20 Mart 2025 Perşembe

Ebelik Müessesesi

 

       Okulumuzda üç dört yıldır bizimle olan bir kedimiz var. Daha önce evcil hayvanım olmadı hiç ama bu kediyle birlikte o eksikliği gideriyor gibiyim.  Mesafeli bir ilişki bizimkisi yalnız.. Ben biraz korkuyorum ona dokunmaktan, o ise gelip odamda uyusa da dibime gelmez hiç. Mesafeli bir yakınlığı paylaşıyoruz ikimiz... 

      Zamanla ona dair hayranlık duygularım gelişti. Bir karakteri var, hissediyorsun. Bazen çok bilge bakışlar atıyor bulunduğu köşeden. Onu rahat ettirmek için yaptığımız küçük jestlere teşekkür eder gibi miyavlıyor ama çok da uzatmıyor bu durumu. Canı isterse sevdiriyor kendisini, istemezse tüylerini dikleştirerek uzaklaştırıyor seni. Bir derdi olduğunda da anlatıyor uzun uzun. Valla bak! Geçen sene hamileydi ve bahçede oturan kişiler arasında daha önce hiç yakınlık göstermediği ancak şeker gibi bir adam olduğu çok bariz olan Gürkan Bey'i seçti kendisine. Ama görmen lazım, nasıl çevresinde dolanıyor. 'Gel!' diyor adeta. Gürkan Bey kalkıp gitti. Ağaç altında bir nokta seçti kendisine ve 'Bekle' dedi orada. Gürkan Bey hareket edince kızar gibi miyavlıyordu çünkü. Bir süre ortadan kayboldu ve Gürkan Bey de bekledi orada belki bir 15-20 dakika. Ve sonra okulumuzun tatlı annesi Hülya Hanım, kedinin doğum yaptığını müjdeledi. Gürkan Bey'i kendisine güvenlik görevlisi seçti anlaşılan :)) Çok tatlı bir andı. 

     Bu sabah nursuz bir şekilde girdim odaya ve bir süre sonra kedi benim dibime geldi. Baktım bir şeyler anlatıyor, başta anlamadım durumu, acıktığını ya da susadığını düşündüm. Tam kapıdan çıkarken etrafımda dolanıp beni bir yere yönlendirdi. O önden giderken benim jeton düştü: " Ay sen doğum mu yapacaksın yoksa?" dedim. Hülya Abla'ya seslendim. O da kedinin doğum için seçtiği yere çoktan bir kutu filan koyduğunu söyledi. Anne olunca tüm canlıların annesi mi oluyor insan acaba? Hülya Hanım okulumuzun annesi adeta ve 'Sen kedinin doğum için seçtiği noktayı nereden biliyorsun?' diye soracaktım, o heyecanla soramadım:) Bu işte de başka türlü bir büyü var kesin. Öyle işte, şimdi heyecanla minik kedileri bekliyoruz. Bu seneki kedilerin ebesi benmişim, öyle dediler :))) 



Coldplay- Miracles


14 Mart 2025 Cuma

Kelebek


      

        Çok sevdiğim bir arkadaşım arada sırada yazıyor olmama dair şaşkınlığını şöyle dile getirmişti: " Nasıl yazıyorsun? Herhangi bir işte çalışır gibi masa başına mı oturuyorsun öncesinde? Aklına geldikçe fikirler , bir yere mi yazıyorsun? Yazma hissi mi geliyor?" 

    Ve ben de yetkin ve olgun bir ses tonu takınarak Nietzche'nin sözüyle yanıt vermiştim: " Kanla yazıyorum. O yüzden pek az yazarım evladım." diye :))) ( Bu sözü de nereden öğrendiğimi hala merak ediyorum :) O an gülüp geçtiğimiz bu konu sonrasında algılarımı açmış olmalı. Bunun üzerine içsel bir gözlem yapmaya başladım. Sahi ben ne zaman yazıyorum?

     Bazen hayatıma dair odağımı yitirmiş hissederim. Bazı günler işe gelirim ve bilgisayarın başına geçtiğimde gerçekten hiçbir şey yapmak gelmez içimden. Böylesi anlarda gidip bahçede kahvemi çayımı alıp sosyalleşebilirim ama onu da yapmak istemem.  Bir şarkı açarım. İçimde çeşitli duyguların sıkıntısı olur. Hepsi ayrı ayrı tomurcuklanmış da bir an önce açıp dile gelmek istiyor gibi, sabırsızlığını duyarım. Yazmam gerek, bilirim. Ama neyi yazacağım ki? Nihayetinde şu an elle tutulabilir net bir duygum bile yok elimde, değil ki bir fikrim olsun. Yağmur öncesi havanın sıkıntısı benimki, odalara sığdırmayan. Neresinden başlamalı? 

    Bazen de bir 'an' kalır aklımda. Ya gerçek hayatta, ya bir filmde, belki de arkadaşımın anlattığı bir hikayede aklımda kalan bir sahne. Kendi duygu ve düşüncelerimle onu resmetmek isterim. O anı unutmak istemem ve yazdığım yazıyla resmini çekip koymak isterim bir kutuya. Ki unutmayayım, unutulmasın. 

   Bazen de ağırlığını hissettiğim şeyleri hafifletme derdiyle yazarım. İnsan olmak zor, duygular karışık. Yazarken hislerimi tertemiz yıkamış, güneşte kurutup katlayarak raflarına dizmişim gibi bir ferahlık hissederim. 

   Galiba buna verebileceğim net bir cevap yok. Ama yazmak güzel. Unutmamak, ferahlamak, derin şeyleri hafifletmek ve devam edebilmek için bildiğim en iyi yol.

     Bugün yine işe geldim ve dikkatimi bir türlü toparlayamadığımı hissettim. Sonra kızım geldi aklıma. Miray o kadar tatlı konuşuyor ki son günlerde   bazen gerçekten eriyorum. Geçen sabah uyandık ve şöyle dedi: " Tavşan. Ben bugün tavşan oldum." Resmen gözlerini açar açmaz bunları söyledi ve yataktan inip dolaptan tavşan figürlü kıyafetini çıkardı, tavşan tacını çıkardı ve gün boyunca da havuç yedi :))) Tavşan gibi zıplayıp durması ve koltuklara çıkıp orada da zıplamasının verdiği düştü düşecek hissini tahmin edersiniz :) Sonraki gün ayı oldu, bir sonraki gün penguen oldu ve ismin ne diye sorduğumuzda "Momo" dedi. Zaten kendi ismine de genelde "Mimi" diyor. Miray ismini sevdiremedik çocuğuma :)

     Sonra aklıma sevdiğim bir arkadaşımın bana söylediği lakap geldi: " Kelebek" Bir kelebek olduğumu düşündüm, baharı hissettiğimiz şu güneşli günlerde bir çiçekten diğerine konduğumu ve mavi gökyüzünde sefer eylediğimi hayal ettim. Nasıl sıcak, nasıl hafif :) Belki büyüyünce yazar olamam, ama bir sabah uyanıp kendimi kelebek olarak düşünüp hafif hissetmek çok mümkün :)

     O zaman sorayım sana da "Sen nasıl yazıyorsun ? Ve ne zaman yazarsın? 

     Daha da önemlisi sen bugün ne olmak isterdin ? :)

Katie Melua- Nine Million Bicycles

27 Şubat 2025 Perşembe

Dans edelim mi tatlı gıs?


     Bugün de Sevgili İlkay'cığımın  yazısı üzerine buraya geldim. Öyle keyifli anlatmış ki göbek atma ve dans etme üzerine fikirlerini ay benim de bu konuda anlatacağım şeyler varmış meğer. Geldim buraya. Haydi yaklaşın şöyle yamacıma🤣🤣

    Efendim sizin akrabalarınızla aranız nasıl bilmem ama ben çok erken yaşta iki yüzlü olduklarına karar verip manipülasyon becerilerine şaşkınlıkla alkış yaptığımdan bu yana bayaaa mesafeliyiz. İyi insanlar yok mu, var tabii, ama çok çok az. Yani ben de isterdim şöyle bayramlarda seyranlarda heyecanla yollarını gözlediğim kuzenlerim olsun ( Böyle de anlatınca bayram reklarımlarımızın ful ajitasyon içerikli olması geldi aklıma :)) Ne bileyim kalabalık sofralarda buluşalım, onlara baktıkça genetik benzerliğimizle gurur duyayım filan... Ay nerde, nerde! Özellikle düğünlerde envai çeşit bahanelerle kaçtım, kaçamadığımda da yüzümden hiç çıkarmadığım gülümsememle yerimde oturup hiç oynamadım filan. Arkadaşlar arasında tam tersiydi bu arada :)) Özellikle üniversitede ev arkadaşlarımla birlikte oturup çeşitli şeylere gülüp ağladıktan sonra göbek atmaya geçtiğimizin sayısı çoktur. 


       Benim romantik cephede işler ciddiye binince annemle kızkardeşime bir telaş düştü. Akrabalar arasında  bazı kimselerce adı bile bilinmeyen, bilinenler tarafından da sevildiği müşkül, hiçbir düğüne katılmayan katıldığında da oynamayan bu kızın düğününe kim neden gelsin, a dostlar? Akrabasavarlığın sonu işte diye diye beni darladılar. " Amaan be dedim, gerekirse çıkar tek ben oynarım kocamla, yine eğlenirim. Nedir yani? " Dedim ama kendi içimden de söz verdim buna. En çok ben eğleneceğim o gün, bitti! 

        Neyse düğün günü geldi. İlk dans olayının heyecan ve şaşkınlığıyla nasıl yürüdüğümü ve de dans ettiğimi bilmiyorum. Düğün videomu ben daha tamamen izlemedim ( Neden bilmiyorum.  Yani ben kendi gördüklerim ve hislerimle saklamak istedim o günü, zaten o kadar tadını çıkardım ki her anın, çekmecede duruyor öyle video :)) 

      Efendim o ilk hareketli şarkıya geçişle benim bir oynayışım var şöyle sağdan sağdan, bu gibi aktivitelerde en çok oynayıp kendisini gösteren Ülkü abla resmen şok 🤣 Sonrası malum. Yılların düğünlerde oynamama patlamasını orada yaşadım ve telafi ettim. Bir ara babaannem yanıma gelip dedi ki:  " Kızım bak hasta olacaksın. Şu günde hasta olmanı istemem kihkihkih!" Dedi🤣🤣🤣 

      Öyle işte. Sonuçta annemlerin korktuğu olmadı, kan bağını önemseyen bunca insanın olması harika bir detay. Öte yandan bende de kabul gelişti galiba. Onları oldukları haliyle kabul etmeye çalışıyorum artık ve düğünlerde daha çok oynamaya zorlanıyorum🤣 Bu da böyle bir anımdır, diyip konuyu bağlayayım. 

Öptüm seni tatlı gıs :) 


14 Şubat 2025 Cuma

Farkındayım

 

       Bazen bir şarkı insanı nerelere götürüyor... 

       Lisedeyim... Her ergen gibi bir yanım deli dolu bir yanım hüzünlü.

       Hiç hazır değilken çocukluğa veda etmişim, ama yetişkin de değilim. Deli gibi korkuyorum yetişkin olmaktan. Çevremdeki yetişkinlerin hayatı bana çok özenilesi görünmüyor. Sadece hayatımla ilgili en ufaktan en büyüğüne kendi kararlarımı verme fikri cazip geliyor, başka da bir güzelliği yok yetişkin olmanın!

     Kafam çok karışık...Okulda öğretmenlerim hayatımın en önemli yıllarını yaşadığımı söylüyor. Öyle ya meslek seçimi, arkadaş seçimi, ilk kalp kırıklıkları bu yaşlarda yaşanıyor. Bu kadar önemli kararlar içinde ne kadar da küçüğüm, "Yahu benim etim ne budum ne? " diyemiyorum ama her dediklerini can kulağıyla  dinliyorum. Yaşam tecrübemin azlığını önemsediğim kişilerin öğütleriyle kapatmaya çalışıyorum. Belki sorular  bildiğim yerden çıkar umudu...

     Bazen geç saate kadar uyuyamıyorum. Her şeye çok şaşırıyorum. Evlilik bu kadar önemliyse, insanlar bu kararı nasıl vermiş? Meslek seçimi bu kadar önemliyse ve benim karakterim henüz oturmamışsa, bana uygun mesleğe şimdi karar vermem çok saçma değil mi? Arkadaşlıklar.... O konuda şanslıyım bak! Onlar beni anlıyor. Bazen birlikte çok gülmekten ağlıyoruz ama kimse kimseye uzaylıymış gibi bakmıyor. Bazen bu duygusal geçişleri evde yaşıyorum ve annemle babamın korku dolu bakışlarını görüyorum. Bu sorularımı çevremdeki büyüklere sorduğumda " Ne bileyim yavrum kader işte. Yaşarken başımıza geldi, içinde bulduk kendimizi." diyor teyzem. Ne hissedeceğime karar veremiyorum. 

   Böyle günlerden geçerken bana iyi gelen bir rutin var. Sabah okula gitmeden önce kahvaltımı yaparken televizyon açıyorum ve o sıralar adını anımsayamadığım bir müzik kanalında her sabah aynı saatte "Sezen Aksu- Farkındayım" çıkıyor. O klibin her saniyesi hafızamda, beni huzurlu bir yere götürüyor. Müziği hoşuma gidiyor ve gün boyunca da ara ara mırıldanıyorum. 

    Seneler sonra yine okuldayım. Bu sefer yetişkinim ama kafam yine karışık. Bana yetişkin olmayı böyle anlatmadılar. Romantik komedi filmlerinin evlilikle mutlu sona ermesi gibi anlattılar bana yetişkinliği. Hayatımdaki önemli seçimleri yapınca rahata erecektim ben. Dinlediğim öğütler  işime yaradıysa da haberim yok. Kafamın karışıklığını yatıştırma umuduyla müziğe sarılıyorum yine ve birden bu şarkı çalmaya başlıyor...:

"Ne yapsan olmuyor gözüm

Terk etmiyor bizi hüzün
Bir macera yaşamak dediğin
Küçük zamanlar harmanı
Sevildiğin, üzüldüğün

Hatırlamaktan ibaret Hatıralar nihayet Tesellisi çok zor sözün Ne gemiler yaktım Ne gemiler yaktım O kadar yandı ki canım Sonunda karşıdan baktım Ne göreyim Kendime yıldızlardan daha uzaktım Bu kızı yeniden büyütmeliyim Kor ateşlerde yürütmeliyim Değirmenlerde öğütmeliyim Farkındayım Farkındayım Kazanmalı, kaybetmeliyim Aşk uğruna harp etmeliyim Kendini seçemiyorsun Bırakıp kaçamıyorsun Yazmadığın bir hikâyede Uzun ya da kısa vadede Az biraz keşfediyorsun Öteki olabilmeyi Yerine koyabilmeyi Geride durabilmeyi
Öğreniyorsun"

3 Şubat 2025 Pazartesi

Bir Ispanak Yıkama Meselesi

 


           Çocuğum olduktan sonra kendimi gerçekten "anne olmuş" gibi hissettiğim anlardan bir tanesi de ıspanak yıkama anları... Kızımdan önce  yıkama zahmetine girmek istemediğim için almadığım bir sebzeydi ıspanak ve kızım olduktan sonra bu durum gerçek anlamda değişti. İki haftada bir kesinlikle ıspanak alınıyor evimize ve eşim gereğinden fazla aldığı için ıspanak yemekleri konusunda da geniş bir yelpazeye ulaştım :)) Ispanaklı kiş bile yaptım ben yav :)

    Bu hafta da  ıspanak haftamızdı ve ıspanak yıkama işini eşime yıkmayı düşünüp yine vazgeçtim. Çünkü bu konuda gereksiz bir titizliğim var maalesef ve tüm bezginliğimi de yanıma alıp başladım yıkamaya. Ispanak yıkamaya başlarken zihnim de adeta konuşmaya başladı ve şunları düşündüm:

* Eskiden mutfakta yemek hazırlarken bir şeyler izlemeyi ya da dinlemeyi ne kadar çok sevdiğimi, oysa şimdi bunları gerçekten istemediğimi fark ettim. Babaannemin "Kafam kaldırmıyor." dediği evreye erken ulaştım belki de:) 

* Sahi sömestr tatili de ne çabuk bitti. Halbuki ne güzel başlamıştı benim açımdan. İnternet detoksu yapmaya karar vermiştim ve başarıyla da uyguluyordum. Ta ki Bolu Kartalkaya yangınına dek... O yangında yiten canlara mı üzüleyim, ülkemizde bir insan canının bu kadar değersiz oluşuna mı kızayım? Bilemiyorum. Ama hepimizin içinde bir yangın yeri bıraktı bu olay ve suçlular gereken cezayı almadıkça da sönmeyecek. İnsan zihni böyle felaketlerden sonra çeşitli olasılıklar kuruyor. Yangın alarmı çalışsaydı insanlar kurtulabilirdi. Otel çalışanları yangını fark ettikleri anda insanları uyandırsaydı ( Konya'da bina çökmeden önce bir kişi kaç can kurtardı, gördük!)  insanlar kurtulabilirdi. Birileri gerçekten görevini yapsaydı bu yangın önlenebilirdi.... Sanki tüm ahlaksızlık bir araya gelmiş de, olan masum canlara olmuş gibi bir olay! Ve ülkemde istifa kelimesinden habersiz onca yetkili(!). 

    Bu noktada içim şişti gerçekten ve hala yıkanmayı bekleyen ıspanakları görünce yine eşime kızasım geldi. Yahu küçük bir aileyiz, neden her defasında bu kadar çok ıspanak alırsın be adam :) Ve sanki eşim benim içten içe  ne konuştuğumu  duymuş gibi gelip şey demesin mi: " Ya ıspanak çok olmuş değil mi? Valla o kadar almayacaktım ama pazardaki çocuk 'Abim çok güzel ıspanak dur bari az daha ekleyeyim de fiyatı yuvarlamış olalım.' deyince kıramadım." dedi. Gerçekten gülümsedim ve "Sorun değil." dedim. Bir zamanlar sorun olabilirdi.

* Özellikle de çocuk olduktan sonra eşlerin arasındaki o sihirli bağ biraz zayıflıyor gibi değil mi? Yani sevgi ve saygının olduğu evlilikler için söylüyorum bunu. Birlikte çok güzelken ve birbirine tüm ilgini verirken, küçük bir can katılıyor hayatına ve özellikle ilk yıllar hem anne hem de baba için çok zor oluyor. Ben ilk anne olduğum günlerde "Hayatım bitti." gibi düşünmüştüm. Lohusalık depresyonu yaşadığımı çok sonra fark ettim mesela. E haliyle kocamda da değişimler olmuştu. Hele de kolik ağlamaları olan ve çok az uyuyan bir bebekle bu duygular ve yeni rollere uyumlanma süreci çok daha zor. Hal böyleyken değil eşinle ilişkini görmek ve bu bağı beslemek için bir şeyler yapmak, sadece günü kurtarmaya bakıyor insan. Biz de uzun zamandır bunu yapıyorduk.  Bu sömestr tatilinde birbirimize zaman ayırdık ve çift olarak bir şeyler yapma şansı bulduk. Sanki iç dünyamda havada asılı kalan bazı parçalar vardı ve öyle güzel yerine oturdu ki :) Biliyorum eşim için de aynı şey oldu, çünkü bu duyguyu paylaştığımız çok açıktı. 

    Ispanak yıkama sırasında bunları düşündüm. Ve ıspanak yıkama işi bittiğinde hissettiğim rahatlık çok güzeldi. Üstümdeki o bezginlik de büyük oranda geçmişti ve gün sonunda yine pek çok şeyi halletmiş olmanın mutluluğu vardı üzerimde. 

    Biliyorum bazen senin de içinden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Sen de gücünün yetmediği, değiştiremeyeceğin haberlerle ve durumlarla  hayattan bezmiş gibi hissediyorsun bazen. Yine de yapabiliyorsan küçük bir adım at, bebek adımı olsa da at o adımı. Taze bir nefes almak için odanın camını açmak bile yeter başlangıç için :) Belki güneşi görürsün. Şehir sesi davet eder seni, dışarı çıkarsın. Ya da bir kuş sürüsü görürsün, selam verirsin onlara. Ve hayatında gerçekten sevdiğin ve sevildiğini hissettiğin kişilerle bir bağlantı kur. Geriye sadece o anlar kalacak çünkü... Yaşa doyasıya! 

All You Need is Love

14 Ocak 2025 Salı

Bir Paragraf

 



        

  "Okuyarak, düşlere dalarak, yazmayı düşünerek, düşüncelerin kaprisli rüzgarına göre akan, tutkulardan arınmış, kültürlü bir hayat sürsem..

 Sıkıntının kıyılarında dolaşacak kadar yavaş, sıkıntıya hiç düşmeyecek kadar iyi  kurulmuş bir  hayat. Heyecanlardan ve düşüncelerden uzak o hayatı, heyecanların düşüncesiyle ve düşüncelerin heyecanıyla yaşasam.

Çiçeklerle çevrili, karanlık bir göl gibi güneşin altına uzansam, altın rengine boyansam. 

Dünyalar dönüp dururken, çiçeklerden bir toz bulutu gibi olsam, bilinmedik bir rüzgarın gün biterken havalandırdığı, alacakaranlığın uyuşukluğunun rastgele yere bıraktığı, daha geniş şekillerin içinde seçilmez olan bir bulut. Ve bunu sevinmeden ve üzülmeden, ama güneşin parlaklığından, yıldızların uzaklığından çıkardığım, kesin bir bilgiyle yapsam.

Bunların dışında hiçbir şey olmasam, hiçbir şey istemesem... Karnı aç dilencinin ezgisi, kör insanın şarkısı, bilinmeyen bir gezginin bıraktığı bir nesne, çölde yüksüz ve amaçsız yürüyen bir kaç devenin bıraktığı izler..."



(Fernando Pessoa- Huzursuzluğun Kitabı, syf. 54)

Gibran Alcocer- İdea 10

                     


30 Aralık 2024 Pazartesi

Yeni Yılda 'Aşk' Bizimle Olsun

     

          Havalar iyice soğudu, yılın bu zamanında evde olmak daha da güzel geliyor. Sabahları sevdiklerinle güzel bir kahvaltı, lahana gibi giyinip dışarıda bir süre yürüyüş yapmak, eve gelirken alışveriş yapıp  kek hazırlığına girişmek... Kek fırında pişerken evi tarçınlı  sıcak bir kokunun sarması. Ruhuma iyi geliyor. Bak şimdi bunları yazarken bile geldi bana o koku:)

       Ve böyle zamanların en mükemmel eşlikçisi nedir diye sorarsan elbette romantik filmler derim.  Hele de bir filmde güzel diyaloglar ya da güzel şarkılar varsa; görsel manzaralar sunuyorsa, kendini arayışa dair de dokunuşları varsa....Benim için mutluluğun tarifi kıvamında oluyor. Şimdi size en sevdiklerim listesini paylaşacağım:) 

1) Bridget Jones's Diary

     




        Üç filmini de izledim ve bayılıyorum. Renee Zellweger'in tatlılığı filme damga vurmuş adeta ve Bridget olmuş tam anlamıyla. Bridget'i seviyorum, hayatımda hep olmasını istediğim bir arkadaş gibi seviyorum. Kimi zaman kendine güvensiz halleriyle, kilosunu dert edinip yeni yıl için defterine yazdığı hedeflerle ve çılgın düşünceleriyle, hayatı hafife alan bakış açısıyla ona bayılıyorum. Hugh Grant ile Colin Firth arasında yaşadığı kafa karışıklıkları bence çok gerçek! Rabbim herkese böyle ikilemler yaşatsın inşallah, amin :))


2. Leap Year 






          Diyelim ki uzun süreli bir ilişkin var. Artık ilişkinde bazı şeyler rayına oturmuş, standart bir mutluluk halini yakalamışsınız çift olarak ve bu ilişkinin artık evliliğe evrilmesini istiyorsun. Ama sevgilin bu beklentinin farkında değil. Ve sevgilinin İrlanda'ya iş için gittiği akşamda sen internette can sıkıntısıyla bakınırken "Artık yıl" diye bir İrlanda geleneğini keşfediyorsun. Artık yıl'da kadınlar erkeklere evlilik teklifi ediyorlar ve tabiiki içinde olduğun sene Artık Yıl senesi! Şimdi hikayenin başını sana anlattım. Ama bu hikayenin devamında yaşanan olayları sana anlatmayacağım.  Açıkçası İrlanda'nın güzel doğasını kelimelerle ifade edebileceğimi de sanmıyorum. O yüzden bir şans vermeni kesinlikle öneririm :)


3. The Holiday 






    
                    Tabiiki listemde bu film olacaktı!! Tabiiki! Bu filme artık çoğu kişi hakimdir diye düşünüyorum. Bazen bana da oluyor, bir filme ya da kitaba dair çok fazla afiş ya da reklam tarzı içerikler gördüğümde istemeden o şeye karşı mesafeleniyorum. Senin için de durum buysa belki bu duyguyu aşmayı denemek istersin. Kendi hayatlarından uzaklaşmak isteyen iki kadının evlerini bir süreliğine değiştirdikleri bir film bu ve dolayısıyla film Londra ve Los Angeles'ta geçiyor. Sıcak ve soğuk bölgeler arasındaki geçişte asla üşüme hissi gelmiyor, çünkü film sıcacık!


4. About Time

            





                 Diyelim ki 21 yaşına girdin! ( Mutlu yaşlar!) Ve ailendeki tüm erkeklerin sahip olduğu gizli bir yeteneğin olduğunu öğrendin: Zamanda yolculuk yapabiliyorsun! Bunu ne için kullanırdın? Tim'in böyle bir yeteneği  var ve kendisi çok tatlı bir adam:) Geçmişteki utanç verici anlarına gidip bu anları değiştirmeye çalışıyor. Filmin vermek istediği mesajları çok sevdim. Klişeden uzak, çok tatlı bir film bu :) 


5. The Ugly Truth








                  Hahahah tamam bu film biraz 'Naughty' tarafları olan , ama her izlediğimde beni güldürmeyi başaran filmlerden. Katherine Heigl'in tatlılığı Gerard Butler'ın karizmasıyla birleşince birlikte çok uyumlu bir çift olmuşlar. Ve bazı diyaloglar çok gerçekçi bir bakış açısıyla yazılmış :) ( Gizli Bilgi: Lisedeyken gelecekteki aşkımı düşündüğümde Gerard Butler'ın yüzü gelirdi aklıma. Gizli Bilgi 2:
 Pişman değilim.)


6. 303







        Sen de yol filmlerini sever misin? :) Ben yolculuğun terapötik bir yönü olduğunu düşünürüm.  Yolculuk sırasında kişinin kendine dair keşfettiği şeyler , yaşadığı değişim ve kabul duygusu beni her zaman etkilemiştir.  Bu Alman yapımı filmde, Jule ve Jan'ın yolları bir yolculuk esnasında kesişiyor. Bu filme dair en sevdiğim şeyler; diyalogların güzelliği,  iki insanın birbirini derin bir şekilde anlamasının verdiği sıcaklık ve yolculuklarının güzelliği oldu. Bu yolculukta konuştukları ve sorguladıkları şeyler ne kadar gerçekti!


Bonus 1: The Secret Life Of Walter Mitty




           Yol filmleri demişken bu filme yer vermezsem eksik olacak! Oldukça monoton bir hayatı olan Walter Mitty, çalıştığı derginin kapak sayfasında yer alacak olan fotoğrafın kaybolmasıyla bir anda kendisini ekşınlı durumların ortasında bulur! Hayatında bir şeylerden sıkıldıysan ve bu duyguyla ne yapacağını da bilemiyorsan bu film sana iyi gelebilir :)) Romantizmi baskın değilse de verdiği mesajlarla ve görsel şahaneliğiyle bu film içini açacak :)

Bonus 2: As Good As It Gets



         Melvin takıntıları olan ve hayatını bu takıntıları çerçevesinde yaşayan zor bir karakter. Biraz yalnız. Ve sonra film süresince yaşanan olaylarla, Melvin'in bu takıntılarıyla birlikte bağ kurma çabasını izliyoruz. Jack Nicholson o kadar güzel oynuyor ki bu tür karakterleri! Ve insana dair bu türden zor özelliklerin çok kötü gibi gösterilmeden ya da bir anda iyileştiği gibi bir yerden ele alınmadan gerçekçi bir şekilde bize gösterildiği filmleri seviyorum. Eski filmlerde bunu çok daha fazla görüyorum. 



 Eveet, benim gözümün nuru bebeklerim bunlar! Senin de varsa önerilerin lütfen bizimle paylaş! ( Kızım 3 yaşında ve yaklaşık 3 yıldır doğru düzgün bir şey izleyemedim, yeni önerilere açım! 
Tekrardan hepimize musmutlu; aşk ve huzur dolu bir yıl diliyorum! 

16 Aralık 2024 Pazartesi

Yeni Yıl MİM'i

      Bu etkinliği dün gördüm ve ben de eksik kalmayayım dedim. Ancak bu sorular üzerinde düşünmek ilk defa zor geldi .Yine de düşündüklerimi şuraya bırakayım istiyorum :)



2025 Yılından Beklentilerim Neler?

    Yaşamak :) Hayatta kalmak:) Çünkü bu ülkede yaşayan bir kadınım ve tamam kimsenin moralini bozmak istemem ama bu da işin gerçekçi yanı sevgili dostlar. Ünlü düşünür Fatih TERİM'in de dediği gibi "What can I do sometimes? "

     Hayatta kalmayı başarabilirsem hep birlikte mutlu olmayı da isterim. Ay vallahi Türk insanının neşesine, çılgın ama şefkatli yanlarını görmeye hasret kaldım. Ne yapmalı bu neşeyi yeniden canlandırmak için? Gerçekten bilmiyorum. Beyaz SHOW'un yeniden yayınlanmasını düşündüğümde konukların bezgin rapçiler olması ihtimali şimdiden neşemi çekiyor. (Önyargılı olmak deyince de ben?) Ne bileyim Ajdar'ın bile kendine has bir canlılığı enerjisi vardı. Kalmadı öylesi. Ülkenin çılgın insanlarında, sanatçılarında da neşe kalmadı. 

    Yiyip kilo almamak, içtiğim suyun bile yaramamasını dileyebilirim. Ama 31 yaşındayım şimdiden metabolizmam 20'lerden farklı. Neyi fazla kaçırsam malum yerlerimde hissediyorum sonucunu. Eh o zaman şöyle diyeyim: " Yediğim oranda hareket etme alanımın olmasını diliyorum." Vay, işte bu güzel oldu. Evet evet, sonuçta hayatta her şey denge işi dostlar!

    Dostlarımla sofralar kurmak istiyorum. Böyle  hem leziz yemekleri hem de sevmediğimiz insanları gömmeli sohbetlerde buluşmak, onlarla birlikte fala inanmayıp falsız kalmamak istiyorum :))

    Doğru kuaförle tanışmak istiyorum. Biliyorum oradasın, elindeki makasınla beni bekliyorsun. Kim bilir belki beni birtakım kampanyalardan haberdar edip maaşımın önemli bir kısmını alacaksın benden. Olsun be, sen inandır ! Yeter ki bul beni artık yiğidom. ( Neden erkek olacağını düşündüm inan ben de bilmiyorum :))

    2024 Yılı Nasıl Geçti?

    Her gün aynı güne uyanıp tekrar tekrar o günü yaşama temalı filmler olur ya, heh benimkisi de öyleydi. Ancak kızım bu rutini bozmayı bildi. Sevimliliği ve krizleri başta olmak üzere, kolunu kırması, dişini kırıp operasyonla çektirmek zorunda kalışımız, rota virüsüne ailecek yakalanmayı başarmamız gibi ekşınlı durumlarla bu senenin ikinci yarısını da renklendirmeyi bildik. Sağlıklı olmak ne demek? Çocuğunun normal bir şekilde uyuyup ateşi olmadan güne başlaması ne kadar önemli bir olaydır, bunların değerini anladım dostlar. 

   Zorlu şeyler yaşarken, o güne dair bir hedefinin olması ne kadar önemlidir, bunu bizzat deneyimledim. Sonuçta bazen olacak olan oluyor, en azından o gün evi temizlediğinde ya da sevdiğin bir yemeği yapmayı seçtiğinde zorlukları göğüslerken temizlik kokuları ya da nefis yemek kokuları eşlik ediyor sana:) Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi "Sabah huysuz olduğunda ve duş aldığında yine huysuz oluyorsun ama vanilya gibi kokuyorsun.:))

     Güzel insanlarla tanıştım ve tanışıyorum. Bu beni çok zengin hissettiriyor. Gerçekten şu hayatı anlamlı kılacak en önemli şeylerden bir tanesi de bu ve hayatıma giren herkese müteşekkirim, size de en kalbi duygular besliyorum sevgili dostlar :))

        Bu sene güzel yürüdüm, ağırlık antrenmanından keyif aldığımı fark ettim. Eskiden sevmeyeceğimi düşündüğüm şeylere ilişkin bakış açım değişti ve bazı konularda sabit fikirli olabildiğimi gördüm. Yeni deneyimlere kendimi açmaya başladım ve bundan çok keyif aldım :) Sırada dilber dansı var.... hahahahahaha şaka şaka , bazı konularda çizgim hala net ve çok şükür buna :)

       İyisiyle kötüsüyle, getirdiklerin ve götürdüklerinle, öğrettiklerinle seni sevmeyi bildim 2024! Daha iyisi olabilir miydi? Hep beraber daha neşeli ve umutlu günlerimiz olsa daha iyi olmaz mıydı? Ekonomik olarak hep birlikte refaha kavuşup düşünsel, sanatsal ve sportif alanlarda arayışlara girmenin zamanı gelmedi mi? Bunların hepsine evet! Ama sonuçta bütün değişimleri senden bekleyerek de sana haksızlık ediyoruz sanki ne dersin? O yüzden bu dileklerin bir kısmını 2025'e bırakıyorum. Seni seviyorum 2024!

    

I Want To Break Free

 

12 Aralık 2024 Perşembe

Kaçış Noktası

 

           İşime dair en sevdiğim şeylerden bir tanesi de aldığımız eğitimler... Yeni şeyler öğrenmeye hevesli ve de meraklı bir öğrenci  var içimde  ve bu eğitimler bazen çöldeki vaha gibi bir hissiyat veriyor bana. Elbette aldığım her seminer ya da kursun içeriği her zaman dolu olmuyor ya da bildiğim şeylerin tekrarı gibi hissettiriyor. Yine de bir süreliğine başka bir kuruma ya da okula gitmek, orada kimi zaman bir biyoloji  laboratuvarında oturup bir şeyler dinlemek benim için her zaman tazeleyici oluyor...


       Bu hafta yine bir seminer için başka bir okulda 3 günlüğüne görevliyim ve erkenden gidip okulun yanı başındaki parkta sabah yürüyüşümü yapıyorum. 

 


 
         Burada yürürken müzik dinleme ihtiyacı bile duymuyorum, çünkü kuş sesleri harika. Mutlu olmak için tek bir şeye daha ihtiyacım yok... Eksiğiyle, artısıyla, olanı ve olmayanıyla tammış gibi hissediyorum. 

        

         


9 Aralık 2024 Pazartesi

Garipliklerin Başıma Aynı Günde Gelme Hadisesi

 



          Nasıl bir giriş yapayım diye düşünürken balkon konuşması yapan bir Merve hayal ettim 🤣🤣🤣 Tamam çok komik değildi, ama güldüm. Bu arada fark ettim de ne zamandır şöyle kendimden geçerek kahkahalar atmıyorum. En son lisede Tolga Çevik programı izlerken yaşardım öyle kahkahadan ağlama anlarını. Yaş aldıkça sadece cildimizin nemi kaybolmuyor, duygularımızın coşkunluğuna da zeval geliyor galiba dostlar, ne dersiniz? 


     Cildimizin nemi demişken.... Gelelim benim güzellik salonu macerama. Efendim güzel bir cumartesi sabahı gazetenin astroloji köşesine bakasım geldi ve o gün saç bakım ve kuaför konusunda şanslı olduğuma inandım. Ve normalde gittiğim evime uzak konumdaki kuaföre değil de çok yakınımdaki bir güzellik salonuna gitmeye cesaret ettim. Perçem kesimiyle ilgili hassasiyetimi şuradan okuyabilirsiniz efem: Saç Deyip Geçmemek Lazım

       Neyse ben yine kendimi tüm bu hassasiyetime  rağmen gaza getirmiş bulundum. :" Saç bu neticede, kökü sende. En kötü ne olabilir? Sen hiçbir şey bilmezken perçem kestin? Ne oldu? Dünyanın sonu değil. " Diyerekten kuaförün yolunu tuttum. 

        Şimdi bu güzellik salonuyla ilgili izlenimlerimi size şöyle aktarmak isterim: Bir kere büyük bir yer değil. Personelin birbiriyle iyi anlaştığı bir durumda sıcacık bir ortam hissiyatı verebilecek büyüklükte. Ama ortamda garip bir hava var. Bir kere tüm kızların kostümü aynı. Bunda sorun yok. Ama herkesin eteğinin belinde bir telsiz var. Kulaklıklar kulakta. Herkes çok havalı iş yapıyor. (Sahibi aşırı estetikli, kahkahasıyla ortamı belirli aralıklarla çınlatan, kendisini çok önemli bir iş kadını gördüğü apaçık bir kadın. ( Sonradan instagramda baktım ve kadının kendisine kimi örnek aldığını buldum arkadaşlar!!!! Başarı tesadüf değildir adındaki videosunu izleyince kendi hayatımı inceden bir sorguladım bile 😅😆) 

       Neyse saçımı kesen beyden ben razıyım. Adam özendi bezendi ve gerçekten güzel bir kesim ortaya çıkardı. Ben böyle " Ohh sonunda evime yakın bir kuaför buldum" Diye sevindirik şekilde kasanın yolunu tutarken, yani iki adım attıktan sonra, işin rengi değişti. Bana dediler ki " Kasım kampanyalarımızdan haberiniz var mı? " Ben de broşürü bir incelemek istedim. " Şöyle oturalım isterseniz. "dedi Burcu Hanım. Ben iki tane işlemi mantıklı buldum ve bilmediğim şeyler de öğrendim. Mesela kirpik  lifting ne demek? Ne işe yarar? Tabi o tür işlere girmek istemedim. Yine de Burcu Hanım bana hepsini teker teker anlattı ve neredeyse bunların hepsine ihtiyacım olduğu yönünde bir etki yarattı bende. Burada garip olan şuydu ki, Burcu hanıma bir soru soruyorum diyelim ki, Burcu hanım cevap vermeden önce Esra Hanım'a (patroniçe)bir sorayım diyor Esra Hanım da hemen camın arkasında oturuyor bu arada, iki sefer kadın gidip gelmek durumunda kalınca artık üçüncü sorumu kendime sakladım ve dedim ki " Tamam şu iki işlemi yaptırmak isterim. " Sonra beni kasaya yönlendirdiler ve önce İbana atar mısınız dediler. " Atamam" Dedim. Sonra bana " O zaman sizi şöyle alalım. " dediler. Orada çalışan bir kadın önüme düştü ben zannediyorum post cihazı dışarıda oraya gidiyoruz. Kadın dedi ki "Sizi arabayla hemen şuradaki ATM'ye götüreceğim. Oradan çekersiniz. Nakit almış oluruz. " Arabanın önünde şuurum durdu arkadaşlar. Açıkçası ben şuurumu hangi noktada kaybettim, onu da bilmiyorum. " E ama gerek yoktu buna. " Filan diye söyleyecek oldum ama kızın çok tatlı bir şekilde hemen şurası demesine " E iyi tamam madem" Dedim. Neyse ATM' ye gittik. Parayı çekeceğim sırada, kuaföre gitmeden hemen önce para çektiğim ATM bana kartın sorunlu olduğu uyarısını verdi. Artık burada şuurum yerine geldi bence ve " Napıyorum ben ya?" Dedim. " Yani bu bir işaret filan olmalı artık" Diye düşündüm. Kadına döndüm ve :" Kart sorunlu uyarısı veriyor. Ben saç kesim paramı size elden vereyim. Artık diğer işlem için de düşünür sonra değerlendiririm. " Dedim. Kadın "Bir dakika lütfen" Diyerek patroniçeyi aradı ve " Yalnız kampanya sınırlı sayıdaymış. Yani daha sonra bu fırsatı bulamayabilirsiniz. " Dedi. " Sorun yok" Dedim. Bu sefer " O zaman tekrar dönelim post cihazından çekelim" Dediler. " Yani gerçekten ben ne yaşadığımı anlamadığım bir noktadayım. Madem çalışan bir post cihazı vardı beni ne demeye bu kadar yoruyorsunuz? Lütfen siz kesim paranızı alın artık ve bu konu kapansın. " Dedim. Kadına parayı uzattım. Hala diyor ki " 50 tl para üstünü size şimdi veremiyorum. İsterseniz gidelim orada vereyim. Hem siz de yapılacak işlemlerin ücretini verebilirsiniz. " " Ayy yok artık ben gelmeyeyim. " Dedim ve oradan can havliyle kaçtım arkadaşlar. Eve dönüş yolunda kendimi sorguladım, şuurumun nerede olduğunu, kafa karışıklığımı anlamlandırmaya çalıştım. Tam evime yakın bir kuaför bulmuşken olan olaya ah vah ettim. 🤣

  Bitti mi, bitmedi? 

      Güne böyle garip başladım ve bu garip hissiyatla bitirmeyelim bu güneşli günü dedim, dışarı çıktık. Otoparkta arabanın anahtarını vermemiz gerekiyordu, her zamanki gittiğimiz otopark olduğu için şüphesiz teslim ettik anahtarı ve gidip gezdik güzel güzel. Dönüşte arabanın yanına geldik ve ne oldu dersiniz? Arabanın anahtarı yok. Bildiğin yok. Orada çalışan adam bizim anahtarı aldıktan sonra başka bir aracı park etmek için ona binmiş ve bizim anahtarı da o araçta unutmuş. Bu hafta bu ikinci vakaymış.( Bence adam alkollüydü) Biz tabi bu hikayeyi orada çalışan diğer adam bizi eve bırakırken öğrendik. Yani adamın özürlerini Yaprak Dökümü'ndeki Ali Rıza Bey'in suskun ciddiyetiyle dinledim ve cevap vermedim. ( Bu karakteri de hiç sevmem ama bu tarz durumlarda aklıma O geliyor. Nedeğnnn?! :)) 

Sözün özü arkadaşlar, 
Bazen böyle garip günler yaşanır. Hiç inanmadığını söylediğin halde astroloji haberine inanasın gelir bir sabah. Kibar olmakla net bir "Hayır" demek arasındaki o ince çizgide şuurunu yitiriverirsin bazen. Ne yaşadığını çözümlemeye çalışırken, bir güzellik merkezi patroniçesinin başarı videosunu izlerken bulursun kendini ve sorgularsın özgüvenini. Bazı günler evde kalmak içindir ama sen talihi tersine çevirmeye inat edersin. Çünkü senin neyin eksiktir Esra Hanım'dan, öyle değil mi? Ve yine öğrenirsin ki, bazen senin araba anahtarının kaderi bile başkasının ellerindedir. Ve sen aynı günün akşamı, artık ikinci kez bilmediğin bir arabada otururken, Ali Rıza Bey'i hiç olmadığı kadar anladığını fark edersin. Hayat bazen böyledir. 


25 Ekim 2024 Cuma

     


         Bazen buraya gelip bir şeyler karalama ihtiyacı duyuyorum. Ancak ülke gündemi o kadar yoğun ki, kendi hayatımdan meseleleri paylaşmak bazen bana çok saçma geliyor. Bu ülkede yaşayan, bu ülke insanı için en güzelini isteyen, çalışan, çabalayan kimseler olarak kendimizi gündemden ayrı tutup nasıl sağlıklı kalacağız onu da bilmiyorum. Bilmiyorum. Uzun zamandır sağlığıma dikkat etmeye çalışan, gluteni azaltan biri olarak bu sabah yaşadığım karbonhidrat atağını açıklayamıyorum. İhtiyacım varmış demek ki diye kendime şefkat gösteresim filan da yok :) Daha dibe batamayız, daha kötüsü artık olmaz dediğimiz her olayda daha kötüsünü duyuyoruz, daha kötüsünü sindiremeden bir diğerine geçiyoruz. 

       Okulda psikolojik danışmanım. Okula geliyorum ve gençlerle şiddeti konuşalım, düşünelim istiyorum. Akran zorbalığı yaşanmasın diye çeşitli çalışmalar yapıyorum. Gündemden uzak kalmak için gençlerin tiktok dünyasına kendilerini kaptırdıklarını, orada gördükleri ve şaka zannettikleri şiddet olaylarını okulda tekrarlamalarına şahitlik ediyorum. Zorbalık yapan öğrencinin ailesine ulaşmayı denediğimde terk edilmiş bir çocuk buluyorum karşımda. Gerçek anlamda terk edilmiş. Anne baba bırakıp gitmiş, babaanne ve dede bakıyor çocuğa... Deniz yıldızı hikayesini bilirsin, her gün bir öğrenciye bile dokunsam yeter diye okula geliyorum. Sessiz çığlığını duyduğum gençlere yetememenin verdiği tükenmişlikle günü kapatıyorum. Ha bir de, tüm iyi niyetli çalışmalarımı kendi dünyasında kötü görüp karalayan velilerin CİMER şikayetlerine cevap veriyorum. Geçen gün velinin bir tanesi teşekkür etmiş, bak ona şaşırıp duygulandığım doğrudur. Şiddet simülasyonunun içinde gibiyiz. Kimi zaman mağdur hepimiziz.

      Ancak 29 Ekim için hazırlıklar yapılıyor okulumda. Az önce gençlerle birlikte bir takım süslemeler yaptık. Hazırlık yaparken sohbet ettik. Anlattılar, gündemden konuştuk, hayatlarından konuştuk. Birlikte olanlara bakma cesareti bulduk. Her şeye rağmen onların gözlerindeki ışıltı var ya, işte o bana "Kalk Merve, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, bitemez." diyor. O ışıltıda tüm karanlığı yok edip ferah bir nefes alabilirmişiz gibi hissediyorum. Tükendiğim yerde güç buluyorum.

     Biliyorum sen de yoruldun. Her yeni günde başka birinin yasını tutmaktan...Öfkeni ifade edecek kelimeleri açıkça sarf edemediğin, çaresizlikten ne yapacağını bilemediğin için instagramdan ve çeşitli sosyal medya mecralarından gönderi paylaşmaktan yorgun düştün. Ancak kötülüğün sesi daha yüksek çıkıyor diye sanma ki yalnızsın, azsın. Biz çoğuz. Çoğunluğuz. Bir gün hep birlikte gür sesimizle şarkı söyleyeceğimiz, gençlerimiz  çocuklarımız ve kadınlarımızla neşeli günleri kucaklayacağımız günlerimiz de olacak. Bunu 29 Ekim'lere, çocuklara, gençlere, gelecek günlerimize ve kendimize borçluyuz. Kendime dediğim gibi sana da diyorum: 

" Kalk, silkin ve kendine gel. Daha oyun bitmedi, böyle bitemez."


Bu Son Olsun

    

16 Eylül 2024 Pazartesi

Babaannemden İnciler

     Babaannem derdi ki" Erkeğin hiç iş bilmeyenini at gitsin. Çok iş bilenini de at gitsin. "  E ben de tüm ergenliğimle " Eee babaanne iş bilmeyenini atalım da çok iş biliyorsa ne güzel işte. Onu niye atıyoz ki? " Diye sordum bir gün ve o da dedi ki " Öylesi de baş ağrıtır. Sen beni dinle " Dedi. 

   O zamanlar ağzımı yaya yaya güldüğüm bu mevzu, akşam saatlerinde kocama sinirlenmem sebebiyle aklıma geldi. Ey babaanne ne büyük kadınsın sen dedim içimden. 

     Benim eşim evlenene dek uzun süre tek başına yaşamaya alışmış, ev işlerini de severek yapan bir bey. ( Bu özelliğini hep takdir eder ve desteklerim tabiki :) Ama bazen işler yolunda gitmezse, bu herhangi bir iş olabilir, mutfağa girer ve düzenlemeye başlar. Ve onun düzen anlayışına göre dağınık görünen şeyler atılmalıdır. Ya da bunu yaparken transa geçiyor ve fark etmiyor bilmiyorum. Bir keresinde benim üniversite diplomasının ve eğitim sertifakalarımın yer aldığı dosyayı atacakken yarı yolda fark etmiş de " Ehhh yeter artık gerçekten bakar mısın, neyi attığının farkında mısın? " Demiştim de transtan çıkmışçasına bir şok yaşamıştı. ( Evet bu yaşandı) 

        Tabi bu olaydan sonra ben de artık farkındalık alarmı gibi bir şeye dönüştüm. Ne zaman modu düşük mutfağa girse ya da diğer odalara girse antenlerim tepemde onu gözetliyorum. Ama son düzenleme girişiminde evde yoktum sanırım çünkü dolapta yer alan kakaolarım tam kek yapacağım sırada yerinde değillerdi. "Kakao nerede? " Diyorum. Bilmiyorum diyor. Bilmediğine o kadar eminim ki, adam bunu cidden trans halinde yapıyor. Sonra hemen ekliyor " Hadi ne lazımsa söyle, bir koşu gidip alayım" Diye. Yani ben de alırım almasına da, mevzu bu mu? Ona babaannemin sözünü söyledim. O da: " E o zaman beni atman mı gerekiyor? " diye düşünceli bir hale büründü. Ben de yine babaannemin sözüyle cevap verdim: "Pembenin canı badem ister, kırmaya Adem ister. Otur oturduğun yerde" Dedim. Sonra ikimiz de gülmeye başladık. Yaşa babaanne! 🤣🤣

5 Eylül 2024 Perşembe

Küçük , Ölümsüz Bir An

    
 


        Hayatın anlamı hakkında çok düşünürüm. Yürürken, müzik dinlerken, güzel bir akşam vaktinde gökyüzünü izlerken...Fakat bazı anlar var ki, onları bir şişeye koyup saklamak istiyorum. Hissiyle, kokusuyla, sesiyle o anı ölümsüz anlar dolabına kaldırıyorum.

     Dün çalışmak için oturduğum kafede genç bir çift gördüm. Çift diyorum ama belli ki henüz adı konulmamış. Sevgileri birbirlerine olan bakışlarından belli. Birbirlerini öyle güzel dinliyorlar ki, sanki o sırada dünyanın en önemli konusu konuşuluyor. Arada gülüşmeleri bu ciddi havayı yumuşatıyor. Biliyorum böyle gözümü dikip bakmamam lazım ama ne mümkün? Göz ucuyla da olsa onları izlemekten kendimi alamıyorum.  O sırada Eylül rüzgarı bu ortama yardım ediyor adeta ve kızın saçları uçuşuyor. Genç adam kızın gözünün önüne gelen saçları yumuşak bir şekilde kulağının arkasına alıyor. Küçük ama çok özel bir an. Onlar da farkındalar belli ki bu durumun. Susuyorlar. Susmak bazen ne çok şey anlatıyor değil mi? 
 
     Eşimle ilk buluştuğumuz zamanlar geliyor aklıma. Adı henüz konulmamışken ve biz birbirimizi dünyanın en acayip varlığıymış gibi merak ve ilgiyle tanımaya çalışırkenki zamanlarımız... Bir baloncuğun içinde ve gökyüzünde uçarcasına duygular hissederken hissettiğimiz  hafiflik ve o heyecan. Gülümsüyorum. Sadece dudaklarımla değil, tırnak uçlarıma kadar gülümsediğimi duyumsuyorum. 

    Sevgi ne harika bir şey. Birbirini seven iki insana şahitlik edebilmek bile kalbimi yumuşatıyor, günümü güzelleştiriyor. Ve fonda  dünyanın en harika şarkılarından bir tanesi çalıyor: 






20 Ağustos 2024 Salı

Dipteyim, Sondayım, Depresyondayım


     Bu akşam bu resme bakınca aynada kendime bakıyor gibi hissettim. Halet-i ruhiyemi bir resim anlatıyor olsaydı bundan başkası olamazdı çünkü. Böyle bir giriş yaptım ve bundan sonrası talihsiz serüvenler dizisi tadında olacak. O yüzden kemerlerinizi bağlayın, bu sefer sizi dibe götüreceğim: Olduğum yere. 

    Efendim bildiğiniz üzere bu sene kızıma kendim bakma kararı aldım  ve ücretsiz izne ayrıldım. Ustalıkla da bu işin hakkından gelemedim. 
     
     Ücretsiz izne ayrıldığım zamanların başıydı. Mutfakta kahvaltı hazırlıyordum ve birden o malum sessizliklerden bir tanesinin yaşandığını fark ettim. Hemen salona gittim ve bana gülümseyen kızımın suluğunun baş kısmını dişiyle koparttığını ve bununla da kalmayıp ortalığı suladığını gördüm. "Ayy aman bu suları sileyim. Şimdi kayar düşer" Diye işe girişmişken kızım yere yüz üstü kapaklandı. Meğer arkada bir yere daha su dökmüş ve ben onu görmedim. Ve yere kapaklanınca dudağını kanattı diye düşünerek sarıldım, öptüm. " Özür dilerim oradaki suyu önceden fark edemedim. " Dedim. Sonra kızım bir sakinleşti, oyuncağını gördü ve birden gülümsedi. O da ne? Ön dişinin yarısı yok. Kırılmış. Önce bildiğiniz oturdum ağladım. Üzüldüm. Kötü hissettim. Sonra yakınlardaki bir diş kliniğini aradım, durumu anlattım. :" Süt dişi zaten sorun olmaz. Dişini fırçalamaya devam edin. " Dediler. Küçük yaş grubu genelde dişçi koltuğunda oturmazmış zaten ve bu dedikleri kızıma çok uyduğundan dolayı "Tamam o zaman. " Diye düşündüm. 

   8 ay sonra o diş apse yaptı ve üç gün ateşten sonra üç farklı pedodontist görüşü alarak öğrendik ki, bu dişin çekilmesi lazımmış. Dişçi koltuğunda bu işi yapmak çocuğu travmatize edermiş o sebeple anesteziyle uyutarak, ki bunu donanımlı  bir özel hastanenin ameliyathanesinde yaparak dişi çekiyorlarmış. Ve tabiki biz anesteziden deli gibi korksak da bu işlemi yaptırdık. Haziran ayımız bunun kaygısıyla geçti. Oldu bitti şükür. 

    Temmuz ayında ben tercih danışmanlığını yaparken eşim izin kullandı ve kızıma o baktı. Çok güzel günlerdi gerçekten. Ben işe dans ede ede gidiyorum, kızımla eşim gayet keyifli vakitler geçiriyorlar, arada bana fotoğraf videolar da atıyorlar, ohh diyorum... Müthiş bir çalışma süreci. Tercih danışmanlığımın son günü eşim aradı. Daha beş dakika evvel oyun alanında Miray'ın videosunu atmıştı. Keyifle açtım. Eşim:" Sana bir şey söyleyeceğim ama korkma. Miray top havuzuna atlamak isterken dengesini sağlayamadı kolunun üzerine düştü. Kırılmış olabilir. Arabayı sakin sürmeye çalış, bizi al, hastaneye gidelim. " Dedi. Oradan nasıl çıktım, nasıl araba kullandım bilmiyorum. Hastaneye gittiğimizde korktuğumuz başımıza geldi, kızımın kolu kırılmıştı. Hem de dirsek kısmından ama Allah'tan kırılma şekli kötü değildi ve alçıyla kaynar dedi doktor. En az üç hafta alçıda kalacağını söyledi. 

     Ah şu sıcaklarda bu üç haftanın sonuna zor bela gelebildik. Cumartesi benim doğum günümdü ve gerçekten çok mutluydum. Kızımın alçısı önümüzdeki hafta perşembe günü çıkacak diye seviniyordum. 31 yaşla ilgili esprilere çoktan başlamıştım. Ailecek güzel bir doğum günü yemeği sonrası kızımın o gece ateşi çıktı. Yarını, yani pazar günü ishal ve kusma da tabloya eklenince acile gittik. Test yaptılar, serum taktılar çocuğuma. Bu sabah sonuçlara baktık. Bebekliğinden  beri en çok korktuğum olay başıma geldi: rotavirüs pozitif. 
Kızım bağırsak tepkili süt alerjisi olan  bir bebekti ve alerji uzmanının önerisiyle tek yaptırmadığımız aşı rotavirüs aşısıydı. Bu konuda araştırmamı yapmıştım ve bu hastalık lanet bir hastalıktı ve beni inanılmaz korkutmuştu anlatılanlar. Test sonucunu görünce elim ayağım titredi. Doktorumuzu aradım hemen ve bir nebze de olsa rahatladım. Ne yapacağımı biliyordum en azından ve evet bu gerçekten lanet bir hastalıktı. Çok şükür kızım  düne göre daha iyi diyebilirim. Yine de çok halsiz kaldı ve şimdi uyuyor. Ben  uyuyamıyorum tabiiki. Yaşadığımız şeyleri idrak etmeye çalışıyorum. 

    Buraya kadar okuduysan sevgili okur, bu hikayeden çıkarılacak ders ne olurdu dersin ? (Toto şemsiye ilişkisini düşünmemeliyim, düşünmemeliyim) 

 Ne kadar çabalarsan çabala bazen en korktuğun şey başına gelir ve sen şöyle dersin :" Hey bu gerçekten zor ama hayal ettiğim kadar da korkutucu değilmiş. " Olacaklar olur. Bu kadar. Korkmanın, söylenmenin bir yararı yok. Evet bazen geldi mi üst üste gelir. Neyseki sen bu işte ustasın :)) Mörfi, kanunlarını yazadursun; bir şekilde her şey olacağına varıyor. İnsanız ve bunlar sadece senin başına gelmiyor. İnsan olmanın basitliğine sarıl. Acizliğine sarıl, kendini daha fazla örseleme gözünü seveyim! 

    Evet yukarıdaki resimde kendi yansımamı gördüm ve ona bu konuşmayı yaptım. Umarım etkisi olur :)


15 Ağustos 2024 Perşembe

Nerede Kalmıştık?

     Kendine ait bir zaman dilimi... Belki de hayatın en önemli saatleri. Gençken bol bulduğumuz ama kıymetini bilemediğimiz, yaş aldıkça değerini anlayıp nadiren bulabildiğimiz zamanlar... Evet sonunda buldum! Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet gibi "Buldum, buldum! " 
    
     Ne zamandır içimde yazmaya dair bir dürtü duymuyordum. Durup incelikli şeyler üzerinde kafa yoracak vakti bulamazken yazmaya da uzak hissettim kendimi. Rutinin içinde kalmam gerektiği kadar kaldım, şimdi uzun zamandır hasta yatağında bilinçsiz yatan hastanın uyanışı gibi hissediyorum. Dışarıda güneşli bir gün var ve ben bugün dışarı çıkmak istiyorum. 

      Buradaki sevgili dostların bir araya gelip buluşmaları, güzel bir sofrayı ve neşeli gülüşleri paylaşmaları beni çok etkiledi. Orada olmak istemenin yanı sıra, insanlar arasındaki bağ beni yine kendisine hayran bıraktı. 
   
      Öyle değil mi ama? Bazen yakınındaki insanlara derdini anlatamazken, izlediğin bir filmden ya da okuduğun bir kitaptan keyifle paylaşımlar yapamazken; daha önce görmediğin sesini duymadığın insanlarla bu bağı kelimeler yoluyla kuruyorsun. Ve yüz yüze geldiğinde hissiyatın seni yanıltmıyor. İçinde bir yer güvende olduğunu, senin duygularının karşındaki kişide de bir yansıması olduğunu biliyor. Bir şekilde biliyor işte! Kimbilir belki de bu bağlar sayesinde yaşam amacı ve gücü buluyoruz. Evet bazen seni anladığını hissettiğin bir kişi bile yetiyor nefes almana. 

    Buluşmaya katılamayan, ( içten içe kıskanan) biri olarak bunları düşündüm. Ve kimbilir belki de bunları düşünmek beni buraya getirdi. Bazen güzel bir olaya şahitlik etmek bile yetiyor mutlu olmak için. 🤗 Güneşli günlerde, belki bir günbatımında sevdiklerimizle bir araya gelip uzun saatler konuşup güldüğümüz nice sofralarımız olsun hayatımızda. 


      

31 Aralık 2023 Pazar

Yeni Yılda Umut Bizimle Olsun


     2023... Senenin son gününde ben de bir şeyler yazmak istedim galiba. Günlerim öyle dolu dolu bir şekilde geçiyor ki, bazen ne hissettiğimi ve ne yaşadığımı düşünmeye fırsatım olmuyor. Kafamda bir düşünceyle gelmediğim gibi yazarken düşünmek istiyorum. Düşüncelerim burada kalsınlar, otomatik pilotta yaşarken bana yön versinler de istiyorum.

      

     Bu sene çok zordu be. Tamam zor iyidir, gelişim için bir fırsat doğurur dedik; konfor alanında uzun süre kalmanın olumsuzluklarından bahsettik falan filan da; kardeşim bu kadar üst üste gelir mi bütün felaketler yahu?! Her yıl biterken o seneyi çok kötülemeyeyim sonra daha kötüsü olursa diye bir korku oluyor içimde ve her yeni yılda bu korkum doğrulanıyor sanki. Ülkecek doğal afetiyle, siyasi olaylarıyla, ekonomisiyle, kontrolsüz göçüyle, tüm bunların biz vatandaşların psikolojisine olan negatif etkisiyle; kafayı sıyırdığımızdan sebep mi bilinmez Gülseren Budayıcıoğlu'nun elinin değdiği kasvetli ve de şiddet içerikli televizyon dizileriyle, içimiz şişti biraz magazin bakalım bari dediğimizde de vay anasını sayın seyirciler diyerek ağzımızın açık kaldığı zincirleme suç işleriyle, kara para aklama olaylarıyla, kaybettiğimiz değerlerle, lanet olsun artık bu kadarı da olmaz artık dediklerimizle... Oyyy bit artık be 2023, inşallah senle son bulsun yaşadığımız tüm negatiflikler...

      Her zorluk bir şey öğretir insana ya, bence bu ülkede yaşarken en çok da belirsizliğe tahammülü öğreniyoruz. Ânı yaşamayı öğreniyoruz, çünkü elimizde net olan bir o var. Yarın belirsiz, Allah'a emanetiz her anlamda. Böyle negatif bir giriş yaptım ama bu kısmı negatif şekilde söylemiyorum bak. Bence çok önemli bir kazanım bu.

     Her durumda mizah yapabilme yeteneğimiz gelişti. Her sansasyonel olay sonrası gir bak sosyal medyaya, ohaa diye şaşırır kızarken birden bir tweete denk gelip gülmeye başlıyorsun.

     Almak, parayı biriktirmekten daha makul olduğu için alışverişimiz arttı. Çünkü bilirsin, bugün almadığın güneş kremi bir ay içinde iki katına çıkabilir ve bu durum seni asla şaşırtmayabilir. Fiyat algımız hepten kaybolduğu için satıcılar da bu işten memnunlar bence. Birilerinin de yüzü gülsün yahu :))

     Yalnız olmadığımızı biliyoruz öte yandan. Geçenlerde biri "Hevessizleştirildik." Yazmış. Benim hissiyatımın tek kelimelik ifadesi bu olurdu herhalde.


     Öte yandan Sabahattin Ali diyor ya :" Perişan haldeyim ama içimde kendimden bile sakladığım bir ümit var. " Diye, İşte içimde kendimden saklayamadığım dolu dizgin ümitlerimin bambaşka hikayeleri var.

      Her yeni günde, hele de gün güneşliyse, içime çektiğim nefeste içtiğim suda saklı umut. Kızımın gülüşünde, her yeni gün bana göstermeye çalıştığı sevgisinde, avuçlarımın içindeki küçük parmaklarında gizli... Yorgunluktan tükendiğimde eşimin elime tutuşturduğu bir fincan kahvede, sevdiklerimle birlikte paylaştığım sofralarda gizli...

     Zor duygular yaşarken ve bu duygulardan kaçmak istercesine hırsla yürürken denk geldiğim manzarada, tenimi okşayan serin havada gizli...

     Balkonda otururken duyduğum çocuk seslerinde ve neşesinde, 100. Yıl Cumhuriyet kutlamaları için karşıdaki okulu canla başla süsleyen ve özenle bu kutlamalar için çalışan öğrencilerde, Atatürk'ün gençliğe hitabesinde ve Atatürk'ün kırmızı çizgimiz olduğunu vurgulayan her olayda gizli....

     Güzel bir kitabın ilk paragrafında, yeni keşfettiğim o harika şarkıda, izlerken beni mest eden o filmde gizli... Bir dost sohbetinde, günü olan komşumun beni de düşünüp getirdiği tabakta, bazen tanımadığım birinin tebessümünde gizli...

     Umut o kadar değerli bir duygu ki... 2024'ten kendim, sevdiklerim ve siz sevgili dostlarım adına  UMUT diliyorum. Bolca umudumuz hayalimiz olsun. Sağlığımız yerinde olsun. Doğal olaylar afetlere dönüşmesin, iyilikler çoğalsın, kötülükler azalsın ya da belasını bulsun. TV'de neşeli programlar, sağlıklı karakter tiplemeleri artsın. Kendimize çok şey kattığımız, gönlümüzü çok yormadan dersimizi aldığımız, bolca güldüğümüz, gülüşünün içimizi ısıttığı insanlarla birlikte olduğumuz bir yıl olsun. Mutlu yıllar! ❤🥳

Sezen Aksu- Şahane Bir Şey Yaşamak

21 Aralık 2023 Perşembe

Seçimlerim Başka Türlü Olsaydı Hayatım Nasıl Olurdu?

    Yaşamın bir noktasında bulunduğun noktayı ve seni o noktaya getiren seçimlerini değerlendirirken buluyorsun kendini. Ve tabi şu soru seni meşgul etmeye başlıyor: " Onu değil de bunu seçseydim acaba nasıl bir yaşamım olurdu? Şu an nerede ve nasıl bir insan olurdum? "

    Seçimlerimiz ve hayatımıza olan getirileri, kendimizin başka türlü versiyonlarını da gündeme getirirdi hiç şüphesiz. Mesela ben lisedeyken asla evlenmeyeceğimi söylerdim. Mesleğimi elime alıp dünyayı gezecek bir planlama yapacaktım. Kendimi hep sırt çantamla o ülkeden o ülkeye, o maceradan ötekine atlarken hayal etmek beni aşırı mutlu ediyordu. Bu motivasyonla çalıştım derslerime de. Henüz hiçbir ilişkim yokken ilişki insanı olmadığıma karar vermiştim her nedense. 
    
     Sonra hayalimdeki bölümü okudum, mesleğimi elime aldım. Ancak hayatımın o evresinde dünyayı gezme fikri bana sıcak gelmedi. Bekletmeye aldım, belki korktum tek başıma bilmediğim bir ülkeye seyahat etmeye, benle aynı hayali kuran bir arkadaş bulamadım belki yanıma vs vs. Evlilik fikri bana o kadaar uzaktı ki eskiden, gelinlik seçmek filan hiç sevmediğim olaylardı. Evliliği isteyerek gelinliği mecburiyetten seçerken buldum kendimi sonra. Şimdi mesela tam o noktada evliliği istemeseydim yahut hiç evlenmeyeceğim fikrimde diretseydim nasıl olurdu? Bu seçim beni nasıl bir insana dönüştürürdü?

     Ya da sırf bu hayalim nedeniyle düzenli işimi bıraksaydım başka ülkelere gidip başka işlerle meşgul olsaydım bu beni nereye götürürdü? 

      Çok heyecan verici geliyor bana tüm bunlar... Hatta böyle o seçimlerimizin sonrasında da neler olacağını görmek mümkün olsaydı keşke diyorum. Şu anki halimden çok memnunum ama diğer seçenekleri de aşırı merak ediyorum bazen. Kimbilir belki gençlik hayallerimi şimdiki hayatıma adapte etmek mümkün olur zamanla ( Ülke olarak ekonomik durumumuzun düzelmesi şart tabi :)) 

     Şimdi bu tarz konuları siz de merak ediyorsanız ve bu konuda bir şeyler izlemek ya da okumak hoşunuza gidiyorsa size bir film bir de kitap önerim olacak. Elbette sevgili arkadaşlarım buna ekleme yaparlarsa çok mutlu olurum. Zenginleştiririz bu temayı. :) 

Film olarak Mr. Nobody' ye şans vermenizi öneririm. Bu temayı çok mutlu bir havada işlemiyor, aksine sizi sarsan kısımları elbet olacaktır. Ama gerek konuyu işleme şekliyle gerek sonuyla aklınızda yer edecek bir film. 

Kitap olarak da Matt Haig'in Gece Yarısı Kütüphanesi kitabını öneririm. Bu kitap benim sorularımı daha iyi karşılıyor aslında. Kitap akıcılığıyla sizi sıkmadan ve de  yormadan bu soruları çok güzel ele almış. 

Kimbilir belki siz de daha evvel düşündünüz, kiminiz üstünde durdu, kiminiz bu düşünceye kafasını sallayıp zihninde yeni bir düşünce sekmesi açtı. Hepsi kabul :) Konuyu düşünmek isteyen arkadaşlarım için şimdiden iyi seyirler ve iyi okumalar diyorum. :) 

    

29 Kasım 2023 Çarşamba

"Saç" deyip geçmemek lazım

      Kendimi bildim bileli kaküllerim var. Yaklaşık 13 yaşındayken kuaförüm ön saçlarıma az da değil bayaa perçem attı ve "Vaov Aman Allahığğmm!!! " harikalığında bir etki yaratınca bende ve çevremde, vazgeçilmezim oldu kendisi.
   

      Efendim perçem dediysek de öyle kolay bir iş değil kendisi. İşini bilmeyenin elinde sıçana dönebilirsin. Daha önce öyle deneyimlerim olmadı ama olanı gördüm ve üzüldüm.. O sebeple 13 yaşından sonra hep aynı kuaföre kestirdim saçlarımı. Kuaförüm Ercan Abi zaman içerisinde benim hayatımdaki en önemli insanlardan bir tanesi oldu. İlk saçımı boyatmayı, ombre deneyimimi de kendisinde yaşadım ve hepsinde de "OMG" dedim mutlulukla. Neden öyle tepkiler verdim. Çünkü ergendim ve benim için tüm harika şeylere tepkim "OMG" İdi. Buraya kadar Ok? Devam ediyorum beybisi... (Tamam tamam çıkıyorum ergen dilimden:)) 

        Heh, Ercan Abi'nin benim için öneminden bahsediyordum. Yeri geldi eşiyle beni sarmayan muhabbetlere dahi Ercan Abi'min gönlü kırılmasın diye girdim. Kimi zaman kabuslar gördüm Ercan Abi sigaradan dolayı ince hastalıklara kalıyordu. Gittiğimde hemen laf arasında uyarıyordum kendisini, sigara sağlığa zararlı bir meretti sonuçta. Şakayla karışık dedim de hatta, "Ercan abi sana bir şey olursa ben kime giderim bu perçem ve ombre için, lütfen rica ediyorum o sigarayı azalt. " Dedim de bayağı bir gülmüştü kendisi. Bilse ben bunun kabuslarını görüyorum kaç gece... Ayy inanır mısın, düğün saç ve makyajıma bile ona gittim ben. Eşine makyaj konusunda pek güvenmediğimden iki ay önceden attım nasıl bir makyaj istediğimi. Hakkını yemeyeyim o da istediğim gibi yaptı makyajımı, ki normalde çok ağır bir makyaj stili vardır kendisinin. Düğünüme Bülent Ersoy olarak katılmak da vardı. Kendim olarak katılabildim çok şükür :)) 

      Bak ben aslında perçemden devam edeceğim ama Ercan abi benim için nasıl önemli bir insan ki, burada da bahsetmeden geçemedim. Şimdi sen soracaksın, eee bu Ercan Abi memleketteyse ve sen uzaktaysan nasıl yapıyorsun işleri? Ona geleceğim şimdi. 

      Efendim pandemide artık kırdım zincirlerimi. Malum yasaklarla dolu günler... Değil şehirler arası yolculuk, markete diye zor çıkıp  gelebiliyoruz evimize, değil saç için kuaföre gitmek filan. Hani filmlerde kadın karakterimize anlık bir "Perçem kesmeliyimmm! " Dürtüsü gelir de o makası eline alır ya. Ben de artık rutinden ve de yasaklardan bunalıp, perçemimin uzunluğunu mu bahane ettim nedir, aldım o elime makası. Ne mi oldu? Olmadı arkadaşlar. Ben zannettim ki aynı filmlerdeki gibi o saç mükemmel olacak, fönün dumanı bile üstünde tütüyor olacak. Nerdeee.. Eşim saç ve de giyim konularında dikkatli bir erkektir, fark eder. 
Beni görünce: " Hayatım saçlarına nolmuş öyle?dedi. Ben de tüm agresifliğimle:" Nasıl ne olmuş? Ne demek istiyorsun? " Dedim. 
" Yok her zamanki gibi çok güzel de, sanki sağ tarafa bakması gerekenler sol tarafa bakıyor gibi... " Durdu bi baktı bana on saniye kadar... " Belki de benim gözümde sıkıntı vardır. Zaten şu yasaklar bi kalksın göz doktoruna gideceğim, uzağı da göremiyorum ya pek. " Dedi. 
Tabi ben başladım söylenmeye: " Ayy ben de kuaföre gitsem iyi olacak, sözde perçemimi kesecektim, şu hale baaağğk! "Diye bir de oturdum ağladım. Eşim halen arada der, gülmemek için kendimi en zor tuttuğum anlardan biriydi o an, diye. İyi ki gülmedi tabi. 

       Şimdi bu anılara nereden girdim. Merak etmeyin Ercan Abi'me bir şey olmadı, maaşallah turp gibi kendisi. Kabus filan da görmüyorum çünkü burada da bir Adnan Abi'm oldu.( Üzgünüm Ercan Abi, uzaktan ilişkimiz süresince bu kadar vefalı olabildim, merak etme ombre için halen sendeyim. Parantez içi parantez ( Çünkü sen daha uygun ve güzel yapıyorsun:))

       İnanır mısın, bugün aynı "perçem kesmeliyim perileri" yine geldiler bana. Başta bi " Bu sefer olmaz canım, ben almayayım. " Filan dediysem de, a ah o da ne? Elimde makas aynanın karşısında buluverdim kendimi. ( Bir hafta içinde sırasıyla ben, eşim ve kızım hasta olunca ondan sebep galiba) Elime makası alıp bir iki kırptım uçlardan. Bir rahatlama geldi bana anlatamam, bu sefer yaptığım işi de fena bulmadım bak.  Eşim de sağa sola bakmadan gayet beğendiğini söyledi. Ya o duygularını maskeleme konusunda ustalaştı ya da ben perçem kesme konusunda bir tık daha iyiyim, bilemiyorum. Tek bildiğim, biz kadınlar için saçın çok önemli bir mevzu olduğu. 



20 Kasım 2023 Pazartesi

"Hayır" lı Günler



     Gün içerisinde zaman buldukça uğradığım, uğradığımda siz değerli dostlarımın yazılarını okudukça mutlu olduğum, kimi zaman yorum yapabildiğim kimi zaman çok istesem de bir yazının bütününü dahi okuyamadan sonraya bırakmak zorunda kaldığım, evet evet annelik mesaime giriş yapacağım burada, Shakira kemerlerinizi bağlayın başlıyorum :)) 
     
     Efendim daha önce dersini görmüştük, duymuştuk, sevgili annelerin gözü yaşlı (özlemden değil hee) andığı, psikoloji bilim dünyasının "Aman efendim kriz demeyelim fırsatlar diyelim. " Dediği ki muhtemelen bunu diyenin bir erkek olduğunu düşündüğüm dönemdeyiz: Kızımın 2 yaş evresindeyiz. 

      Bak yeminle söylüyorum ben dünyada bu kadar "I ıh" "Hayır" ı ve bunları ifade eden envai çeşit beden dilli iletişimi duyduğum bir dönem yaşamadım. Henüz tam anlamıyla kelimeleri söyleyemiyor, kimisini yutuyor kendi dilinde çok güzel uzun uzun anlatıyor. Hani " Anneler anlar çocuğunun dilinden. " Derler. Bazen böyle bana bakarak uzun uzun bir şeyler anlatıyor, misafirler de bana bakıyor: " Ne dedi?" diye. Vallahi anlamıyorum dostlar. " Aaa sen oyun hamurlarınla şimdi de yıldız yapmak istersin değil mi? " Diyorum bazen durumu kotarmak için, o küçük parmaklarını gözüme gözüme bir sallıyor :) Hepimiz anlıyoruz bu sefer ne demek istediğini: "Hayır". 

        Eskiden " Dikkat Bebek Var" Diye bi dizi vardı. Orada bebek içten içe konuşur, yetişkinlerle dalga geçerdi. Benim kızım da diyor mudur acaba: " Allah'ım ben kimlerin eline düştüm? Bu şaşkalozlar beni bir türlü anlamadı. Anneme bir şey anlatıyorum o tutuyor başka bir şey söylüyor. Babam desen beni sürekli dans ettirme derdinde şarkı söyleyip duruyor. E ben de arada eğlenmiyor değilim ama çok kızıyorum çok. Babam mutfakta gizli gizli ne yapıyor? Kek mi ooo? Amanııııınn!!!" diye ağlayarak o keki de yiyordur kesin. 

       Bu düşüncelerimi bazen eşimle paylaşıyorum ve iki farklı cevap alıyorum. Bazen kahkaha atıp " Saçmalama aşkım, biz harikayız. Daha ne yapalım? " Diyor. Bazen de kızıma uzun uzun bakıp, duygusal bir moda giriyor. Ben size söyleyeyim, babaların lohusalığı bizimkinden uzun sürüyor :)) 
 
      Bunlar bu sürecin tatlı maceraları diyelim... Gelelim bana... Çalışmaya, dışarıda olup sosyalleşmeye, insanlarla etkileşim içinde olmaya o kadar alışığım ki evde olmak farklı hissettiriyor. Vaktimin çoğunu kızımla geçiriyorum. Kızım öğle uykusundayken spor yapmayı, dizi izlemeyi, kitap okumayı deneyimledim hepsi de kısa sürdü :) Neden? Çünkü uykusu bölününce yanında beni istiyor kızım uykusuna devam edebilmek için. Akşam da o uyuduktan sonra sözde eşimle film izleyecek oluyoruz, hiçbir film bize kalan değerli vaktimizi harcayacak yeterlilikte görünmüyor. E kısa bir dizi izleyelim diyoruz. Böyle ilk bölümden itibaren bizi saran bir yapım bulamıyoruz. İlk bölümde bizi sarmayan diziye de kızım gibi parmak sallayıp iki hayırla yolcu ediyoruz, ya da uyuyakalıyoruz :)) 

    Geçtiğimiz hafta kızkardeşim buradaydı. Sayesinde eşimle uzun zaman sonra bir akşam yemeğine çıkabildik. Onda da sürekli kızımızı konuşurken bulduk kendimizi, fark edince de güldük çok :)) Eve düşen yıldırım gibiler bu bebişler. Onunla birlikte değişir dönüşürken yeni benliklerimizle de tanışıyor gibiyiz  çoğu kez. 
      Şimdi galiba biraz da bunun durgunluğunu yaşıyorum. Duruyorum ve izliyorum. Bebeğimi, kendimi ve eşimi... Öncesinde nasıldık, anne baba olunca nasılız, peki ben kendim olarak ne hissediyorum ve ne bekliyorum yaşantımdan? Kendime daha başka katmak istediğim zenginlikler neler? Ya da eksikliğini hissettiğim bir beceri varsa o ne? Fazla yaptığımda beni yorduğunu gördüğüm davranışım neydi tam olarak? Senin anlayacağın, bu su hiç durmuyor.