9 Temmuz 2023 Pazar

"Olduramadım"

   

        Bazı insanlar vardır. Gerçek hayatta hiç tanışmamışsınızdır , oturup konuşmuşluğunuz filan yoktur. Belki siz onu tanıdığınızda çoktan bu dünyadan göçüp gitmiştir; başka zamanların insanısınızdır. Ama bilirsiniz, ruhunuz bilir;  onun bu dünyada bulunmuş olması, bir ses, bir yazı ya da herhangi bir şey bırakması dahi bir fark yaratmıştır; hissedersiniz. Bu dünyada iyi şeylerin olduğuna, güzel kalplerin bulunduğuna, hatta kötülükle iyiliğin yarıştığı bu geçici yerde iyilerin kötülerden fazla olduğuna dair inancınıza can suyu gibidirler. Sadece  tanımış olmak bile umut duygunuzu korumanız için çok önemli bir sebeptir. Yaşarken nasıl birleştirici bir etkileri varsa, yaşama veda ederken de aynı birleştirici etkiyi yaratırlar. Her kesimden insan, kötü tek bir cümle ya da söz bulamaz arkasından. 

       Ben şu an 30 yaşındayım. Hiç hazır değilken  çocukluktan çıktığım, yetişkin olmak istemediğim ve korktuğum ergenlik yıllarımda edebiyata, müziğe, sinemaya tutundum. İçimde duygularımın her birinin bangır bangır bağırdığı düzensiz bir orkestra vardı. Sanata dair şeylerle ilgilenmek bir nebze olsun dinginlik veriyordu iç dünyama. Quenn'le tanıştım o yıllarda. Freddie Mercury'i ayrı bir yere koydum kalbimde. Ben doğmadan önce vefat ettiğini öğrenince yas tuttum. Sonra sınıf arkadaşım Bekir, hani hep kulaklığıyla gezen çocuklardandı o da, bana MFÖ Ali Desidero dinletti. O  vakte dek bildiğim şarkıları vardı ancak bu çok farklı geldi. Diğer şarkılarını da bulup dinledim sonra. Özellikle Özkan Uğur'un "Olduramadım" Şarkısını odamda bağıra bağıra söylerken , benim hislerimi bundan daha iyi anlatan başka bir şarkı olduğuna inanmadım. Farklı hissettiğim, bir kaba sığamadığım ve sığmak istemediğim, kalıplardan nefret ettiğim o dönemde bu şarkı beni anlıyordu sanki. Omzumu sıvazlıyordu. 


       Ne diyeyim, hayran kaldım ben ona. Hem gitar çalacak, hem söyleyecek, aynı anda o müthiş enerjisiyle dans edip bir de tiyatral yönünü konuşturacak... Röportajlarına denk geldiğimde öyle çok sevdim ki ruhunu, insancıl yönünü... 

       Vefat haberini öğrenince çok üzüldüm, çok üzgünüm. Sonra bunlar geldi aklıma. İlk gençlik çağlarım... Tüm o hissiyatlar... Yazmak istedim. Öylece geçmek istemedim. Eminim birçok insana çok farklı şekilde dokundu Özkan Uğur, bendeki etkisini paylaşmak istedim.  

      Ölüm yaşamın bir parçası ama ben ölümü sana  yakıştıramadım Özkan abi, "olduramadım"... İyi ki vardın bu dünyada. Yattığın yer incitmesin, ışıklar içinde uyu inşallah🙏

Özkan Uğur- Olduramadım

5 Temmuz 2023 Çarşamba

"Seni sevdiğim için söylüyorum"

    İlk bakışta ne kadar masum ve düşünceli gelen bir söz değil mi? " Seni sevdiğim için söylüyorum..... Bak seni düşündüğüm için söylüyorum.... " Peki içeriği gerçekten öyle midir bu sözün? 

    Neden böyle bir giriş yaptım, anlatayım. İş yerinde sosyal olarak kendimi daha yakın hissettiğim bir grup var. Bebekten önce buluşmalarına beni de çağırırlardı, giderdim. Mutlu da olurdum yaptığımız sohbetten, geçirdiğimiz vakitten. Ama bebekten sonra, ki benim bebeğimin ilk bir yılı aşırı zordu maâlesef, pek görüşme imkanımız olmadı. Bebeğim alerjik bir bebek olduğundan ben de emzirdiğim için diyet yapıyordum. Süt ya da süt ürünü içeren hiçbir şeyi yememem gerekiyordu ve üstüne bir de kolik bir bebek olunca o ağlıyordu ben ağlıyordum yani. Anne babalarımız da uzakta olunca destek alabileceğimiz kimse de yoktu haliyle. Eşim sağ olsun, birlikte atlattık tüm zorlukları. Tabi zaman zaman birbirimiz üzerinden attık gerginliğimizi ama o da artık o sürecin doğal bir getirisiydi. Olağanüstü zamanlardan geçerken olağan şeyler beklememeyi öğrendik diyeyim. Bu süreçte bana en iyi gelen şey bulabildiğim fırsatta yürüyüp bebeğimi uyuturken telefondan kitap okumak oldu. Çok güzel kitaplar bitirdim ve o şekilde güç buldum. Tabi tüm bu anlattığım şeyleri düşünürseniz, neden sosyalleşemediğimizi de tahmin edebilirsiniz. Sürekli ağlayan bir bebek, dışarda süt ürünü içermeyen yiyecek bulmanın zorluğu, emziriyor olmak vs. Derken ortamlardan uzak kaldık. 

      Bir yılın sonunda bebeğim artık daha iyiydi ve alerjisi de büyük oranda geçmişti. Ben işe başladım. İş ortamında tekrardan sosyalleşiyor olmak bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Ama dedim ya, anne ve babalar uzakta olup hastalık vs gibi sebeplerden gelemeyince önce küçük bir bakıcı maceramız oldu. Sonra kız kardeşim sağ olsun o geldi bize destek oldu. Tüm bu süreçleri oturtmak, sorumlulukların dengesi yine eşimle benim birçok konuda fedakârlık yapmamızı gerekli kılıyordu. Arkadaşlarla dışarıda buluşmayı ben de özlüyordum ama cidden buna imkânım yoktu. İş yerindeki arkadaşlarım buluşmaya devam ettiler. Beni de çağırıyorlardı, bir iki kez şartları zorlayıp gittim ancak diğer buluşmalarda nazikçe gelemeyeceğimi söyledim. Büyükşehirde trafiği çekip bir yere gitmek orada da çok uzun kalamadan aynı trafiği çekerek eve gelmek, evdeki sorumluluklar.... "Trafikte geçireceğim vakitte evde uyurum belki. " Diye düşünüyordum. Açıkçası kendime vakit ayırmaya öyle çok ihtiyacım vardı ki zamanım olsa önceliği kendime verirdim herhalde.  Ancak bana karşı tavır ve söylemleri değişmeye başladı. Bak şu şekil bir söylemi anlarım: " Seni aramızda görmeyi çok istiyoruz. Sen de yoğunsun ama nasıl yapsak da iş dışında da görüşsek? " Gibi bir yaklaşım beni ziyadesiyle mutlu edebilirdi. Ama bana yapılan söylemler şu şekilde oldu: " Bak çocuktan sonra çok eve kapandın. Oksijen maskesi önce anneye biliyorsun ki. " gibi söylemler yerini sanki ben sorunlu biriymişim gibi " Çok mu titizleniyorsun acaba her şeye? Bak böyle olmaz. Çocuk bir şekilde büyür nasılsa, sen böyle eve mi kapanacaksın o büyüyene kadar? " Gibi söylemlere vardı. Cümlelerin sonunda değişmeyen ifade hep şu oldu: " Bak seni sevdiğim için söylüyorum. Valla seni düşündüğümüz için.... " Gibi cümlelere... 

        Ben elbette cevaplarımı nezaket çerçevesinde verdim. Neye ihtiyaç duyduğumu, şu süreçte bana neyin iyi geleceğini, onlarla iş ortamında buluşmanın dahi bana iyi geldiğini ama fazlasını şu an için yapamayacağımı anlattım. Ama bir şekilde mesafelendim ve mesafelenmek istedim. Çünkü bu tür söylemler bana çok tehlikeli geliyor. Karşındaki insanı anlamaktan uzak, sadece kendi düşünce ve yaşayış standardını karşındakine dayatırcasına ve o kabul etmeyince de karşındaki insanı etiketlercesine söylemler gibi geliyor... Kim bunu ister ki? 

        Bu tarz örnekler yaşamımımda hep oldu ve olacak biliyorum. Ve ben karşımdaki kişi  derdini anlatıp benim fikrimi sormadan asla bir yorum yapmamaya çalışıyorum. Çünkü ben karşımdaki kişiden daha mı akıllıyım? Ne haddime? Çok seviyorsam o kişiyi, onu anladığımı gösteren şeyler söyleyebilir ya da onun yanında olabilirim değil mi? Böylesi denk hissettiğim ilişkilerde kendimi daha iyi hissediyorum. Ve cidden istenmeden verilen aklın sonu gelsin istiyorum. 

       Öyle işte. Bu da böyle bir anımdı diye bağlayayım :) İçimi döktüm, rahatladım. Ohh. 

:)) 

   Sezen Aksu- Karşıyım

4 Temmuz 2023 Salı

Mini Dizi Tavsiyesi: Fleishman is in Trouble

       Film, dizi izlemeyi ya da kitap okumayı çok sevsem de vakit kıtlığı yaşıyorum. Haliyle eğer bir filme ya da diziye vakit ayıracaksam gerçekten kaliteli bir yapım olduğuna inanmam gerekiyor. Hele bir de mini diziyse çok daha iyi benim için, ne kısa ne uzun tam tadında bitiyor.

      "Fleishman is in Trouble"  8 bölümlük bir mini dizi ve ne zamandır Disney'de karşıma çıkan bir yapımdı. Oyuncularına ve de konusuna bakınca bir şans vermek istedim. Bir solukta izledim diyemesem de  bulduğum her boşlukta izledim. Gerek konusu, gerek dizinin farklı bakış açılarından anlatılması, orta yaş ve evlilik ilişkisini ele alış şekli.... Beni diğer zamanlarda da bolca düşündüren bir dizi oldu diyebilirim. 
    
        Efendim lafı uzatmadan konusuna geleyim: Toby Fleishman eşinden boşanmış iki çocuklu bir doktor. Eski eşi Rachel çocukları bir süreliğine Toby'nin evine bırakıyor ve alması gereken zamanda almıyor, telefonlara cevap vermiyor. Adeta ortadan kayboluyor. Bu süreçte biz Toby'nin boşanma sonrası psikolojik durumuna şahitlik ediyoruz. Boşandıktan sonra randevu sitelerine üye olan Toby başka kadınlarla randevulara çıkmaya başlıyor. " Vayy be bunca zaman ben ne kaçırmışım"  hissiyatı ile " Ben bu hale nasıl geldim? " sorgulamaları arasında gelgitler yaşıyor. Öte yandan evliliği süresince görüşmediği üniversiteden çok yakın arkadaşları Seth ve Libby ile yeniden bir araya gelmeye başlıyorlar. Onlara evliliğini anlatıyor Toby. Anlatmaya ihtiyacı var çünkü ve biz Toby'nin evliliğini onun bakış açısıyla izliyoruz kesitler halinde. Sonra eski eşi Rachel'ın bakış açısından da görme şansımız oluyor bu evliliği. Ki 7. bölüm beni çok etkiledi diyebilirim. Ha bu arada, Toby'nin durumu arkadaşı Libby üzerinde de bir etki yaratıyor. Libby de gerek evliliğine dair, gerek  yaşama ve ilişkilere ilişkin sorgulamalar içerisine giriyor. Ya da kendi iç dünyasıyla yüzleşme imkanı buluyor da diyebiliriz. 

       Yani diziyi anlatmak istiyorum ama çok fazla spoiler vermek de istemiyorum. Fakat öyle bir his bıraktı ki bende oturup bu diziyi izleyen dostlarla tartışmak ve üzerinde düşünmek istediğim birçok konu kazandırdı bana. 

       Bu arada ben anlatırken nasıl bir hissiyat uyandırdı bu dizi sende bilmem. Ama çok da depresif bir hava yok dizide, merak ettiren bir yanı var ayrıca. Söylemeden geçmeyeyim, yetişkin içeriklerin olduğu bir dizi o sebeple çocuklarla izlenmesini de önermem.  Bu anlattıklarım ilgini çektiyse bir şans vermeni öneririm. Ve izledikten sonra burada düşüncelerini paylaşmanı çok isterim. Şimdiden iyi seyirler dilerim :) 

      
        

12 Haziran 2023 Pazartesi

Bir dizi en çok neyin olabilir?

       

       Daha önce belki hiç bahsi geçmedi burada, ki şaşkınım bu duruma. Neden daha önce hiç bahsetmedim bilmiyorum, kendime mi saklamak istedim acep, belki :) Sana fan club üyesi olduğum bir diziden bahsetmek istiyorum bugün. Belki ismini çokça duyduğun, ucundan kıyısından izlediğin; belki sarmadı diye kapadığın ya da kim bilir benim gibi çok sevdiğin... Hazırsan ismini açıklıyorumm...ummmm...mmmm: How I Met Your Mother.

      Bak daha ismini söyler söylemez içim yumuş yumuş oldu. Sıcacık bir duygu seli dolandı içimde. Cidden bak, abartmıyorum, inanılmaz seviyorum.  Bu dizinin benim için anlamını sana şöyle açıklamaya çalışayım.

      

    Üniversitedeyim. Toksik bir ilişkim var, daha önce hiç sevgilim olmadığından hislerime dair ne anlamam gerektiğinden, nasıl düşünmem gerektiğinden emin değilim. Ama boğuluyormuş gibi hissediyorum. İyi hissetmiyorum. Üniversiteden hocamın biri bahsettiği için bu diziye bir şans vereyim diye başlıyorum o can sıkıntısıyla... İlk bölüm, ehh işte. Ama samimi geliyor, izlerim ben bunu diyorum. Devam ediyorum. İki bölüm, üç bölüm,... derken birinci sezon bitiveriyor. Hayatımda düzelen pek bir şey yok ama kendimi daha iyi hissediyorum. Dizideki Ted'e yakın hissediyorum kendimi, Lily ve Marshall'ın ilişkisiyle kendi ilişkimi kıyasladığımı fark ediyorum. Onlar gibi olmak değil amacım ama sağlıklı bir ilişkide kişilerin nasıl hissettiğini daha net fark ediyorum. Kendimle ve ilişkimin toksik yönüyle yüzleşir gibi oluyorum. Ama halen çok acemiyim. Mutlu olmadığımı kendime itiraf ediyorum. Sonunda. Bu arada bu dizinin diğer sezonlarını  aynı zamanda en yakın arkadaşlarım olan ev arkadaşlarımla izliyoruz. Aynı bölümde okuduğumuzdan, bolca konuşuyoruz bazı bölümlerin arkasından. Çünkü komedi dizisi olarak bilinse de  hayata dair çok güzel tasvir ve tespitleri olan da bir dizi. Hakkını veriyoruz. Son sezona gelince bırakıyorum ben izlemeyi. Çünkü vedalarla aram iyi değil. Bu dizi biterse başka bitişleri de kabul etmem gerektiğini hissediyorum. Son sezonu izlemiyorum. 

     Üniversite bitiyor. Evimizi kapatıp hayatımızın en önemli evrelerinden birine, birbirimize veda etmek öyle zor geliyor ki... Kafamız çok karışık, gelecek belirsiz, belirsizlikle baş etmek çok zor. Bu arada her güzel şey bitiyor benim toksik ilişki devam ediyor. Neden? Çünkü tüm iyimserliğimle ve  daha iyi hale getirebilirim çabam ufak da olsa meyvesini vermiş. Enerjim  daha bitmemiş ya da ayrılığa ayıracak gücüm kalmamış. İkisi de mümkün. Ben yine izlemeye başlıyorum. Son sezon dışında rastgele bölümler açıp izliyorum. Beni sarıp sarmalıyor sanki. Lily Ted'e değil de bana söylüyor  bazı tespitlerini. Barney'nin tüm şebekliklerine gülüyorum, çünkü o Barney :) Marshall'ın marşmelov tadında kişiliği hayatıma renk katarken, Robin'in sert taraflarına hayran kaldığım oluyor. Çünkü bazen önemli konularda duruşun net olmalı değil mi? Hepsi ailem oluyor senin anlayacağın.

     Üniversiteden sonra evde geçirdiğim boş bir 6 ayın  sonunda hayallerime kavuşuyorum. Üniversite okuduğum şehre atanıyorum. Aslında mutlu olmam gerek ama  mutsuzum. Ailem memleketi tercih etmediğim için bana küsüyor adeta, toksik erkek arkadaşım da atandığım şehre geliyor. Evlilikten filan bahsediyor, ama ilişkimiz evlilikten fersah fersah uzaklıkta bir bağda. Tabi o an ben de bunun çok farkında değilim, belki aynı şehirde düzeltiriz diye düşünüyorum. Bu düzeltme saplantısını kimden nasıl öğrendiğimi o dönem hiç sorgulamıyorum. Tek bildiğim, hayallerime kavuşmuşken kendimi çok yalnız hissettiğim gerçeği. Açıp izlemeye başlıyorum tekrardan. Yeniden arkadaş edinmem gerektiği farkındalığına varıyorum. Ediniyorum da, hem de çok tatlı insanlarla tanışıyorum. Edindiğim dostluklar güç veriyor bana. İlişkimi daha açık anlatmaya başlıyorum. Ayna tutuyorlar mutsuzluğuma. Yeniden nefes almaya başlıyorum. Ve kararlar veriyorum. Toksik ilişkime nihayet bir son veriyorum, ailemle olan küslüğümde sergilediğim duruş meyvesini vermeye başlıyor. En azından kendi içimde kendimi desteklemeye başlıyorum. Nefes aldıkça yeni şeyler deniyorum. Yürüyorum, nefes alıyorum. Arkadaşlarımla bir araya geldikçe ferahladığımı hissediyorum. Yeniden kitap okuma alışkanlığıma dönüyorum. Kendime dair çalışmaya başlıyorum. Toksik ilişkim beni yorduğu kadar öğretici de olsun bari değil mi?

      Bu süreç beni eşimle tanıştırıyor. Sağlıklı ilişkide kişiler kendilerini nasıl hissederdi? Mutlu, huzurlu, dengeli, ne olursa olsun iletişime açıklığın verdiği rahatlık, güven...Hissediyorum. Sağlıklı ilişki olması için ne yapmak gerekirdi? Öğreniyor ve emek veriyorum. Karşılıklı olduğunu bilerek. Evleniyorum. Mutlu bir süreçten sonra aramıza bir insan tanesinin katılacağını öğreniyorum. Çok mutluyum, korkuyorum, kaygılarım az değil ama çok iyi hissediyorum. Eşimle TV izlerken How I Met Your Mother'ın ilk bölümüne denk geliyoruz. Her akşam iki bölüm koyuyorlar aynı saatlerde. Eşim daha evvel hiç izlememiş, o da çok severek izliyor, karnımda bebeğim arada hareket ediyor. Bu sefer o son sezonu izleyebiliyorum.  Mutluyum. 

      Şimdi bir dizi bir insanın en çok neyi olabilir?  Bu dizi benim hayatımdaki önemli dönüm noktalarımın, kendimi bulma çabalarımın, mutlu anlarımın, boğuluyormuş gibi hissettiğim zamanlarımın eşlikçisi oldu. Her bir karakter ailem oldu. Kazadan çıkmış gibi bitirdiğim günlerimin akşamında elime tutuşturulan bir bardak sıcak çikolata oldu. Bugün biliyorum ki, kendimi kötü hissedersem onların her akşam buluştuğu masada kendime bir sandalye kapıp soğuk biramı içebilirim ya da kanepede Star Wars serisini bitirebilirim. Her şeye rağmen hayat LEGEN.....wait for it..... DARY!! :)))


.

2 Mayıs 2023 Salı

Only Murders in the Building



         

        Bir süredir ismini çokça duyduğum, ilgimi çeken bir diziydi "Only Murders in the Building" dizisi. Nihayet izlemeye başladım ve ilk sezon çabucak bitti bile. İkinci sezona geçmeden yazmak istedim, çünkü kendisini pek bi sevdim. 

     Arconia adlı  apartmanda yaşanan cinayetle başlıyor dizi. Üç birbirine benzemeyen, ancak aynı cinayet podcast serisini izleyen apartman sakininin  bu cinayet sonrası bir araya gelişini izliyoruz. Podcast dinlemeyi sevdiğim için, yollarının bu şekilde kesişmesi de hoşuma giden detaylardan oldu. Onun öncesinde oldukça asgari düzeyde olan iletişimleri, apartmanlarında yaşanan cinayeti aydınlatma adına bir dostluğa dönüşüyor.   Kendi cinayet podcast yayınını  yapmaya başlıyorlar. 
   
    Steve Martin'in ses tonuna bir kez daha hayran kaldığım, Martin Short'un Oliver Putnam'ı oynamadığı adeta Oliver Putnam olduğu dizide, Selena Gomez'in de gayet iyi bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Mabel Mora gibi bir karakter için gayet iyi bir seçim olmuş Selena. 




        Ben dizilerde en çok samimiyet arıyorum sanırım. Karakterlerin baştaki yalnızlıklarının, bir araya gelişlerinden sonra azaldığı; gelişen dostluklarıyla birlikte kendi kişisel hayatlarında da bazı çözümlemeler yaşadıklarını izlemek beni keyiflendiriyor. Bu dizide bunu bulmak da hoşuma gitti açıkçası. 

        Ve müzikler.... Bir diziyi ya da filmi benim için özel kılan şeylerden bir tanesi de müzikleridir. O yapıma dair zaman içerisinde birçok şeyi unutsam da müziklerini sevdiysem çevirir çevirir dinlerim. Bu dizinin müziklerini de çok sevdim. Çekimlerin daha çok Arconia apartmanında geçtiğini düşünürsek görsellik açısından da zengin olmayı başarabilen hoş bir yapım olmuş. Gizemli, samimi, biraz komedi, azcık da tuhaf bir dizi arayanlara sevgiyle öneririm. İyi seyirler şimdiden ! :))

         

       

30 Nisan 2023 Pazar

Bir Film ve Bir Şarkı

         İzlediğim bir filmde etkilendiğim, kafede  sohbet ederken ya da yemek yerken dinlediğim müziği araştırma gibi bir huyum vardır. Telefonumda da bunu destekleyen en az iki uygulama :) O müziği bulur ve farklı zaman ve yerlerde tekrar tekrar dinlerim. Ne hissettirdi bu şarkı bana? Nereye götürdü? Neler vaat etti dinlerken... Youtube'da yorumlara bakarım. En sevdiğim şeylerden bir tanesidir bu. Yorumlara bakarken,  müziğin kalbe dokunan, oradaki acıyı ve mutluluğu araştıran, hissiyatları konuşma ve paylaşma isteği duyuran yanını görürüm. Öyle ki, bazen okuduğum bir yorum işimin gücümün arasında ağlatır beni. Kimi zaman da olmadık yerlerde kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırır içime içime gülmek durumunda kalırım. Her halükarda, müziğin gücü karşısında hayranlığımı gizleyemem. Başka kültürlerden, başka yaşantı ve dünyalardan insanları alır içine ve "Vaay bee, aslında ne kadar benziyoruz birbirimize." hissiyatını doğurur.


         Son zamanlarda sürekli karşıma çıkıyor "Eternity and a day" Filmi ve şarkısı. Belki bir on sene olmuştur izleyeli. Fırsatını bulursam tekrar izlemek istediğim bir filmdir kendisi. Merak ediyorum, şimdi hangi hissiyatlarla izleyecek hangi noktalara dikkat edeceğim. Öyle ya, hiçbirimiz kalmıyoruz aynı yerde. On sene önceki ben ile şimdiki ben daha farklı ele alıyor yaşamı. Bir nevi kendime de dışarıdan bakma, kendi kişisel tarihim içinde  yaşam perspektifimi inceleme şansı da veriyor bu bana. O zaman beni etkileyen bir şarkıyı, artık nerede duyup ne hissettirdiyse bana, burada paylaşmaya başlayayım diyorum. Kimbilir belki aynı hissiyatlarda buluşuruz ya da başka bakış açılarını duyumsama fırsatı elde ederiz. 

        "Eternity and a day" i ne zaman dinlesem filmdeki gri dünyaya gider, orada hüzünlenirim. Beraberinde derin bir anlayışı da getiren hüzünlerdendir bu. Güzeldir, olmasını istediğim halidir. Ruhun incelmesi, köşelerin sivriliğinin giderilmesi için güzel bir yontma yöntemidir. Önerilesidir.

Eternity and A Day- Eleni Karaindrou

26 Mart 2023 Pazar

Yaşasın Cumartesi Günleri!

     "Ne güzel bir cumartesi... "

     Bu sabah uyanıp gökyüzüne baktığımda böyle dedim içimden. Ve mutlu oldum. Öyle uzun zamandır  kalbimde bir ağırlık hissiyle yaşıyordum ki, günler ay, geçtiğimiz bir ay da yıl gibi geldi. İnsan hüznün içinden geçerken, otomatik pilotta yaşayıp göremiyor doğan güneşi, uyanan yeryüzünü. Nitekim, bir süredir ben de farkında değildim. Alışık olduğum, bildiğim rutini sürdürüp uyuyup uyanıyordum. Günler birbirini tekrar edip dururken, farklılığı belirleyen şey bebeğimin o günkü hal ve hareketleri oluyordu. 

      Farklılık demişken....Yürümeye başladı bizimki dostlar! :)) 17 ay biterken bizim kız hiç yürümeyecekmiş gibi geliyordu. Ben bu konuda çok rahatım, doktorumuz gelişimi gayet yolunda dedikten sonra takılmıyorum ille şu zaman şunu yapacak diye. Amaaaa... Bu büyükler yok mu büyükler :) Hele de çevrelerinde benzer yaş grubunda bebeklerin yürüdüğünü görüyorlarsa kaygılanıyorlar, her aramada soruyorlar. Ben bu konuda tavrımı net ortaya koyduğumdan olacak, beni değil eşimi darlamışlar biraz. Ben sonradan öğrendim. Sonuç olarak, kızımın yürümesi yüreklere su serpti :)) 

       Bu arada bir bebeğin gelişimini izlemek, ona eşlik etmek çok acayip bir duygu. Yürüme meselesini ele alalım mesela. Önce bacaklarını güçlendiriyor, deniyor. Ellerinden güç alıyor emekliyorsa, sen yanındaysan biraz daha cesur denemeler yapıyor. Sana tutunuyor. Miray elleri ve ayakları üzerinde köprü kurarak dolaştı bir süre etrafta. Temkinli olduğu için çok dikkatli denemeler yaptı. Düştü kalktı, düştü kalktı. Her küçük ilerlemedeki o mutluluğu , o küçük elleriyle yaptığı alkışlar... Çok tatlıydı. Bizim dışımızda başka şeylere güvenmeyi denedi sonra. Kenarlara tutundu, yürüme arkadaşıyla keşfetti biraz da etrafı. Kimi zaman geri dönüşler yaşadı, daha fazlasını yapabiliyorken sadece emeklediği günler oldu. Sonra bi baktık ki, babadan bana doğru bir tedirgin adım atmış. Bir başka gün ikincisi, sonra üçüncüsü... Şimdi ara ara yine tutunarak, ama genelde kendi başına keşfetmeye çalışıyor dünyayı. Gökyüzünde uçan her kuş, dışarıda gördüğü her kedi ve köpek onun şaşırma ve alkış yapma nedeni... 

        Ben de onunla birlikte yeniden öğreniyor ve keşfediyor gibiyim dünyayı. Onunla birlikte yavaşlamayı ve kendime zaman tanımayı öğreniyorum. Bebeğimin yürüme süreci, konfor alanından çıkıp yeni bir şeye adım atarkenki süreç gibi mesela. Güçlü olduğunu düşündüğün yanlarına dayanarak ayağa kalkmak önce, o ilk adımı atana kadar bir süre düşüp kalkmak güç almak çevrenden, bir şeylere tutunmak. Sonra tekrardan düşmek. "Yok ben yapamayacağım, ne işim var benim burada. Kalayım yerimde, güvenli bildiğim alanda. " Deyip geri dönüşler yaşamak ve sonra yeniden ayağa kalkmak. O ilk adımı korkak ve tedirgin de olsa atmak. Düşmek. Sonra tekrar denemek. Sonsuz tekrarlar neticesinde de yürümeye başlamak artık. Nasıl ki bir bebek ha deyince yürümüyor, biz de yeni bir yola girerken ya da yeni bir şey denerken öyle birden olduramıyoruz isteklerimizi. 

         Eskiden, bebeğimden evvel daha çok vaktim varken; hızla yanından geçip gittiğim, farkında olmadığım şeyleri şimdi görüyor olmak da çok güzel bir duygu. Bu sabah Miray'ı dışarı çıkardık ve onunla birlikte kuşlara sevindik, kedi gelip kendisini sevdirdiği için teşekkür ettik ona. Sitenin bahçesinde rengarenk çiçekler açmış, kimisi tomurcuklanmış. Doğanın uyanışına tanıklık ettik hep birlikte. El çırpıp "Alkıış" Dedik doğaya, ne olursa olsun doğa bildiği işi yapıyor, işine bakıyor. Aferin ona! :)) 

        Sizler ne durumdasınız, nasılsınız bilmiyorum. Ama bi alkış da bize olsun be! Üst üste neler gördük neler yaşadık. Salgın hastalıklar mı; sel felaketleri, yangınlar mı, depremler mı görmedik. Özel hayatlarımızdaki sarsıntılar şöyle dursun, payımıza düşen acıyı yaşadık ve de yaşıyoruz. Ve fakat düşe kalka, ağlaya güle yeni günü karşılıyoruz. Güneşi görünce dayanamayıp atıyoruz kendimizi dışarı ve umut edip hayal kurmaya devam ediyoruz. İnsanız işte, acılarımızı cebe atıp doğamızı yaşıyor işimize bakmaya çalışıyoruz. Hepimize alkıııış :)) 

Stay High