O sabah yataktan
kalkmak istemedim. Onca saat boyunca uyuduğum uyku beni dinlendirmek şöyle
dursun, dört nala koşturmuş gibi nefes nefese bırakmıştı. Boğazıma kadar bir
kuruluk hissettim. Gözlerimi açamadan, el yordamıyla bardağa uzandım. İçtiğim
suyun bir kısmını yatağa dökmek beni biraz olsun uyandırmıştı. Söylene söylene
kalktım ve yorgunluktan bitik vücudumu lavaboya kadar sürükledim. Yüzümü
yıkayıp kuruladığımda, aynada küskün bir çift gözün bana baktığını fark ettim.
"NE?!" dedim ona. "Yine ne var?!"
Dolabımın kapağını açtım ve ütü
gerektirmeyen bir şeyler aradım. Elime geçen kazak ve pantolonu üstüme
geçirdim. Aynaya baktım. "Ehh... Bu sarı yüze ve şişmiş gözlere ne
lazım?" dedim. Makyaj malzemelerime uzandım. Hızlıca bir göz kalemi ve ruj
sürdüm. Ruj sürerken ağlayan palyaço resmi geldi aklıma. "Makyajımı tekrar
yapacak vaktim yok, tamam mı?" dedim aynadakine. Çantamı hızlıca alarak
çıktım. Tam otobüs durağına gelmiştim ki, "Kapıyı kilitledim mi,
kilitlemedim mi?" sorusu takıldı aklıma. Geri dönsem mi, dönmesem mi diye
düşünürken baktım otobüs geliyor, "Amaaan, altınlarım mı var sanki.
Kilitlemişimdir hem." diyerek bindim otobüse. Şansıma cam kenarında bir
yer buldum. Kulaklığımı taktım. "Aaron- lili " şarkısı çalmaya
başladı. İngilizcem şarkının sözlerini tam olarak anlamama yetmiyordu; ancak
müziğin tınısı, "lili" diye seslenişi içimde bir yerlere dokundu.
Gözlerimin dolmasına mani olamadım ama bir baş sallamayla geçiştirmesini
bildim. Zaten iki dakikaya inip diğer otobüse binmem gerekiyordu.
İndiğimde temiz bir hava beni karşıladı.
Öyle ya, dün akşam yağmur yağmıştı. Sabahtan beri ilk defa "Ohh"
dedim. Yağmurdan sonraki temiz hava, ardından çıkan güneş...Güzel bir gün
olacağa benziyordu. Sonra birden yine içimde o ümitsiz ağırlığı hissettim. O
ağırlığa karşın derin nefesler alıp vermeye çalıştım.
"Kısa bir süre de olsa bu temiz havayı içime çekeceğim tamam mı?" dedim kendime. Orada kendimle anlaşmaya çalışırken yaşlı bir amcanın yanı başımda durduğunu bastonunu yere bir kez tıklatınca fark ettim. "Kızım bu otobüs kartı nereden dolduruluyor ?" diye sordu. Ben de sağıma yönelerek, karşıdaki büfeyi gösterdim: "Bakın orada doldurabilirsiniz." O teşekkür edip ağır adımlarla uzaklaşırken ben de tekrar saate baktım. "Erken de geldim, nerede kaldı bu otobüs?" diye sabırsızlanarak ayağa kalktım. Kısa bir süre sonra yanımda yine birinin dikildiğini duyumsadım ve döndüğümde yine aynı yaşlı amcayı gördüm. Elinde dün akşamki yağmurda ıslandığı belli bir tutam çiçek vardı. Bana uzattı, ben de şaşkın bir şekilde aldım. Soran gözlerle baktım yaşlı amcaya. “Kızım senin ruhun güleç. Bak sen çok şanslı bir insansın. Bunu unutma, bugünü unutma.” dedi. Ben şaşkınlıkla arkasından öylece “Teşekkür ederim” diye mırıldanırken, ağır adımlarla bastonuna yaslanarak uzaklaştı. Gülümseyerek baktım elimdeki çiçeğe. Çiçek miydi, onu bile bilmiyordum. Ama içimi sıcacık yaptı. Amcanın dediğine kulak vermek istedim ve bugünü unutmak istemedim. Fotoğrafını çektim çiçeğimin. Buraya da yazıyorum ki, unutmak mümkün olmasın. Günü kötü geçen, belki uzun bir süredir kalbi sıkışır gibi yaşayan, gün doğumunu mutlulukla karşılayamayanlar varsa aramızda sizlere de armağan etmek isterim çiçeğimi…