3 Ağustos 2015 Pazartesi

Uzun zamandır gelemediğim bloğumuza özlem ve de sevgiyle güzel bir giriş yapayım dedim...Yaklaşık on iki dakikadır bir şey bulamadığımı fark ettim :) Çokça zamandan sonra kavuşan sevgililerin ilk anda dilinin tutulması gibi oldum sanırım. Evet sevgili bloğum duygularımız karşılıklı biliyorum. Sevgiler, öpücükler sana :)

Gelir gelmez de caaanım arkadaşım Bettyblue'nun kendisi gibi tatlış yazısını gördüm ve bir solukta okudum. Birlikte başlayıp devamını izlemeyi sonraya bıraktığımız True Detective 'i izlemek için de adeta ilham kaynağı oldu bana bu yazı. :) Caanım arkadaşıma burdan kocaman sevgiler, öpücükler :) Bir zamanlar yan yana bakındığımız bloğumuz, şimdilerde buluşma yerlerimizden biri haline geldi. Bendeki yerin daha da artmakta sevgili bloğum :)

Oldukça yoğun bir dönemden çıktıktan sonra kocaman bir boşluğun tam da ortasına düştüm. Böyle bir boşluğu da haliyle yabancı buldum. Ardımda dört yılımı, dostlarımı, üniversitemi bırakıp geldiğim evim de bana çok yabancı geldi. Onca duyguyu arka arkaya yaşayınca hissizleşir ya insan, heh işte öyle oldum. Bu yabancılık hissi ve varoluş kaygısıyla da yeniden beni her daim kurtarmış olan cici şeylere sardım... Efendime söyliim, filmler izlemeye, kitapların sayfaları arasında dolanmaya, google da "Hayatın anlamıyla ilgili filmler, müzikler, kitaplar" diyerekten aramaya  başladım. Gönül isterdi ki bu anlam yolculuğunu  "Ye, Dua et, Sev" deki kadın gibi İtalya, Hindistan, Bali gibi yerlerde tamamlayayım. Ancak diliyorum ki onlara da sıra gelsin :)

Heh filmler diyodum... Tatlış mı tatlış cici mi cici iki film önerim var dostlar size :) Kavurucu sıcaklarda evden dışarı çıkamıyor, siz de aynı kaygıları duyuyorsanız buyrun izlemeye.


Yanda afişini vermiş olduğum filmin adı:  Garden State. Film daha ilk andan beni sardı ve bittiğinde "Aaa ne çabuk bitti?!" dedim. Kendimden parçalar bulduğum filmlere bayılırım, nitekim burada da buldum. Hele sonrasında yaşamaya dair amaç veren, umut veren küçük detaylar da eklenmişse filme benim için tadından yenmiyor. Konusunu anlatmicam. Anlatırsam büyüsünü az da olsa bozucakmışım gibi hissediyorum. Bi de filmi beklentisiz bir şekilde izlemeye başladığımda küçük detayları daha çok fark ediyorum. Bu film için öncelikli önerim bu olabilir :) 
 Heh, filmin müziklerine de değinmeden geçemicem. Onları da ayrı sevdim. :) Eğer izlediğiniz filmin kendisi kadar arka planda çalan müziklerine de deli dehşet ilgiliyseniz bu açıdan da artısı olan bir film diyebilirim. 


Başkaa ne diyebiliriiim.. Aaa evet önemli noktalardan biri, kızlar size sesleniyorum. Sevgilinizle birlikte izlemeyin bu filmi. Çünkü filmde Natalie Portman var ve bilenler bilir, Natalie Portman tatlılığı denen bir şey var. Bu filmdeki rolüyle de adeta bu tatlılık tavan yapmış. Nitekim ben bile izlerken Natalie'nin yanaklarını sıkmak istedim. Böyle bu tatlılıktan az da ben nasipleneyim, bana da bulaşsın istedim :)




Geleliiim The Grand Budapest Motel'e... Böyle koltuğunuza uzanıyorsunuz ve film size bir hikaye anlatıyor. Anlatış tarzı, filmin içine serpiştirilmiş güzel şeyler, bitirdiğiniz anda sizde uyandırdığı hisle beraber sevilesi, tekrar izlenilesi ve önerilesi bi film. Bugün "tatlı ve de tatlış" kelimelerini çok kullandım ; ama buna da söylemek istiyorum. Oyuncularına kadar her şeyiyle tatlış olan bir film izlemek isteyenler kulak versinler ve düşünmeden izlesinler :)

O zaman herkesee tatlış seyirleer... :)







31 Temmuz 2015 Cuma

Ufak Eğlentiler



Sevgili dostum Annabel ile fiziksel ve psikolojik olarak bizi bitiren bir süreçten henüz çıktık. Biraz daha açayım: mezun olduk, kpssye girdik, caanım evimizi, arkamızda bırakıp memleketlerimize döndük. Bu süreci gerçekten bir cümleye sığdırmak ne kolaymış yaşarken canımız çıktı :(

Neyse üzünç şeyleri düşünmüyorum. Şimdilerde çöl sıcaklarında tüm bohemliğimle kayboluyorum.

true detective poster ile ilgili görsel sonucu






Yeni dizim "True Detective". Hemencecik bitirdim, zati 8 bölüm.  2. sezonu var ama farklı oyuncular ve hikaye üzerinde ilerliyor diye  izlemeyi erteledim.


Şimdi dostlar ben bu diziye ba-yıl-dım! Felsefik diyaloglar beni benden aldı. Matthew Mcconaughey zaten Interstellar'dan sonra bana göz kırpıyordu, True Detective'den sonra bebekim oldu.

Dizi hakkında söylenecek çok şey var ama üşeniyorum. Çünkü sayfalar dolusu yazmak isterim. Bu arada dizi müzükleri de harika. Bir örnek;









8 Mart 2015 Pazar

Hoşbuldum

Caanım ev arkadaşım, odasına gene sebepsiz dalmalarımın bir tanesinde - bloggerdaki kirli geçmişimi bildiği için-"birlikte yazsak ya" dedi.
,
Henüz dün hain bir köpeğin ısırığına maruz kalmam sebebiyle, kudurmadan önce son anılarımı kayda alayım ki gelecek nesillere, insanlığa hediyem olsun. Tecrübe aktarayım, efendime söyleyeyim aydınlatma, ışıklandırma olsun bir yararım olsun.

"Bir kahve molası"na teşekkürü bir borç bilir, dostluğumuzu pekiştiren bu güzel filmin güzel şarkısıyla ilk yazımı bitirmek isterim...


4 Mart 2015 Çarşamba

Bunca yoğunluğun arasında kendime küçücük bir mutluluk molası yaratıp geldim.Evet biliyorum,  ben de seni çok özledim sevgili bloğum :) Güzel bir şarkıyla gönlünü alabileceğimi umut ediyorum :) 


8 Ocak 2015 Perşembe






Bugünlerde yatağımdan çıkmak istemiyorum. Dışarısı o kadar soğuk ki, yatağım anne kucağı gibi geliyor. Uyandığımda, perdeyi aralıyorum hemen yatağımdan. Uyanır uyanmaz karın yağışını izlemek öyle güzel ki. İşte diyorum, bu 'an' dursun şurda . Belleğimin mutlu olduğum anlarına bir fotoğraf daha gönderiyorum. :)

Tabii, zihnimin gerisinde yapmam gereken işler de sıralanıyor. Öyle ya, bu hafta final haftam. O bitince de Kpss hazırlığı var. Sonra aramam gereken insanlar, daha bambaşka sorumluluklarım var. Onlar da dursunlar şurda. Mutlu bir fotoğraf karesi olmasalar da onları da seviyorum galiba. Bi gün artık hepsi anı olduğunda hepsini özleyeceğimi bilmenin verdiği bir seviş belki bu. Öyle ya benim sevişlerimin bir kısmı da böyle. Bazı anlar bir 'anı' olduğunda daha güzel sanki.

Anılar... Bazen eski bi ruha sahipmişim gibi hissediyorum. Ruhum doğduğum andan da geride başka bir zamana ait gibi.
Eski(meyen) şarkılar, filmler, hatta giysiler, arabalar, şehirler, aşklar.... Sanki hepsini yaşamış ve  şimdi o anlara özlemle bakan yaşlı bir kadınım ben. 

Şu yaşadığım şehri sevmemin de nedeni bu değil mi zaten? Bursa'nın  sokaklarında gezerken, o eski Osmanlı evlerinin penceresinden bakan beni bulacakmışım, bana el sallayacakmış hissiyle bakınıp duruyorum. Belki beni görünce, gramofonuna güzel bir plak koyar o kız. Neşeli ezgiler doldurur sokağı...

Bazen de başkalarının anılarını topluyorum. Eski ve tozlu sarı sayfaları arasında bir kitabın, başkalarının neşesini gözyaşlarını derliyorum... Kokluyorum onu, sarılıyorum ona. 

Böyle garip bir 'yarım olma' hissi. Ruhumun diğer yarısı bambaşka zamanlara parçalar halinde dağılmış gibi. Onları  buldukça daha bir 'ben' oluyorum sanki.











31 Aralık 2014 Çarşamba

İçimde bir
şey var.
Öyle bir şey ki, duramıyor içimde.
 Baktığım yere yansıyor,
 ordan karşı duvara çarpıyor
ve yerde sekerek kayboluyor gibi.
Boşlukta gittikçe uzaklaşan sesini duyuyorum sonra...
Tıpkı yıllar gibi.

Nereden başlamalı da nasıl girmeli mevzuya
 İnsan içindeki şeyin ne olduğunu bilmeyince neyi anlatmalı
Ne demeli şu elinde duran kaleme,
kalem nerden başlamalı yazıya,
yazı ne demeli ki, durmalı içimin seli?










8 Aralık 2014 Pazartesi


" - Ne yapmak gerek peki?
Sağlam bir arka mı bulmalıyım?
Onu mu bellemeliyim?
Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi
Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı? 
Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı?
İstemem!
Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret?
Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım?
Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip,
Taklalar mı atmalıyım? 
İstemem! Eksik olsun!
Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli?
Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli?
İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret!
Eksik olsun!
Ciğeri beş para etmezlere mi "yetenekli" demeli? 
Eleştiriden mi çekinmeli?
"Adım Mercuré dergisinde geçse" diye mi sayıklamalı?
İstemem!
İstemem! Eksik olsun!
Korkmak, tükenmek, bitmek...
Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek.
Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek? 
İstemem! Eksik olsun!
İstemem! Eksik olsun!
Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek...
Tek başına...
Özgür olmak...
Dünyaya kendi gözlerinle bakmak...

Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak... 
Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak...
Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek,
İsteyince Ay'a bile gidebilmek.
Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

Demek istediğim asalak bir sarmaşık olma sakın. 
Varsın boyun olmasın bir söğütünki kadar.
Yaprakların bulutlara erişmezse bir zararın mı var?

- Dök içindeki öfkeyi dostum. Ama saklama benden seni sevmediğini.
- Sus... "