşmaları, güzel bir sofrayı ve neşeli gülüşleri paylaşmaları beni çok etkiledi. Orada olmak istemenin yanı sıra, insanlar arasındaki bağ beni yine kendisine hayran bıraktı. 
   
      Öyle değil mi ama? Bazen yakınındaki insanlara derdini anlatamazken, izlediğin bir filmden ya da okuduğun bir kitaptan keyifle paylaşımlar yapamazken; daha önce görmediğin sesini duymadığın insanlarla bu bağı kelimeler yoluyla kuruyorsun. Ve yüz yüze geldiğinde hissiyatın seni yanıltmıyor. İçinde bir yer güvende olduğunu, senin duygularının karşındaki kişide de bir yansıması olduğunu biliyor. Bir şekilde biliyor işte! Kimbilir belki de bu bağlar sayesinde yaşam amacı ve gücü buluyoruz. Evet bazen seni anladığını hissettiğin bir kişi bile yetiyor nefes almana. 

    Buluşmaya katılamayan, ( içten içe kıskanan) biri olarak bunları düşündüm. Ve kimbilir belki de bunları düşünmek beni buraya getirdi. Bazen güzel bir olaya şahitlik etmek bile yetiyor mutlu olmak için. 🤗 Güneşli günlerde, belki bir günbatımında sevdiklerimizle bir araya gelip uzun saatler konuşup güldüğümüz nice sofralarımız olsun hayatımızda.